Artık rol yapmayı bırak
Yalçın Küçük eserlerinde Fransızca deyimlere hatta paragraflara yer verdiği için anlayamadıklarını söyleyen okurlarına, "Bunun çok kolay bir çözümü var" demiş, "Siz Fransızca öğrenin..."
Türkçe yazan bir müellifin bu önerisi takdir edersiniz ki çok tuhaf.
Peki, "müellif" gibi "eski" kelimelere yer verdiğimiz için anlamakta zorluk çeken okurlara biz ne demeliyiz? Yok hayır, "Türkçe öğrenin..." diyemeyiz. Tuhaftan da öte çok nobran, çok gönül kırıcı olur.
Ayrıca, okurun yazarı değil yazarın okuru anlaması gerektiği bu "değişik zamanlarda" böylesi bir öneri hiç de efektif değildir.
"Yazar dediğin okurun kafasını karıştırmalı, rahatsız etmeli..." denilen dönemler de çok geride kaldı; artık "müşteri memnuniyeti esastır" ilkesi geçerli.
Hâliyle, okuru fehmetmek için gayret göstermeye, araştırmaya sevk eden metinler kaleme almak, en az "Siz Fransızca öğrenin" önerisi kadar fantastiktir.
Yazarlar "müşteriyi" adamakıllı bilmek, tanımak zorundadırlar. Yoksa anlaşılmamaktan yakınmaları kaçınılmazdır.
Anlaşılmamanın doğal sonucu yalnızlıktır. Ve derler ki "Yalnızlık ruhun fiyakasıdır."
Gelgelelim, "fiyakalı olmak" karın doyurmaz.
***
Günümüz okur makulesi öğrenmek istediğini "yapay zekâ"dan, izlemek istediğini de Youtube'dan takip ediyor.
Kaldı ki birçok okur da bizzat "içerik" üretiyor. Sosyal medya mecrası malumunuz gırtlağına kadar içerikle dolu. (Hülasa, "Faydasız ilimden Allah'a sığınacak" zamanlardan geçiyoruz.)
Herkes "acil kan aranıyor" mesabesinde okur/izleyici/takipçi arıyor!
Geçen gün kendisine yazar tavsiye etmemi isteyen bir dostuma "İyi ki yazar soruyorsun" dedim, "Okur sorsaydın o çok zor olurdu..."
Rivayet olunur ki iki büyük veli ayaküstü muhabbet ederken bir talip yanlarına sokulur ve karşı köyde mukim bir velinin evini/adresini sorar. Niyeti o veliye intisap etmektir. Yolun tarifini alan talip uzaklaşınca iki veliden yaşlı olanı tebessüm ederek, "İyi ki şeyh arıyor, ya mürit arasaydı; ikimizden biri ona mürit olmak zorunda kalırdık..." der.
***
Yanlış anlaşılmak yazarlar için tastamam felakettir. Hele ki bir yazar kategorize edilmeye görsün, ne kadar şerh düşse de fayda etmez.
Ne ki, yazarlar için kötü olan "siyaset esnafı" için büyük şanstır.
Brecht'in "İki Mültecinin Konuşmaları" adlı yapıtından yıllar önce uyarladığım (ve 141-142-146 ve 163'üncü maddelerden 6 yılla yargılandığım) oyunumda geçen şu repliği hiç unutmam: "Ben siyasetçi miyim ki yanlış anlaşılmaktan bir menfaatim olsun..."
Canına yandığımın memleketinde yanlış anlaşılmaktan Yılmaz Özdil biraderimin ifadesiyle "Değerli İmamoğlu" kadar çıkar elde edeni de yoktur.
Sanırım "Değerli" olmasını bu yanlış anlaşılmaya borçlu... Takdir edersiniz ki bir siyasetçinin aynı anda hem Kürtçü hem Türkçü, hem dindar hem dinsiz, hem mandacı hem Kuvayı Milliyeci, hem Atatürkçü hem Atatürk düşmanı olan ahalide karşılık bulması için yüzde yüz yanlış anlaşılması lazım gelir.
Bugünkü yazı yolculuğumuzu, serlevhamızdaki ifadenin de yer aldığı Ahmet Kaya'nın (sözleri Yusuf Hayaloğlu'a ait) şarkısıyla nihayete erdirelim: "Nasıl beceriyor bilmem / İkisi birden olmayı (...) Konuşurken solcusun / Yaşarken karambolcusun / Oportünizme bulaşmış / Tipik bir orta yolcusun (...) Bir Allahçı bir kulcusun / Bir davulcu bir pulcusun (...) O yandasın bu yandasın..."