1. YAZARLAR

  2. Mustafa Çağrıcı

  3. Allah’a hüsnüzan ve O’na tevekkül
Mustafa Çağrıcı

Mustafa Çağrıcı

Allah’a hüsnüzan ve O’na tevekkül

A+A-

Allah hakkında hüsnüzan müminde güçlü bir ümit, iyimserlik ve güven duygusu oluşturur. Bu sayede o, dünya ve ahiretine faydalı işlerini daha büyük bir ümit ve şevkle yapar. İslam’da bu duygunun adı ‘tevekkül’dür. Tevekkül, ‘kulun bütün iyi işleri ancak Allah’ın izni ve yardımıyla başarabileceğini düşünmesi, O’nun yardımına güvenip O’na teslim olması’dır. Ancak tevekkül kavramı, boş bir ümide kapılıp tembelliğe mazeret oluşturacak şekilde yanlış yorumlanmamalı...

“Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Kuşkusuz Allah kullarını hakkıyla görendir.”

Mü’min Suresi 44’üncü ayetten bir bölüm.

(Hattat: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi, Yıldız Holding İslam Eserleri Koleksiyonu, Envanter No 96)

İslâmî kaynaklarda kulun Allah’ın merhameti, lütuf ve inayeti konusunda iyimser düşünmesi gerektiği önemle hatırlatılır ve Allah’ın rahmet ve yardımına güvenme genellikle ‘Allah hakkında hüsnüzan beslemek’ diye ifade edilir.

Yüce Allah bir kudsî hadiste “Ben kulumun zannının yanındayım” buyurmuştur. Bu hadis genellikle “Kul Allah hakkında iyimser düşünürse iyi şeylerle karşılaşır; kötümser düşünürse kötü şeylerle karşılaşır” anlamında yorumlanmıştır.

Hüsnüzan kalpte ümit doğurur. Gazâlî’ye göre ümitle yapılan amel korkuyla yapılan amelden daha üstündür; çünkü ümidin temelinde sevgi vardır ve sevgi korkudan daha değerlidir (İhyâ, Kahire 1332, IV, 223).

Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiğine göre Allah “kendi üzerine rahmeti yazmıştır” (En‘âm 6/12, 54); O, “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır” buyurur (A‘râf 7/156). Başka bir ayette Yakup peygamberin ağzından “İnançsızlardan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez” denilmektedir (Yusuf 12/87). Yine Kur’an’da “Allah kullarına asla zulmetmez” buyrulur (Âl-i İmrân 3/182; Enfâl 8/51; Hac 22/10).

Allah hakkındaki bu iyimserliğin sonucu olarak Kur’an, kötülüklerin ya aynıyla cezalandırılacağını veya duruma göre bağışlanacağını, iyiliklerin karşılığınınsa kat kat fazlasıyla verileceğini bildirir (mesela bk. el-En‘âm 6/160; el-Ahzâb 33/21; el-Mü’min 40/40). Peygamberimiz, bu fazlalığın, yapılan iyiliğin on misliyle yedi yüz misli arasında olacağını belirtmiştir.

Aynı iyimser anlayıştan hareketle Hz. Ömer, Hz. Ali, İbn Abbas gibi bazı Sahabîler ile Muhyiddin İbnü’l-Arabî, İbn Teymiyye gibi şahsiyetlerin de dâhil olduğu bazı âlimler cehennem azabının sonlu olacağını bile savunmuşlardır (Bekir Topaloğlu, ‘Cehennem’, DİA, VII, 232).

Allah hakkında hüsnüzan müminde güçlü bir ümit, iyimserlik ve sonuçta güven duygusu oluşturur. Bu sayede o, dünya ve ahiretine faydalı olan işlerini daha büyük bir ümit ve şevkle yapar. İslam’da bu duygunun adı ‘tevekkül’dür.

İslâmî kaynaklar, ilgili ayet ve hadisleri de delil göstererek, tevekkül terimini, ‘kulun bütün iyi işleri ancak Allah’ın izni ve yardımıyla başarabileceğini düşünmesi, O’nun yardımına güvenip O’na teslim olması’ diye açıklarlar. Ancak kavramın boş bir ümide kapılıp tembelliğe mazeret oluşturacak şekilde yanlış yorumlanmasına karşı da uyarırlar (Mesela bk. Gazâlî, İhyâ, IV, 403-405).

Ünlü sufîlerden Sehl et-Tüsterî (ö. 283/896), “Tevekkül Peygamber’in hali, kesb (çalışıp mal edinme) de onun uygulamasıdır; Peygamber’in halini yaşamak isteyen uygulamasını terk edemez” demiştir (Kuşeyrî, Kahire ts. er-Risâle, I, 471).

Bu son ifadenin de gösterdiği üzere, tevekkül gibi Kur’an kavramlarını doğru anlama ve uygulamada müminlerin rehberi Hz. Peygamber’dir. Kur’an onu müminler için Allah’a karşı tüm sorumlulukları konusunda “güzel bir model” (üsve-i hasene) olarak göstermiştir.

Peygamberimiz, tevekkülün ve aynı şekilde kader, kaza, rızık, dua gibi Kur’an kavramlarının nasıl anlaşılması ve uygulanması gerektiğini hem sözleriyle anlatmış hem de hayat alanında (sîret) sebeplere başvurup tedbirleri alarak bizlere anılan kavramları nasıl anlamamız gerektiği hususunda davranışlarıyla örnek olmuştur. Nitekim onda aktif, canlı ve sürekli çalışarak başarı çizgisinde ilerleyen bir Müslüman hayatını izleriz.

Buna göre Müslüman toplumlarda tevekkülü ‘tedbiri terk etmek’ şeklinde anlayanlar olmuşsa da bu anlayış, Peygamber’in sünnetini terk etmek anlamına gelir. Hatta tedbiri terk etmek, Allah’ın sebepleri yaratmasını hikmetsiz-manasız görmek şeklinde yorumlanabilir ki, bu da Allah’a saygısızlıktan başka bir şey değildir.

Önceki ve Sonraki Yazılar