Bigane kalma hakkımız var mı?
İnsan olmak, zulüm ve haksızlıklar karşısında bir sorumluluk yüklenmeyi gerektirir. Ancak Müslüman olmak bu konuda artı bir sorumluluk yükler.
Herkes gücü ve imkanının elverdiği kadarını yapmakla yükümlüdür. Ama “beni ne alakadar eder?” diyerek bigane kalmaya, tamamen sorumsuz davranmaya hakkımız yoktur. Kur’an-ı Kerim’de, İsrailoğullarından lanetlenen bir topluluktan söz edilirken, onların işledikleri kötülüklerden dolayı birbirlerini uyarmadıklarına dikkat çekilir. (Bkz. Maide, 5/78-79)
Bir yasağı çiğnemelerinden dolayı bir topluluğa uyarıda bulunanlara yapılan itirazla ilgili de şöyle bir âyet yer alır: “İçlerinden bir topluluk: “Allah’ın kendilerini helak edeceği yahut şiddetli bir şekilde azaba çarptıracağı bir topluluğa neden öğüt veriyorsunuz?” dediklerinde (öğüt verenler): “Rabbinize karşı bir mazeretimizin olması için ve belki sakınırlar diye!” dediler.” (A’raf, 7/164)
Bu itibarla emri bilmaruf ve nehyi anilmünker, yani iyilik yapılması ve kötülükten sakınılması için uyarı ve hatırlatmada bulunmak önemli bir ahlâki sorumluluktur. Bu, başkalarını, kendine özgü kişisel düşüncelerini veya mensubu olduğun ekolün yine o ekole özgü görüşlerini kabul etmeye teşvik etmek değildir. Maruf insan fıtratının ve vahye dayalı ilkelerin kesin olarak benimsediği iyilik, münker de insan fıtratının ve vahye dayalı ilkelerin kesin olarak reddettiği kötülüktür. Burada fıtrat ve vahyi birlikte anmaktan kastımız ikisi arasında herhangi bir uyuşmazlık olmadığına işaret etmektir. Kişisel düşüncelere has ve ihtilafa açık hususlar umumi anlamda bu tanımlamaya girmez.
Müslümanları farklı kılan en önemli özelliklerden biri de emribilmaruf ve nehyi anilmünker görevini yerine getirmeye önem vermeleri olduğu Kur’an-ı Kerim’de belirtilir: “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliğe yöneltir kötülükten nehyedersiniz ve Allah’a iman edersiniz.” (Ali İmran, 3/110)
Bu konuda herkes sahip olduğu güç, yetki ve imkan ölçüsünde hareket eder. Herhangi bir görev ve yetkiye sahip olmayanların yapması gereken uyarı, hatırlatma ve yerine göre de tavır koymadır.
Bugün, Gazze’de, Filistin’in genelinde ve Lübnan’da küresel emperyalizmin desteğiyle siyonist vahşet katliamlar gerçekleştirirken bize hiçbir görev düşmediğini, olaylara bigane kalma hakkımızın olduğunu söylemek yanlıştır. Bu konuda, muhtelif şeyler yapabiliriz. Ama bütün bu katliamları protesto amacıyla gerçekleştirilen eylemler ve gösteriler de bir tür tavır koymadır. Destek vermeyi de “emribilmaruf nehyi anilmünker” çerçevesinde değerlendirebiliriz.
Siyonist vahşete ve onunla işbirliğine karşı protesto ve tepkilere destek vermeliyiz. Bazıları: “Bu protesto ve tepkiler işgalci saldırganların tutumlarını etkilemiyor, dolayısıyla biz burada boşuna nefes tüketmiş oluyoruz” diye düşünüyor. Oysa, her şeyden önce bu tür protestolara katkıda bulunarak, siyonist vahşet karşısında duyarsız olmadığımızı ortaya koyma fırsatı elde etmiş oluyoruz. İkinci olarak bu tür tepkiler, işgalci vahşet karşısında direnen Filistinlilere moral vermektedir ki buna ben bizzat şahidim. Özellikle son dönemde Avrupa ülkelerinde bile oldukça görkemli tepkiler olduğu halde Türkiye’deki protestolar ve tepkiler biraz cılız kaldı. Hatta Türkiye’deki tepkiler Türkiye dışındaki medya organlarına pek yansımadı bile. Üçüncü olarak bu tür tepkiler kamuoyunun meseleye ilgi göstermesi, kulak kabartması için bir araç olmaktadır. Dördüncü olarak bu tür tepkiler resmi politikayı da ister istemez etkilemektedir. Bu tür etkinlikler aynı zamanda, resmi mekanizmanın bu konuyu diplomatik alana taşıması ve siyonist vahşete karşı tavır koyması için bir mesnet oluşturmaktadır. Etkinliklere katılımın ve desteğin güçlü olması mesnedin de daha güçlü olmasına vesile olacaktır.
Bu tür etkinliklere destek verilmesi tüm sorumluluğu karşılamasa da bigane kalmamak için iyi bir vesiledir. Bu konuda mazeretleri olanların imkan ve güçlerine göre alternatifler oluşturmaya çalışmaları gerekir.