1. YAZARLAR

  2. Mustafa Çağrıcı

  3. Bu iki kamburumuz devam ettikçe belimiz doğrulmaz
Mustafa Çağrıcı

Mustafa Çağrıcı

Bu iki kamburumuz devam ettikçe belimiz doğrulmaz

A+A-

Kamburlarımızdan biri sorgulama ve eleştiri kültüründen yoksunluğumuzdur. İnsanlığın nihai amacı erdemli, huzurlu ve mutlu olarak yaşamaları ve onlara bu hayatı sağlayacak olan iyi ve âdil toplum ve yönetimlerin oluşturulmasıdır. Bu amaca ulaşmanın birinci şartı ise bireylere ve toplumlara yüksek bir ahlak eğitiminin verilmesidir. Bu yüksek ahlaka ulaşmanın birinci şartının da bir sorgulama ve eleştiri kültürünün geliştirilmesi olduğunu savunuyorum. O nedenle de kültürümüze ve bugünümüze eleştirel bir yöntemle bakmaya çalıştığımı yazılarımı takip eden değerli okuyucularım fark edecektir.

Eleştirel bakışın hedefi, en genel anlamıyla ‘doğru’yu ve ‘iyi’yi bulmaktır ve bu öncelikle ahlâkî bir sorumluluktur. Kur’an’ın “büyük hayır” (Bakara 2/269) diye nitelediği ‘hikmet’in kültümüzdeki asıl anlamı da “doğru olanı bulmak ve iyi olanı yapmak”tır. Çünkü bütün zamanlarda fıtratı bozulmamış bütün insanlar için bilimde amaç doğru olanı bulmak, ahlakta amaç iyi olanı yapmaktır. Kur’ân-ı Kerîm’in nihai amacı da insanlığı inançta doğru olana, ahlakta iyi olana ulaştırmaktır.

Bir iddianın, bir fikrin, bir bilgi ve uygulamanın bilimde doğru, ahlakta iyi olup olmadığı ancak onun sorgulanıp eleştiriden geçirilerek o konuda aklın ikna olması ve vicdanın rahatlamasıyla kesinlik kazanır. Bu açıdan “sorgulama ve eleştiri rahmettir.” Sorgulama ve eleştiri ise aklın ve vicdanın Allah’tan başka herkesten ve her şeyden özgür olmasını gerektirir.

Epey zamandır bende oluşmuş bulunan kanaate göre Müslümanların önemli sorunlarından biri, sorgulama ve eleştiri kültürünü geliştirememiş olmalarıdır. İslam’ın Peygamberi kendisine karşı yöneltilen eleştirileri bile olgunlukla karşılamış; mescidde yaptığı konuşmada ileri sürdüğü görüşü açık bir dille eleştiren sıradan bir kadını susturmayı aklının ucundan bile geçirmemiştir. Hatta ilgili vahiy kadının görüşünün doğrulamıştır (Mücâdele 58/1-4).

Ama bu eleştiri, düşünce ve ifade özgürlüğü fazla sürmedi. Pek de ahlâkî olmayan siyaset ve mezhep taraftarlığı gibi bazı ayrışmalar yüzünden özgürlük karşıtı bir baskı atmosferi oluştu; farklı görüşlere tahammülsüzlük kültür haline geldi.

Bilhassa rakip mezhepleri “hasım” bilip, onların tezlerini çürütmek için “ilim” adı altında “cedel, münazara, hilâf” gibi tartışma teknikleri üretilirken, mezhep içinde yapıcı bir sorgulama ve eleştiri kültürü geliştirilmedi. Sonuçta baskıcı atmosfer Müslüman toplumlarda sorgulama ve eleştiri zihniyetini öldürmüş, giderek katılaşan bir mezhep-tarikat taklidi ve taassubu üretmiştir.

İkinci kamburumuz ahlak sorunudur. Zannımca Müslümanlar olarak bugüne kadar yaşadığımız tecrübelerden çıkaracağımız en dikkat çekici sonuçlardan biri de yazılı kültürümüzde ve öğretim kurumlarımızın programlarında ahlaka hiçbir zaman gerektiği kadar yer verilmediği gerçeğidir.

Kur’an’ın üçte birinden fazlası ahlak konularını içeren ayetlerden oluştuğu halde Kur’an’ın muhtevasındaki konuları listeleyen klasik eserlerde ahlaka dair ayetlere ya hiç veya yeteri kadar yer verilmemiştir. Bu ilgisizlik, m. 9-13. yüzyıllar arasında tercüme ve telif şeklindeki felsefî ahlak kitaplarından etkilenerek sistematik ahlak kitapları da yazan Râgıb el-Isfahânî, İmam Mâverdî, Gazzâlî, Fahreddin er-Râzî gibi birkaç din âliminin dışındaki kelam ve fıkıh âlimleri için fazlasıyla geçerlidir.

M. Âbid el-Câbirî’nin de tespit ettiği üzere (el-Aklü’l-Ahlâkî el-Arabî, Beyrut 2001, s. 61), İslam’ın ilk yüzyılında insanlar ahkâm (fıkıh) ayetleriyle ahlak ayetleri arasında ayırım yapmıyorlardı. Muhtemelen bu durum, İslam âlimlerinin ahlak ile ahkâmı birlikte değerlendirmelerine yol açmıştır.

Fakat Câbirî’nin tespiti eksiktir. Nitekim Kur’an’da fıkıh, kelam, tefsir, hadis ilimleriyle dil ilimleri de yoktu. Ama sonraki zamanlarda bu ilimler teşekkül etmiş ve bu alanların tamamında zengin bir literatür üretilmiştir. Ahlaka gelince, az önce belirtilen isimler dışındaki Müslüman ulemanın ürettiği ilimler arasında –ahlaka dair bazı hadis derlemeleri hariç- bilgi ve düşünce alanı olarak ahlak yer almadı.

Yukarıda isimleri anılan din âlimlerinin yazdıkları sistematik ahlak kitapları ise hem sayı hem de yazım zamanı bakımından sınırlı olmuştur.

Sonuç olarak Müslüman dünyanın yaşadığı sorunları aşmasının bu iki kamburdan kurtulmasına bağlı olduğu kanaatindeyim.

Önceki ve Sonraki Yazılar