Aynı suda bin kere yıkanmak...
Türkiye, Kürt politikasında sürekli tekrar ettiği zigzagları yeniden yaşıyor.
Bir “Apo, Meclis’e gelsin”, bir kayyımlar…
Kürt meselesini çözmek istiyorlar da bunu demokrasi ve hukuk olmadan yapmak istiyorlar.
Anladığım kadarıyla “demokrasi ve hukuk” kırmızı çizgileri, “her şeyi yaparız, Apo’yu Meclis’e de getiririz yeter ki demokrasi ve hukuk istemeyin” der gibiler.
Bu sefer “Apo’yu Meclis’e getirmek” gibi yeni bir çizgiye çektiler pazarlığı ama anlayış eski anlayış.
Daha önce de “çözüm süreçlerini” epey yaşadık.
Ben de Basın Tarihi için 15 yıl önce “Kürt açılımında” neler oldu diye baktım.
xxxxxxx
Önce medya üzerinden kronolojik bir döküm yaptım:
-1 Ocak 2009, TRT 6 Televizyonu 24 saat Kürtçe yayına başlaması
-24 Şubat 2009, Ahmet Türk Kürtçe konuşmaya başlayınca TRT’nin canlı yayınını kesmesi
-17 Mayıs 2009, Cumhurbaşkanı Gül’ün ‘tarihi fırsat’ açıklaması
-1 Ağustos 2009, Beşir Atalay’ın gazetecilerle Kürt Açılımı Çalıştayı düzenlemesi
-19 Ekim 2009, 34 kişilik PKK’lı grubun Habur’da teslim olması
- 10 Kasım 2009, Meclis’te ‘Kürt Açılımı’nın tartışılması
-11 Aralık 2009, DTP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması
-24 Aralık 2009, Kapatılan DTP’nin yerini alan Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) Meclis’te grup kurması
Xxxxx
Bu gelişmeleri TİHV 2009 Raporu nasıl değerlendirmiş, ona da baktım.
Eleştirilerini teker teker altını çizdim :
“2009 yılında siyasî gündemi işgal eden önemli bir gelişme, AKP Hükümeti’nin özellikle 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri sonrasında başta Kürt Sorunu olmak üzere, hükümet tarafından kimlik eksenli tanımlanan bir dizi sorunun çözümünü hedefleyen ‘açılım’ hareketidir.
Bu açılım hareketi toplumda demokratikleşmenin ve AB’ye uyum sürecinin hız kazanacağı beklentisini arttırmış olmakla birlikte, gerek sorunların tanımlanmasında gerekse de bu sorunların nedenleri ve ortaya çıkarttığı sonuçları üzerine bir tartışmanın gerçekleşmediğini ileri sürebiliriz.”
Xxxxxxx
Eleştiriler şöyle sürmüş:
“AKP Hükümeti, bir dizi çalıştay ve danışma toplantısı düzenlediği halde; hem bu etkinliklerde izlenen yöntem hem de bu etkinliklere katılanların görüşlerinin ve önerilerinin dikkate alınmamış olması yoğun eleştirilere neden olmuştur.
Hükümet açılımın içeriğinin ne olduğu konusunda sayısız spekülasyonlar yapılmasından rahatsızlığını dile getirmesine rağmen, kamuoyu, Beşir Atalay’ın ifadesini kullanacak olursak bir ‘ortak akıl arayışı’ olan, ‘amacı ve hedefleri çok açık ve net olan’ bu programdan, ancak tartışmalar başladıktan aylar sonra, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın 13 Kasım 2009 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda demokratik açılım projesinin tartışıldığı oturumda yaptığı konuşma sonucunda haberdar olabilmiştir.”
xxxxxx
“Hükümetin demokratik açılım üzerine çalışmalar yürüttüğü dönemde, 14 Nisan 2009’da başlayan KCK operasyonlarında, DTP ve KESK üyesi 1035 kişi gözaltına alındı ve bunlardan 511’i tutuklandı.
Yıl içinde İHD yöneticileri Yüksel Mutlu, Filiz Kalaycı, Halil İbrahim Vargün, Hasan Anlar ve Muharrem Erbey gözaltına alındı ve ardından da tutuklandı.
Anayasa Mahkemesi, 11 Aralık 2009’da DTP’yi ‘eylemleri yanında, terör örgütüyle olan bağlantıları da değerlendirildiğinde devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği’ gerekçesiyle, Anayasa’nın 68. ve 69. maddeleriyle 2820 Sayılı Siyasî Partiler Kanunu’nun 101. ve 103. maddeleri gereğince oybirliğiyle kapattı.”
xxxxxxx
“2009 yılı içerisinde açılım sürecinin parçası olarak atılan adımlar ve Beşir Atalay’ın yapmış olduğu açıklamalar, ‘Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ kapsamında yürütülen ‘demokratikleşme’ çalışmalarının perspektiften yoksun ve içinin boş olduğu yorumlarının yapılmasına neden olmuştur.
Hükümetin azamî faydayı (PKK’nın varlığına son vermek) elde etmek için asgarî ödünler vermeye çalıştığı ve bu ödünlerin de bir dizi jestten ibaret olduğu ileri sürülebilir.”
xxxxxx
Malum olduğu üzere maalesef geçmiş açılım programı yürümedi.
AKP’li Hüseyin Yayman, 2011 yılında SETA’dan yayınlanan “ŞARK MESELESİNDEN DEMOKRATİK AÇILIMA TÜRKİYE’NİN KÜRT SORUNU HAFIZASI” başlıklı çalışmada şunları söylüyordu:
“Sonuç olarak geldiğimiz noktada Kürt meselesi kritik bir eşiğe dayanmış durumdadır. Bu meselede söylenmemiş bir söz, önerilmemiş bir talep, yapılmamış bir toplantı kalmamıştır.
Partilerden sivil toplum örgütlerine, devlet adamlarından, askerlere birçok kurum, problemin çözümü konusunda yüzlerce öneri dile getirmiştir. Türkiye problemin çözümüyle ilgili her türlü ikincil adımları atmış; ancak bir türlü politik kararlılık gösterip nihai adımı atamamıştır. Cumhurbaşkanı Gül’ün de belirttiği gibi Türkiye ya kendi sorunu olan bu meseleyi çözecek ya da sorun başkaları tarafından çözülecektir.
Kürt meselesi, zamanında atılmayan adımlarla kendi mecrasından çıkarak Türkiye’nin kendisiyle imtihanına dönüşmüş durumdadır.
Geldiğimiz kritik eşikte Türkiye ya büyük devlet gibi davranarak bu meselesini çözecek ya da çok daha büyük sorunlarla yüz yüze kalacaktır.”
xxxxx
Çalışmada çok önemli bir tespit var:
“Türkiye problemin çözümüyle ilgili her türlü ikincil adımları atmış…. Ancak bir türlü politik kararlılık gösterip nihai adımı atamamıştır.”
Nihai adım ne?
Hukuk, demokrasi, temel hak ve özgürlükler.
Nihai olarak bu adımlardan uzaklaşmaktayız…
Dün uzaktık, bugün daha da uzağız.
Ama siyasal iktidar, aynı yöntemleri deneyerek sonuç almaya çalışıyor.
Üstelik bunu baskıyı artırarak yapacağını sanıyor.
Onun için zigzaglar bitmiyor.