
Cevap “Zorunlu Eğitimin Süresi Çok Fazla”, Fakat “Soru(n) Ne?”
Ülkemizde zorunlu olarak kalınan ev (birinci mekân) ve zorunlu olarak gidilen okul veya iş (ikinci mekân) dışında insanlar, kendilerini gerçekleştirdikleri, ilgi, istidat ve kabiliyetleri doğrultusunda yetkinleşecekleri mekânlardan (üçüncü mekân) yoksun o
Başvekil İsmet Paşa ile Moskova’ya gittiğimiz vakit, bir toplantıda Stalin demişti ki: “Siz de bizim gibi Avrupa ile aranızdaki bir asır ayrılığı süratle doldurmaya çalışıyorsunuz. Siz de bizim gibi bazen yaptığınız fabrikayı bile yıkmayı göze almadıkça, bu işin altından kalkamazsınız.” Falih Rıfkı Atay’ın aktardığı bu anekdotta Stalin önemli bir gerçeğin altını çiziyor. Hoş, İsmet Paşa ve heyetine tavsiye veren Stalin’in ve Sovyetlerin “bazen yaptıkları fabrikayı bile yıkmayı göze aldıklarını” gösteren bir emareye şahitlik ettiğimizi pek söyleyemiyoruz ancak yine de hayati bir hususa değinildiği gerçeğini değiştirmiyor bu durum. Bazen “yaptığınız fabrikayı yıkmayı göze almak” gerekliliği, kendinizle ve hayatla dinamik bir ilişkiye, eleştirel bir mesafe alabilmeye ve yaptıklarınız ile amaçladıklarınız arasındaki uyumluluğa sürekli dikkat etmeye vurgu yapıyor. Dolayısıyla yaptığınız şey ile amaçladıklarınız arasında anlamlı bir ilişki oluşmuyorsa “fabrikayı yıkmayı göze almak” ve yeni bir arayış için yola koyulmak gerekiyor. Sovyetlerin alternatif bir sistem olarak yaşadığı son, bu süreçteki performansının ne olduğunu gösteriyor. Stalin’in tavsiyelerine maruz kalan heyetin ve dolayısıyla ülkemizin performansını da mevcut durumumuz üzerinden gözlemleyebiliyoruz.
Anekdotu Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “Zorunlu eğitimin çok olduğunu, yakında bunun tartışmaya açılacağını tahmin ediyorum. Bu kadar uzun bir süre standart bir eğitime çocukları tabi tutmak doğru olmayabilir” beyanı vesilesiyle paylaşmak istedim. Anlaşılan o ki zorunlu eğitimin süresine ilişkin MEB bir düzenlemeye gidecek. Kamuoyu da şimdiden düzenlemenin lehinde ve aleyhinde bir ayrışmanın parçası olmaya başladı. Yıllardır zorunlu eğitimi tartışmamız gerektiğini belirten birisi olarak normalde açıklama dolayısıyla sevinmem gerekiyor. Ancak Türkiye’nin bürokratik genetiğinin nasıl yapılandırıldığına şahitlik etmişseniz her tür değişim teklifi karşısında teyakkuza geçmeniz olmazsa olmazdır. Çünkü Türkiye’de yaşıyor olmak, iktidar kim olursa olsun, her tür değişim atılımının yerleşik düzenin devamını sağlayacak şekilde yönlendirildiğini yeteri kadar deneyimlemek anlamına gelmektedir.
Doğruyu Yanlışa Payanda Yapmak
Israrla vurguladığım bir hususa yeniden değinmekte yarar görüyorum. Türkiye’de çok doğru, çok haklı gerekçeler ileri sürülerek olmadık düzenlemelere girişilir. Haklı şeyler, doğru gerekçeler ileri sürülürken yapılacak düzenlemeye o kadar hızlı geçiş yapılır ki toplum akıl tutulmasına maruz kalır ve yapması gereken muhakemeyi yapamaz hale gelir. Yerleşik düzen de Türkiye’nin kronik meselesinde anlamlı bir mesafe almadan bir çözüm yanılsaması ile kendi varlığını, işleyişini aynıyla devam ettirmeyi başarmış olur. Hatırlanacağı üzere bütün Türkiye’nin karşı çıktığı mülakat mevzusunda da sayın bakan ısrarla geri adım atmamış ve bunun için ÖSYM Alan Testi istatistiklerinin evlere şenlik hali, ülkenin nitelikli öğretmene olan ihtiyacı gibi çok haklı verileri ileri sürmüştü. Bu çarpıcı verileri duyanlar mülakat gibi aklın, mantığın, vicdanın kabul etmediği bir uygulamaya ses çıkaramaz bir vaziyette buldular kendilerini.
Zorunlu eğitim meselesi üzerinden de benzer bir sürecin içine doğru sürükleniyoruz. Birtakım haklı gerekçeler ileri sürülecek ve ardından lüzumsuz bir düzenlemeyle zorunlu eğitimi dört başı mamur şekilde tartışmaktan uzak düşmüş olacağız. Düzenleme nedeniyle oluşan karşıtlık da ideolojik-politik bir cila üzerinden keskinleştirildiğinde zaten mevzu büsbütün buharlaşacak ve sistem temel koordinatlarıyla varlığını muhkemleştirip yarınlara da pençesini atarak yaş almanın keyfini sürecektir.
Zorunlu Eğitimin Varoluş Koşulları Nedir?
Tam bu noktada zorunlu eğitim dolayımında bazı hususlara değinmekte yarar görüyorum. Zorunlu eğitimi mümkün kılan koşulları dört temel dinamikle ilişkilendirmek mümkün. Bunlar kabaca siyaset, ekonomi, teknoloji ve bilimsel-felsefi anlayış olarak tanımlanabilir. Zorunlu eğitim siyasal anlamda homojenliği, standardizasyonu gözeten ve bunu bir toplumsal mühendislik ile gerçekleştirmeyi planlayan modern devlet formu ile bağlantılıdır. İkincisi, zorunlu eğitim sanayiye dayalı bir toplumsal yapının gereksinimlerine cevap verebilecek nitelikte ve üretkenlikte işgücü ihtiyacının karşılanması ile ilintilidir. Üçüncüsü, zorunlu eğitim bu arzu ve gereksinimlere cevap verebilecek seri basım teknikleri ve ulaşım, iletişim ağıyla genişleme imkânı bulan bürokratik yapılanmayla ilişkilidir. Dördüncüsü de zorunlu eğitim doğru bilgiye sahip olduğunu düşünen ve bunun başkasına aynı şekilde aktarılması gerektiğine inanan düşünsel-felsefi anlayışla, yani Aydınlanma’yla ve özellikle onun pozitivist kanadıyla irtibatlıdır.
Dikkatlice bakıldığında bu dört hususun da birbiriyle ilintili ve iç içe geçen hususlar olduğu görülüyor. Tarihin en erken dönemlerinden beri insanın istenen şekilde yetiştirilmesi yönünde yöneticilerin büyük arzu taşıdıkları inkâr edilemez açıklıktadır. Ancak bu şiddetli arzuyu hayata geçirecek enstrümanlar olmadığında birtakım çaresiz çırpınışlar dışında yapacak bir şey de kalmıyor. Modern dönemin ayırıcı vasfı, bu arzuyu taşıyabilecek araçlara sahip olmasıdır. Bu yüzden de zorunlu kitlesel eğitimin temel varoluş koşulları Bauman’ın ifadesiyle modernliğin katı dönemidir. Zaten anlamlı bir zorunlu eğitim tartışmasının dayanak yapacağı yer de temelde burasıdır. Yani katı modernlik koşullarının akışkanlaştığı bir yerde zorunlu kitlesel eğitim formunun dünden bugüne uzanan bir tortu olarak sorgulanması gerekliliğidir. Siyasetten ekonomiye, teknolojiden düşünsel-felsefi anlayışa uzanan köklü kırılmaların yaşandığı yerde zorunlu eğitim formu ortaya çıktığı dönemin temel özelliklerini muhafaza ederek varlığını devam ettiriyor. Teferruatlı olan bu bahsi bu yazının sınırlılıkları içinde tüketmek elbette mümkün değil. Makbul vatandaşa, itaatkâr işçiye, matbaa ve kitap özelindeki teknolojik yapıya ve pozitivist anlayışa yaslanan tarihsel hikâye bugün bütün bu görünümleriyle bambaşka bir yerde.
Hayat Organizasyonunun Parçası Olarak Zorunlu Eğitim
Çok önemli bir husus da mevcut zorunlu eğitim yapılanmasının basit bir bilgi aktarımı organizasyonu olmanın çok ötesinde, doğrudan doğruya bir hayat organizasyonunun parçası olarak karşımıza çıkıyor olmasıdır. Bu yüzden meseleyi sınıf ve sınıfta öğretilecek şeyin ne olacağı, nasıl olacağı şeklindeki teknik tartışmaya indirgeyen yaklaşım, alan kavrayışımıza ve alanın kendisine karartma uygulayan son derece sığ ve yanıltıcı bir bakış olarak değerlendirilmelidir. Zorunlu eğitim; toplumsal hayat tanzimi olarak vardır, önemi ve anlamı da buradan gelmektedir. Zorunlu eğitim, zannedilenin aksine aktarılması planlanan bilginin yıllara bölüştürülmesi üzerinden açığa çıkan matematiksel bir işleme dayanmaz. Zorunlu eğitim kısaca Türkiye’deki milyonlarca gencin zorunlu olarak kaldıkları evin dışında hayatla temas kurdukları en önemli ve en yaygın öteki alandır. Bu yüzden ısrarla zorunlu eğitim tartışması hayat tanziminin nasıl olduğuna kaydırılmadığında bir kandırmacadan öteye geçemez diyorum. Ülkemizde zorunlu olarak kalınan ev (birinci mekân) ve zorunlu olarak gidilen okul veya iş (ikinci mekân) dışında insanlar, kendilerini gerçekleştirdikleri, ilgi, istidat ve kabiliyetleri doğrultusunda yetkinleşecekleri mekânlardan (üçüncü mekân) yoksun oldukları için zorunlu eğitim tartışması bir noktadan sonra anlamını da yitirmektedir. Çünkü zorunlu eğitimin süresini kısaltmak hayat tanzimini yeniden yapmayı gerektirmektedir. Bunun için kent tasarımından iş hayatına uzanan geniş ölçekli bir planlamanın, sadece öğrencilere değil yetişkinlere de hitap eden canlı bir sivil yapılanmanın hayat bulması gerekmektedir. Okuldan alıp kontrolsüz şekilde sokağa bırakamayacağınıza göre öğrencilerin fiziksel, duygusal, sosyal, psikolojik ve bilişsel gereksinimlere cevap verebilen kültür, sanat, spor merkezlerinin mevcut ve hem fiziksel hem de ekonomik açıdan erişilebilir olması gerekli. Bunun yanı sıra nitelikli bir boş zaman kullanımına izin veren güvenli parkların, oyun alanlarının, sohbet, muhabbet ortamlarının olması lazım.
Zorunlu Eğitimi Nasıl Sorunsallaştırmak Gerekiyor?
Zorunlu eğitim özelinde “yaptığınız fabrikayı yıkmayı göze almak” iddiası aynı zamanda kullandığımız araç ile gerçekleşmesini arzu ettiğimiz amaçlarımız arasındaki ilişkiyi de makul bir sorgulamaya tabi tutmayı gerektiriyor. Kullandığımız bu araç niçin amaçlarımızı geçekleştiremiyor? Problem nedir? Zorunlu eğitim formunun kendisinde bir problem var mı? Süreyle ile ilgili sıkıntı olduğuna hangi verilerle, hangi analizlerle karar verdik? Zorunlu eğitimin süresi sekiz yıl iken bu yapı çok mu nitelikli haldeydi? Zorunlu eğitim özelinde konuştuğumuz yapısal sorunlar acaba bu formu aşan nitelikte olabilir mi? Amaçlarımız gerçekçi mi? Bu forma uygunlukları yerinde mi? Bu araç ve amaçlar ile günümüz dünyasının gerçekliği arasında anlamlı bir etkileşim var mı? Örneğin mevcut okul yapılanmamız ile yükseköğretim planlamamız arasında rasyonel bir ilişkiden bahsedilebilir mi? Mevcut ortaöğretim sistemimiz ile iş yaşamımız arasında bir bağlantı kurulabilir mi? Hatta daha ileri giderek ülkemizde verilen eğitim ile ekonomik hayat arasında makul bir geçişkenlikten bahsedilebilir mi? Evet, amaçlarımızın gerçekleşmediğini gördüğünüzde “yaptığınız fabrikayı yıkmayı göze almak” çok makul bir seçenek gibi görünüyor olabilir. Ancak Stalin’in ifadelerine yansıyan bu uyarı, Sovyetlerin tarihinde de gördüğümüz üzere temel meseleleri bütüncül şekilde görmeyi engellemek için operasyonel bir bürokratik manevra olarak da ileri sürülebilir veya bu şekilde işlev görebilir. Zorunlu eğitimi içinde bulunduğu geniş bağlamla ele almadan, paradigmasına, politikasına, ruhuna, yapısına, işleyişine vs. dokunmadan, araç-amaç uyumunun yerindeliğini gözden geçirmeden süresi üzerinden meseleyi tartışmak zaten “fabrikayı yıkmayı göze almak” olarak değerlendirilemez. Daha çok iflas eden bir yapıyı aynı mantık, aynı tarz, aynı işleyişle yaşatmada ısrar etmek olarak değerlendirilebilir.
Zorunlu eğitim ifadesi, isminden de anlaşılacağı üzere zorunlu eğitime alınanları gayrimeşrulaştıran ve onların iradelerini bu yüzden de yok sayan bir konumlanıştan hareket eder. Giddens’ın, modernliğin yerinden çıkarma ve yeniden yerleştirme süreci olduğuna ilişkin analizi hatırlanırsa zorunlu eğitimin yerini ve işlevini de tayin etmek kolaylaşacaktır. Zorunlu eğitim bir ekonomik-politik özne yaratım mekanizmasıdır ve bu niteliği itibarıyla da gayriinsani ve gayriahlakidir. Bu yüzden de Chomsky’nin zorunlu eğitimi ABD’nin Irak’a götürdüğünü iddia ettiği zorunlu demokrasiyle benzeştirmesi çarpıcıdır ve oldukça da yerindedir.
Bu bağlam içerisinde düşündüğümüzde Türkiye’de zorunlu eğitimi tartışmanın aşağı yukarı hangi zeminde olduğunda anlamlı ve gerçekçi olacağı açıktır. Aksi takdirde “zorunlu eğitimin süresi çok uzun veya çok kısa” gibi değerlendirmelerin kendi başlarına bir anlamı olamaz. Mesele sürenin ne olduğundan önce nasıl bir hayat içinde olduğumuz, bu hayatın dinamiklerinin ne olduğu ve zorunlu eğitimin burada nasıl yapılandırıldığıdır.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.