1. YAZARLAR

  2. ALİ BULAÇ

  3. Cehennem Üzerine
ALİ BULAÇ

ALİ BULAÇ

Cehennem Üzerine

A+A-

Cehennem, “azap”, alıkoyma veya engellemeden türetilmiş bir kelimedir. Mastar olarak susuzluğun şiddetinden dolayı yemeyi terk etmek anlamında kullanılır. Suyun tatlılığına “uzube” denir. Su, arılığını ve tatlılığını koruması için herhangi bir kapta, testide tutulur, alıkonup bekletilir. Geleneksel fıkhın kriterlerine göre suyun temiz olduğunu renginden, tadından ve kokusundan anlamak mümkün; bugün ise gelişmiş teknolojik imkan ve araçlarla yapılan analizlerle suyun niteliğini ve kalitesini anlamak mümkün . Belli şeylerden alıkonan, engellenen kişi azaplandırılmış olur. Bu yüzden birçok şeyin kısıtlanması demek olan hapis hayatı aynı zamanda özgürlüğün engellenmesidir. Azaba çarptırılan insan, bedenine hoş gelen, haz veren şeylerden mahrum kalır, buna mukabil haz karşıtı olan her şeyi, acı ve ıstırabı tadar. İnsanların birbirlerine yaptığı kötülük ve işkenceye de azap denir, modern Arapça’da da ta’zib işkence demektir; Firavun’un İsrailoğullarına yaptığı gibi (bkz. 7/A’raf, 141).

Cehennemin Kur’an-ı Kerim’de birden fazla ismi, sıfat ve türevleri vardır. Kısaca ateş (nar) yığını, yurdu demek ise de,  “Haviye” geri dönüşsüz yer, derin uçurum, içine atılanın yukarıdan aşağı yuvarlandığı yer (101/Karia, 9/11); “Sair” çılgınca yanan ateş (31/Lukman, 21);  “Leza” dumansız-katıksız ateş (70/Mearic, 15-16); “Sekar” şiddetl sıcaklık (74/Müddessir, 28-29); “Hutame” içine atılan her şeyi kınp yakan (104/Humeze, 4-7); “Siccin” cehennemin dibi, hapishane;  “Cehim” kat kat yanan, şiddetli alevler (74/Müddessir, 26-30) gibi isim ve sıfatları vardır.

Bunlardan başka cehennem için ayrıca “Gayy”, “Semum (sam yeli)”, “Hamim-“ ısı derecesi yüksek, kapkara duman, “Harik” yakıcı yangın yeri kelimeler de kullanılmaktadır.

Cehennemin koruyucu meleğinin ismi Malik, görevlileri zebanidir. Yedi kat veya derekeleri vardır

Kısaca yaygın ve ilk öne çıkan anlamıyla cehennem azap yeri, daha geniş anlatımla belli norm ve kuralların ihlali, herkesçe bilinen sınırların (hudut) çiğnenmesi ve bunlarla bağlantılı olarak tanımlanmış cürümlerin (suç ve günahlar) işlenmesi karşılığında faillerin fiilleri dolayısıyla şaşmaz adalet terazisinin tayin ettiği karşılık (ceza), maruz kaldıkları (müstahak oldukları) azap ve azap yeridir.

Bizim Türkçe’de olumsuz anlamda kullandığımız “ceza” kelimesinin Arapça’da hem iyi (Salih amel, takva, hasenat) eylemlerin karşılığı ödül, hem suç ve günahların (inkâr, fısk, fücur, zulüm, seyyiat) karşılığı azap olmak üzere iki anlamı vardır ki, çift kutuplu bu kavram failin fiillerine (amel ve eylem) göre hem cennete, hem cehenneme atıf olarak kullanılır. Bizim konumuz cürüm teşkil eden fiillerin karşılığı olarak failin/mükellefin azap çekeceği cehennemdir.

İslam inancının ana umdelerinden biri olan ahret günü (Yevmü’l ahire) dolayısıyla va’d ve vaid’in tahakkuk edeceği cennet ve cehennem haktır, varlıkları-hakikatleri inkâr edilemez. Cennet veya cehennem İkinci Sur’un üfürülmesiyle dirilenler (Ba’su ba’del mevt) hemen cennet veya cehenneme gönderilmez, hiçbir aracının (tavassut-tevessül) ve torpilin söz konusu olmadığı büyük mahkemede –Hz. Peygamber (s.a.)’in kızı Fatıma için “O gün ben dahi seni kurtaramam” (Buhari, Vesaya, 11) dediği (el Mahkemetü’l Kübra) günde muhakeme ve muhasebe yapıldıktan, mahza adaletin tecelli etmesinden, her hak sahibinin hakkını tam olarak aldıktan sonra, insanlar inançlarına ve eylemlerine göre ya cennete veya cehenneme gönderilir. Buna Din Günü (Yevmü’d din) denir.

Peki, konumuzla bağlantılı olarak suçlu günahkarların cehennemde karşılaşacakları azabın niteliği ve amacı nedir?

Azap, dünya hayatında kişinin kötü olarak yaptıklarına karşılık salt bir ceza mıdır? Yoksa dünyada tamamlanmamış bir tekamül sürecinin ahiret şartlarında devam etmesi ve tamamlanması için ödenmesi gereken ağır bir bedel midir? Hiç kuşkusuz azabın her iki boyutu söz konusu olabilir. Dikkatli bir şekilde bakıldığında, her ikisinin yani ceza ve bedelin birbirlerine alternatif olmadıkları düşünülebilir.

Kur’an-ı Kerim’de 321 defa geçen azap, Cumartesi yasağını çiğneyen İsrailoğulları (7/A’raf, 164-165); zina suçu işleyenler (4/Nisa, 25 ve 24/Nur, 2); yoksulların hakkını gözetemeyen bahçe sahipleri (68/Kalem, 17-33); Nuh kavminin tufanda boğulması (71/Nuh, 1); şiddetli yağış, sel felaketi, yıldırım çarpması, deprem (6/En’am, 65); cinayet (31/Lokman, 21); Allah’a iftira edenler (6/En’am, 93); dünya ve ahirette Allah’ın günahkârlara verdiği ceza için kullanılmaktadır.

Cehennemde günahkarlar için takdir edilen azap hem fiziki (cismani), hem (ruhimanevi) psikolojiktir. Cehennemi adaletin tesis edildiği araç/vasat –bir tür dünyadaki hapishane- vasat düşünebileceğimiz gibi, insanın ahirete götürdüğü kirlerden temizlendiği, araz ve hastalıklarının tedavi edildiği hastane gibi düşünebiliriz.

Yüce Allah’ın bazı kulları azaplandırması O’nun rahim ve gafur olmasına mani değildir, aksine adaletinin ve hakkaniyetinin bir gereğidir; onbinlerce çocuk, kadın ve masum insanı soykırıma uğratan Netanyahu ve Siyonist çetesinin bütün bu yaptıklarının yanlarında kâr kalacağını düşünebilir miyiz? Yeryüzünde şiddetli zulüm, baskı, işkence, yoksulluk ve yoksunluklara maruz kalanların hak ve hukuklarının korunmayıp suçlu-günahkârların cezasız kalması ilahi adalete ters düşer. Bu durumda mağdurlar ve mazlumlar ebediyyen sahipsiz kalır. Adaletin nihayetinde tesisi ve gerçekleşmesi için her suç sahibinin ceza görmesi gerekir. Her hak sahibinin hakkını alması her suçlunun ceza almasıyla mümkündür: mağdurun kendi rızasıyla hakkını helal etmesi başka. Ancak her suçlunun ceza göreceği İlahi vaiddir. Yüce Allah, hem merhamet sahibi ve gafurdur, hem suçluları cezalandırandır.

Uyarılıp her amelinin sonucu hakkında bilgilendirildiği halde, kişi eksik tekâmül seviyesinde kalmışsa, hatta bu yolda hiçbir mesafe almadığı için suç ve günah işlemişse, mesela hak ve hukuk ihlal etmiş, başkalarının rızkını elinden almış, çalmış, sömürmüş, baskı kurup zorbalık yapmış ise, yaptıklarının bir bedeli olmayacak mı? Allah’ın indirdiklerine kulak verip koyduğu hudutlara riayet etseydi bunların hiçbirini yapmaz dolayısıyla ahlaki ve manevi tekâmülünü dünya hayatında sürdürür, ruhsal ve manevi kişiliğini cennete elverişli hale getirirdi.

Şu halde kalan mesafenin tamamlanması, olgunlaşmasını gerekli seviyeye kadar ilerletmesi için belli işlemlerden geçmesi vicdan ve akıl icabıdır. Bu açıdan cehennem bir tür hastane veya rehabilitasyon merkezi gibi düşünülebilir. Kişi dünya hayatında görevlerini yapmamışsa, olgunluğu başaramamışsa, ahirette bunu yapacak, eksiğini tamamlayacak, gerektiği ve müstahak olduğu kadar zorluk ve sıkıntı çekecektir.

Lafızların zahiri bize Ahzab (33) suresi, 65. ayette belirttiği üzere cehennem özellikle müşriklerin  “içinde ebedi olarak dönüp dolaşacakları yerdir (Halidine fiyha ebeda.” Melekut alemine ait bir bilgi ve haber olması dolayısıyla, huld ve ebed’in keyfiyetini bilmiyoruz, bilmemiz de gerekmez.

Kim cehenneme gidecekse, amel defterinde yazıldığı haliyle odunlarını kendi sırtına alıp gidecektir. Herkesin cehennemde veya azapta kalma süreci dünyadaki imanının yokluğuna, azlığına ve eksik amelinin derecesine göredir. Kimisi bir lahza uğrar,1 kimisi uzun süre kalır.

Şu var ki bu, müşriklerin günün birinde tedavi sürecini tamamlayıp Allah’ın rahmetine sahip olacakları, kurtulacakları anlamına gelmez (4/Nisa, 116). Haber böyle gelmiştir.

Çennet veya cehennemin eberi olup olmadıkları yönündeki tartışmaların bir önemi yoktur, melekut ve gayb alemine ilişkin meseleleri oturup günlerce tartışmak faydasızdır. Belki bazı konularda geleneksel alimlerimizin yaptığı gibi “tavakkuf” etmek daha iyidir.

En doğrusunu Allah bilir.

Şüphesiz durup dururken bu konuyu yazmamın bir sebebi var. Son zamanlarda İslam’ın temel innç esaslarına, vaz’edilmiş hükümlerine karşı kimi belli, kimi belirsiz bir kampanya başlamış bulunuyor. Bilen bilmez her önüne gelen sözüm ona akıl, bilim adına İslami akide ve hükümleri sorguluyor.

x

Geçenlerde çok sevdiğim bir dostum bana sordu: Dünyanın şu veya bu hukuk sistemlerinde yasalar değişse bile, genelde suç fiillerine verilen cezaların iki özelliği var: Biri orantılı, diğeri sınırlı olmasıdır. Kur’an’da anlatılan cehennem azabı çok korkutucu, suç ne olursa olsun, ateşte yanmak, üstelik ebediyen ateşte kalmak dünyadaki en ağır cezalardan daha ağır değil mi?

Ona, İslam hukukunda da orantının esas alındığını, “el cezaü min cinsi’l amel” prensibine riayet edildiğini hatırlattıktan sonra, cehennem azabının da suçlunun dünyada iritkâb ettiği cürme ta’yin  edildiğini, İlahi adalet ve hakkaniyetin suçlu dahi olsa kimseye zulmü reva görmediğini söyledim.

Arkasından bize pek ağır gibi gelen cezaya gelince, şunu sordum:

-Bir senedir onbinlerce çocuk ve kadını katleden, Gazze’nin altyapısını, yerleşim yerlerinin yüzde 90’ını harbeye çeviren, 2,5 milyon insanı sudan ve ekmekten mahrum vaziyette çöle sürmek isteyen Siyonist Netanyahu ve çetesini ona ceza takdir etmek üzere sana teslim edecek olurlarsa, cehennemde anlatılan azaplardan hangisinden korursun?

Hiç tereddüt etmeden şunu söyledi:

-Kur’an’da ne kadar azap anlatılmışsa, hepsini ona verir, ateşte iken de onu seyretmek isterdim.

Ona:

-Var, o zaman tarihte benzer binlerce suç ve cinayet işleyen Nemrut, Firavun, Stalin, Hitler vb. zalim ve katilleri Netanyahu ile kıyas et” dedikten sonra, aklıma rahmetli Sait Nursi’nin şu meşhur nidası aklıma geldi:

“Zalimler için yaşasın cehennem!”

Sonra şu cümlesini tekrar ettim:

“Cennet ucuz değil, cehennem lüzumsuz değil!”

Şanı yüce Allah, ne buyurmuşsa bilginin, haberin ve sözün en doğrusunu buyurmuştur.

Kaynak:Mirathaber

Önceki ve Sonraki Yazılar