1. YAZARLAR

  2. Mustafa Karaalioğlu

  3. Al depremdeki halimizi vur diğer hallerimize...
Mustafa Karaalioğlu

Mustafa Karaalioğlu

Al depremdeki halimizi vur diğer hallerimize...

A+A-

Depreme karşı hazırlıksızlığı yeniden konuştuk ve daha önce lafını çok ettiğimiz için bu kez biraz da hızlı konuştuk. Artık uzman olan da olmayan da ittifak ediyor ki, İstanbul dahil hemen hemen her bölgesi deprem bekleyen Türkiye’nin buna karşı yapacağı tek şey şehirlerini güçlendirmektir. Her depremde binlerce, on binlerce kayıp vermemek için binaların deprenme dayanıklı hale getirilmesi şarttır. Yani, iki kere iki dört... Deprem ne kadar şiddetli olursa olsun bugünün inşaat teknolojisi buna dayanana binalar yapabilmektedir. Bütün ciddi, medeni ve insanına değer veren ülkelerin yaptığı şey budur.

“Güçlü devlet, büyük millet” diye tafra yapacağımıza önce insanımızın hayatını kurtarmamız gerekiyor.

Dünyada inşaata bu kadar kaynak ayırıp kaynağı yetmeyince dış borç bulup o da yetmezse gelecek nesilleri garantili ödemeyle borçlandırıp beton üzerine beton koyan ama depreme bu kadar hazırlıksız olan bir ülke olamazdı; bunu da olduk.

Konuştuğumuz ve ittifak ettiğimiz ikinci konu ise, konuşup ittifak ettiğimiz şeyi 25 senedir yapmadığımız gibi yine yapmayacağımızdır. Gölcük’ten sonra, Van’dan sonra, İzmir’den sonra, Maraş ve 10 vilayetteki tarihi yıkımdan sonra başımıza gelemeyen akıl, İstanbul biraz sallandı diye gelecek değildir. Gelmeyecek. Bizde “güçlü devlet olmak, büyük millet olmak” en gerekli şeyi bile yapmamaktır. Tedbir almak, kentsel dönüşümü sağlamak ve insanı yaşatmayı yapmayacağız. Yapacak olsaydık, 25 senedir o kadar acı yaşanmışken ve o kadar alamet belirmişken yapardık.

Bu vesileyle Türkiye’de insana verilen değeri gördük; devletin kabiliyetini, kapasitesini ve aslında gerçek gücünü de anladık. Bir ülkenin başına gelebilecek felakette depremden ötesi yok; yok ama orada da tedbir yok, sorumluluk yok; icraatı geçtik, plan bile yok.

Peki, en önemli, en ölümcül meselede hali bu olan devletin diğer önemli meselelerde kabiliyeti, kapasitesi, planı, vizyonu, liyakati, ehliyeti ne olabilir acaba? ‘Depremde biraz zayıfız ama teknolojide, bilimde, tarımda, denizcilikte, çevrede, yargıda ya da eğitimde zehir gibiyiz’ diyecek biri var mı? Yoksa al birini vur ötekine mi! Öyle tabii. Nereden biliyoruz? Çünkü nasıl depremin şiddeti, fay hareketleri, sismik dalgalar ölçülüyorsa Türkiye’nin bilimde, sanatta, teknolojide, eğitimde, şeffaflıkta, hukuktaki hareketleri de ölçülüyor. Tıpkı deprem ölçümleri gibi hem içeriden hem dışarıdan... Hiçbir ileri veya geri hareket sekmiyor, hepsi radara takılıyor. Oradan biliyoruz.

Ne görüyoruz peki?

Hemen hepsinde tablo depreme karşı hazırlıksızlığımız kadar kötü. Hukukta, şeffaflıkta, ifade hürriyetinde dünyanın en kötü ülkeleri arasındayız. Eğitimde OECD ülkeleri arasında sonlardayız. Teknoloji ihracatında adını bile bilmediğimiz ülkelerinin çok gerisindeyiz. Yeterince üretip satamadığımız için dünyanın en çok faiz veren ülkesiyiz ve en nihayet enflasyonda da dünyanın en kötüleri arasında yerimiz iyice sabitlendi.

Aradaki bağlantılar ne kadar ürkütücü değil mi? Hep kötü karne bir önceki kötü karnenin kaçınılmaz sonucu. Hiçbirisi tesadüf, şanssızlık ya da dış güçlerin oyunu değil. Hukuk ve şeffaflık eksikliği ile bilim ve eğitimdeki zayıflık, bunların hepsiyle refah ve ekonomik güç arasındaki münasebet apaçık ortada. Demokrasi geriledikçe, denetim ortadan kalktıkça her şeyin birden gerilediği aşikar.

Devlet hukuk, liyakat, ehliyet, bilim, ifade hürriyeti tanımıyorsa orada ne ekonomi ayağa kalkar, ne hayat ucuzlar ne de insanları depremden kurtarabilirsin. Bol bol laf salatası, afra tafra, hamaset yaparsın, bir hikayeden ötekine umutsuzca koşarsın, artık gittiği yere kadar...

Önceki ve Sonraki Yazılar