
Bir “Milli Birlik Muvahhidi”nin Çağrısının Alternatif Okuması
Bir “milli birlik muvahhidi” olan Öcalan’a göre “aşırı milliyetçi savruluşun zorunlu sonucu olan” ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.
İmralı Heyeti’nin 26 Şubat’ta okuduğu Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” başlıklı mesajı medyada, siyaset arenasında ve kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. İçeriği bakımından mesaj, sürecin siyasi aktörleri ve muhatabı olan PKK tarafından olumlu karşılanırken, Kürt sorununun çözümüne anayasal perspektiften yaklaşan Kürt kesiminde iyimserlikle birlikte hayal kırıklığı yarattı. Söz konusu kesim, Öcalan’ın silahsızlanma çağrısını olumlu görürken, maksimalist ve minimalist hak taleplerini “aşırı milliyetçi savruluşun zorunlu sonuçları” olarak mahkûm eden yaklaşım karşısında hayal kırıklığına uğradı.
Abdullah Öcalan’ın kamuoyunda sansasyon yaratan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” başlıklı tarihi mesajının amacı, argümanları ve kodları nelerdir? Bu yazının amacı, temel çerçevesini ve içeriğini dikkate alarak metni yorumlamaktır. Ben, metni üç kısma ayırarak yorumlamaya çalışacağım. Birinci kısımda Öcalan’ın silahsızlanma çağrısını, ikinci kısımda Türk-Kürt ilişkilerine bakışını, üçüncü kısımda ise ortak yaşam önerisini yorumlayacağım.
Silahsızlanma Çağrısı
Metin, PKK’nin doğmasına neden olan 20’nci asrın panoramik görünümünü tasvir ederek başlıyor. Öcalan’a göre 20’nci yüzyıl, tarihin en yoğun şiddetinin üretildiği yüzyılıydı. Bu yüzyılda iki dünya savaşı, ardından Soğuk Savaş dönemi yaşanmıştı. Bu dönemler arasında Kürt realitesi inkâr edilmiş, fikir ve ifade özgürlüğü yasaklanmış ve demokratik siyaset kanalları kapatılmıştı. Öcalan’a göre Soğuk Savaş konjonktüründe doğan PKK, teori, program, taktik ve strateji bakımından reel sosyalizmin etkisinde kalmıştı.
Öcalan açıkça dile getirmese de, PKK’nin varlık nedenini zımnen, Kürt kimliğinin tanınmasını sağlamak, demokratik siyaset kanallarını açmak ve fikir ile ifade özgürlüğünün alanını genişletmek olarak ifade etmektedir. Ona göre Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi olan PKK’nin güç ve taban kazanması, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklanıyordu. Metne göre 1990’lı yıllarda biri dış, diğeri iç faktör olmak üzere iki faktör PKK’nin varlık gerekçesini anlamsız hale getirmişti.1990’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra reel sosyalizmin alternatif ideolojik tüketim ürünü olmaktan çıkması PKK’yi ideolojik bunalıma sokarken, ülkede kimlik inkârının çözülüşü ve ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler PKK’nin varlık gerekçelerini ortadan kaldırmıştı. 1990’lı yıllarda varlık gerekçelerini yitiren örgüt 25 yıl boyunca aşırı tekrara yol açmakla kalmamış, metodolojik patinaj yapmıştı. Öcalan’a göre bu argümanlardan dolayı PKK ömrünü tamamlamış ve feshi gerekli hale gelmişti.
Öcalan bu saptamaları yaptıktan sonra metnin sonuç cümlesinde şu çağrıda bulunuyor:
“Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.”
Bu önemli pasajda Öcalan, devlet ve toplumla bütünleşmek amacıyla PKK’nin kendisini feshetmesi gerektiğini ifade etmektedir. T.C Anayasası’nın 3’üncü maddesine göre “Türkiye devleti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür.” Dolayısıyla Öcalan’ın çağrısının 3’üncü maddenin ruhuyla uyumlu olduğunu söylemek mümkün.
Metnin Kürt-Türk ilişkileri bölümünü analiz etmeden önce dikkatinizi ilişkilerin kapsamına çekmek istiyorum. Bu bölümde Öcalan, Kürt sorununun teritoryal alanlarından olan Kürt-Arap, (Suriye-Irak) Kürt-Fars (İran) ilişkilerine değinmemekte, doğrudan Kürt-Türk ilişkilerinin tarihi ve güncel seyrine odaklanmaktadır. Dolayısıyla metnin temel hedefinin Türkiye’deki Kürt-Türk kamuoyu olduğunu rahatlıkla iddia edebiliriz.
Peki metin, Kürt ve Türk kamuoyuna neler söylemektedir?
Kürt-Türk İlişkileri
Savunma ve saldırı, insanoğlunun en köklü yetenekleri arasında yer almaktadır. Tarih, bu yeteneklerin sergilendiği dramatik ve görkemli bir arenadır. İnsanoğlu her iki yeteneğini de hayatta kalmak amacıyla kullanmaktadır. Zira varlığını sürdürmek ve ayakta kalmak türümüzün en tabii arzusudur. Öcalan’a göre bin yıllık tarihleri boyunca istilalara ve saldırılara maruz kalan Türkler ve Kürtler hayatta ve ayakta kalmak için ittifak yapmayı kaderin yazgısı olarak görmüşlerdir. Ona göre iki halkın iç içe geçmiş tarihine gönül, zorunluluk ve istikrarlı ittifak damgasını vurmuştur.
Aşağıdaki pasajda şunları söylemektedir:
“Bin yılı aşan tarihleri boyunca Türkler ve Kürtler, varlıklarını sürdürmek ve hegemonik güçlere karşı ayakta kalmak için gönüllülük yönü ağır basan, hep bir ittifak içinde kalmayı zorunlu görmüşlerdir.”
Öcalan, Türkler ve Kürtlerin tarihsel süreçte hangi hegemonik güçlere karşı ittifak yaptıklarını açıklamasa da, Selçuklular döneminde Bizans İmparatorluğu’na, Osmanlılar döneminde ise İran Pers İmparatorluğu’na karşı ittifak yaptıklarını tahmin etmek zor olmasa gerek. Marxist literatürde emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşaması olarak kabul edilmiştir. 18’inci yüzyılda Batı’da ortaya çıkan sanayileşme dalgası, sermaye birikimine dayanan modern kapitalizmi kaynak arayışına yöneltmiştir. Bu kaynak arayışı emperyalizm sürecinin başlamasına neden olmuştur. Güç kullan, işgal et, böl, kontrol et ve talan et parolasına göre hareket eden emperyalizm, Öcalan’a göre tarihsel Kürt ve Türk ittifakını parçalamayı esas gaye edinmiştir. Ona göre hedef ülkedeki burjuva sınıfı emperyalistlerin emellerine alet olmuşlardır. Bölücü girişimlere hizmet etmeyi esas gaye edinmişlerdir. Bununla birlikte Cumhuriyet’in tek tipçi yorumları parçalanma sürecini hızlandırmıştır.
Aşağıdaki pasaj metnin ilgili bölümünden alınmıştır:
“Kapitalist modernitenin son 200 yılı, bu ittifakı parçalamayı esas gaye edinmiştir. Etkilenen güçler, sınıf temelleriyle birlikte buna hizmeti esas bellemişlerdir. Cumhuriyet’in tek tipçi yorumlarıyla birlikte bu süreç hızlanmıştır.”
Öcalan’a göre emperyalistlerin girişimleri neticesinde Türk ve Kürt ilişkileri günümüzde çok kırılgan bir hal almıştır. Öcalan bizlere adeta Kürt-Türk ittifakının damgasını vurduğu tarihi yeniden hatırlatmaktadır. Nasıl ki Türkler ve Kürtler tarihsel süreç içerisinde varlıklarını sürdürmek ve ayakta kalmak için hegemonik güçlere karşı mücadele etmişlerse bugün de aynı amaç ve saiklerle emperyalistlere (İngiltere, Fransa ve Amerika) karşı mücadele etmelidirler. Öcalan metnin bu bölümünde adeta bir restorasyon teknikeri, bir Misak-ı Milli muhafızı ve bir neo-ittihatçı hassasiyetiyle bizlere seslenmektedir. Bununla yetinmemekte, emperyalistlere karşı mücadele etmeyi esas görev olarak kabul etmektedir.
Doğrusunu söylemek gerekirse Öcalan’ın “bölücülüğün kötülükleri” ve “ittifakın erdemlerine” ilişkin saptamalarını okuyunca aklıma, Alman Prensliklerini birleştiren büyük sentezci Prens Bismarck ve Marx’ın mezar taşında da yazılı olan ve proleterlere seslenen o meşhur çağrısı geldi: Proletarier aller Länder, vereinigt euch (Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!).
Peki, bunun için ne yapmalı ve ilişkileri nasıl onarmalı?
Ortak Yaşam Önerisi
Öcalan’a göre kırılgan ilişkileri yeniden onarmak (ittifak) için reçeteye iki ilaç yazmamız gerekiyor: Kardeşlik ruhu ve farklı inançlara saygı. Öcalan açısından ittifakın gerçekleşmesi için bu iki şartın yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu da ancak demokratik zeminin inşa edilmesiyle mümkündür. Öcalan, çağrının bu bölümünde demokrasi dışı bütün sistem arayışlarına kapıları kapatmakta; demokrasiyi iki halk arasındaki toplumsal kırılganlıkları onaran temel bir yöntem ve zemin olarak önermektedir. Onun açısından ilaçların etkisini göstermesi için steril bir ortama ihtiyaç duyulmaktadır. Bu steril ortamı da demokrasi sağlamaktadır.
Kimliklere saygı, ifade özgürlüğü, örgütlenme hakkı ile farklı sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmalar, betimlenen demokratik ortamın ana özellikleridir. Peki bu steril zemini ve kırılgan ilişkileri neler enfekte edebilir, hangi çözüm önerileri zehirleyebilir? Platon, ideal toplumunda şairlere ve sanatçılara yer vermemişti. Ona göre şairler gerçeği olduğu gibi yansıtmak yerine duyguları ve hayal güçleriyle şekillendirdikleri eserlerle insanları yanıltabilir ve onları gerçeklikten uzaklaştırabilirlerdi. Sanatçılar, gerçek olanı değil gerçekliğin bir taklidini sunarlar. Bu taklidin insanlar üzerinde doğruyu ve iyiyi aramaktan ziyade onları yanlışa yönlendirebileceğini düşünüyordu. Platon bu gerekçelerle şairlerin ve sanatçıların ideal toplumunda ikamet etmelerine izin vermemişti. Tıpkı Platon’un yaptığı gibi Öcalan da barış, demokratik toplumun dili ve gerçeklikle uyumlu olmadığı gerekçesiyle dört talep türünü mahkûm etmiştir. Bir “milli birlik muvahhidi” olan Öcalan’a göre “aşırı milliyetçi savruluşun zorunlu sonucu olan” ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır. Yazının girişinde, “Çağrı metni Kürt kamuoyunda hayal kırıklığı yarattı” derken kastettiğim bölüm tam da burasıydı.
CHP eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 2019’da yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti: “Bizim, bu ülkenin vatanseverleri olarak bir görevimiz var. Biz, Cumhuriyet’i demokrasi ile taçlandırmak zorundayız.” Aynı görev bilinciyle metni kaleme alan Öcalan’a göre birinci yüzyılında Cumhuriyet, demokrasi tacından yoksun bir krallık gibiydi. İkinci yüzyılında Cumhuriyet ancak demokrasi ile taçlandırıldığında kalıcı barış ve kardeşliğe sahip olabilecektir.
Belki de bu yorum yazısını, Öcalan’ın aşağıdaki mesajıyla sonlandırmak uygun olacaktır:
“Ortak yaşama inanan ve çağrıma kulak veren tüm kesimlere selamlarımı iletirim.”
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.