Ben de varım demek yetiyor mu?
Önce biraz sıkıcı bir giriş yapayım.
Elimde "Dünyayı nasıl okumalı" sorusuna cevap arayan, aynı zamanda bir yöntem öneren çok sayıda kaynak var. Kitaplar, makaleler, bazı kurumların hazırladığı bilgi notları. Ayrıca birbirinden farklı görüşlere sahip örgütlerin bu yönde ürettiği dokümanlar.
Onlara yaslanarak şunu söyleyebilirim. Dünyayı nasıl anlamanız gerektiği konusundaki tüm çabalar, zihin dünyanızda hayali bir bina oluşturmaktır. Sanıldığından çok daha zorlu bir çabadır.
Bunca zamandır bu konuya dair yöntem ve yaklaşımlar üzerinde epeyce debelenmiş sayılırım. Öğrendiklerim arasında ilk ona şunu yazabilirim: Bir olgu ya da kavram, zamanın şartlarından tümüyle bağımsız anlam kazanamaz. Onunla, ifade edildiği dönemin şartları arasında çok boyutlu bir ilişkisi vardır. Bir başka zaman ya da zeminde çok daha farklı anlamlar taşıyabilir. Yahut eski anlamını yitirebilir.
TÜRKİYE NE YAPMAK İSTİYOR?
Şimdi günümüze ve güncel siyasete dönebiliriz.
Resmi olarak 1 Ekim 2024’ü esas alırsak, ne oluyor ve Türkiye ne yapmak istiyor?
Türkiye, neresinden bakarsanız bakın tarihinin en önemli sorunlarından birisinde kritik bir eşikte. Terör denilen belayı bertaraf edip, üzerindeki ağır yükten kurtulmak istiyor. Süreci inşa edenlerin; bu sorunu ortaya çıkaran şartları, yanlışları ve aynı zamanda yapılması gerekenleri soğukkanlı ve kararlı biçimde analiz ettiklerini düşünüyorum.
Dolayısıyla bu yeni hamle ve dinamik arayış, bugüne kadar denenip bir şekilde başarısız olan her tecrübeden azami düzeyde faydalanıyor. Ama aynı zamanda geçmişteki tecrübelerden ve süreçlerden farklı bir anlam dünyasına sahip olarak ilerliyor.
BİTMEYEN AL-VER SORUSU
Meselenin terör örgütüyle devlet/siyaset arasında bir pazarlık ilişkisi olup olmadığı üzerinden tartışılması hem eksik, hem de yanıltıcı. Böyle bir al-ver ilişkisinin olmadığı sürecin ana aktörleri üzerinden defalarca ifade edildi. Ancak bu kuşkunun sürekli gündemde tutulmasının, sürecin geleceğini ipotek altına almak isteyenlerin tercihi olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’nin konumu, gücü ve dünyadaki yeri, daha önceki süreçlerle kıyaslanamayacak bir yerde. Kuşkusuz ciddi sorunları da var. Ancak herhangi bir duygusal yaklaşımdan olabildiğince uzak bakan herkes; küresel ölçekte yeni ve güçlü bir rol üzerinde zorlu bir müzakere olduğunu ve Türkiye’nin de bunu kendi lehinde tanımlamak için büyük çaba sarfettiğini görebilir.
GÜÇLÜ LİDERLİĞİN DÖNEMİ
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın güçlü liderlik avantajına pek çok kez dikkat çektim. Nitekim İkinci Trump dönemi itibarıyla dünya sahnesi güçlü liderler etrafında yoğrulan boyutlar kazandı.
Bu ne anlama geliyor. Şu haberi birlikte okuyalım:
“Financial Times, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte'nin ABD Başkanı Donald Trump yönetimiyle birlikte artan güvenlik endişeleri sebebiyle Avrupa Birliği'ni Türkiye ile ilişkileri derinleştirmeye çağırdığını yazdı. FT’ın, AB'li yetkililerden edindiği bilgiye göre Rutte, AB liderlerini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile etkileşimi artırmaya çağırdı.“
Polonya Başbakanı Donald Tusk’ın kritik Türkiye ziyareti de bu haberle birlikte okunabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o görüşme sonrasındaki şu sözlerini aktaralım:
“Şunu bugün bir kez daha açıkça söylemek isterim. Avrupa Birliği, güç ve irtifa kaybının önüne geçmek hatta tersine çevirmek istiyorsa bunu ancak Türkiye'nin tam üyeliği ile başarabilir.”
Trump’ın “Kendi güvenliğinizi sağlayın, Rus tehdidi artık sizi ilgilendiriyor” dediği bir dünyadayız. Türkiye’nin Avrupa’nın doğusunda daha etkin olacağı artık yüksek sesle dile getiriliyor. Bunun toplamda Avrupa’yla (şimdilik AB değil) yeni bir ilişkinin başlangıcı olacağı da ortada.
BAŞLIK AYNI, PEKİ ANLAM?
Aynı Türkiye, yukarıda özetle aktardığım süreçle birlikte Suriye’deki etkinliğini sürdürüyor, sınırlarının ötesindeki terör tehdidini ortadan kaldırmak için tarihi hamleler yapıyor. Terör yapılanması, Öcalan’ın çağrı mektubunda ortaya çıktığı gibi kendisini tasfiyeye doğru ilerliyor. Ancak asıl önemlisi siyasi sınırlarımızın dışındaki topluluklarla yeni bir kader ortaklığının zemini oluşturuluyor. Meseleye al-ver noktasında bakanların görmek istemediği bu.
Öte yandan bu sürecin işleyişi ve bölgesel anlamda Türkiye’nin yeni rolü üzerinde kafa yormadan meseleyi erken seçim, cumhurbaşkanı adaylığı zemininde gündeme getirmek nasıl sonuç verir?
Bugün söylediklerinizin anlamı dünden farklıysa, avantaj sandığınız söylemler sizi geleceğin çok uzağına taşıyabilir.