1. HABERLER

  2. DÜŞÜNCE - YORUM - ANALİZ

  3. Çıkarlara Bağımlılığın Sefaleti
Çıkarlara Bağımlılığın Sefaleti

Çıkarlara Bağımlılığın Sefaleti

İslam dünyası toplumlarında, küresel tiranların müttefiki olan yerel tiranlar, ırkçı ve haç'lı bir dünya tahayyülü ile hesaplaşmaları gerekirken, somut sömürgeci bir projeyle hesaplaşmaları gerekirken, politik oportünizmler peşinde koşuyor.

A+A-

İnsanlığın dünyası, içerisinde yaşadığımız dönemde, teknoloji yoluyla toplumsallaşıyor. Teknik merkezli toplum-dünya, hiçbir ahlak-değer sistemi içermiyor, bu tür bir sisteme asla ihtiyaç duymuyor. İnsani varoluşu araçsallaştıran, teknoloji kültürünü içselleştiren toplum-dünya, bütün sınırların aşıldığı, aşılabildiği, benzersiz, ürkütücü bir dünya oluşturuyor. Bugünün dünyasını teknoloji putperestliği belirliyor. Tekno-bilimsel putperestlik, insanlık dünyasına yakıcı/kirli ve radikal bir yabancılaşmayı yaşatıyor. Teknolojinin yoğun dönüştürücü etkisi karşısında, yerli-milli propaganda söylemi-kültürü, sadece bir propaganda sloganı olarak kalıyor. Teknolojinin yoğun dönüştürücü etkisi karşısında, görsel kültür, ekonomik kültür varlığını bir şekilde sürdürürken, entelektüel kültür, edebi ve estetik kültür, etkin bir varlık ortaya koyamıyor.

İslam dünyası toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da düşüncelerin değil, duyguların ve duygusallıkların ürünü olan muhafazakar dindar çevreler, duygusal bir kültür iklimi oluşturuyor. İslam toplumlarında bir sorgulama geleneği olmadığı için duygusallıklarla, kapsamlı/etkili bir kavrayış tarzı oluşturulamıyor. İslam toplumlarında, Türkiye’de de mevcut toplumsal-siyasal gerçekliğin düşünce/kültür/edebiyat hayatımıza, entelektüel hayatımıza olumlu yönde hiçbir katkısı yok. Mevcut toplumsal-siyasal gerçeklik her dönemde inandırıcı olmayan umutlar üzerinde yoğunlaşıyor. İslam dünyası toplumlarında mutlak güç figürü olan tiranlar, keyfi otoriterliklerle, keyfi baskılar/adaletsizliklerle, patolojik bir siyasal kibirle, ölçüsüz/aşırı/abartılı görgüsüz ve gösterişçi popülizmlerle, ikiyüzlülüklerle, sistematik bir oportünizm geleneğiyle çok kapsamlı bir nitelik düşmanlığı sergiliyor.

Oportünizmler-popülizmler adına, sistematik bir şekilde nitelik düşmanlığının yapılabildiği toplumlarda, varoluşun/hayatın/tarihin/insanlığın temel sorunları hiç konuşulmuyor, bu sorunları cevaplandırabilecek, evrensel yankı uyandırabilecek içerik üretebilecek isimler-eserler üretilemiyor. Toplumlarımıza hakim olan faydacı ve araçsal düşünce, kitleleri varoluşsal anlamlara yabancılaştırıyor. Düşünmeyen toplum anlam üretemediği gibi, fikir de üretemez. Duygusal algıların, düşünceden öncelikli olduğu toplumlarda, Türkiye’de de içerisinde yaşayarak gördüğümüz üzere, yapısal düşünce, yapısal düşünce yapıları inşa edilemiyor, bu tür toplumlarda, araçsal düşünce ve araçsal değerler belirleyici olabiliyor. Bütün bu nedenlerle araçsal düşünce ve araçsal değerler temelinde şekillenen, propaganda muhafazakarlığının, propaganda dindarlığının, yüzeysel muhafazakarlığın ve yüzeysel dindarlığın hakim olduğu toplumumuzda bugün, her tür sapkınlık kol geziyor.

İslam dünyası toplumlarında, küresel tiranların müttefiki olan yerel tiranlar, ırkçı ve haç'lı bir dünya tahayyülü ile hesaplaşmaları gerekirken, somut sömürgeci bir projeyle hesaplaşmaları gerekirken, politik oportünizmler peşinde koşuyor. Yahudi-Hıristiyan ve seküler bir çerçeve içerisinde somutlaşan ve dünya ölçeğinde belirleyici olmayan çalışan Batı ideolojisi, müttefiklerini bu ideoloji doğrultusunda araçsallaştırabildiği ölçüde destekliyor. Bağımsız siyasal iradeleri/yapıları/kavram ve kurumları olmayan, İslami işlev ve misyonları olmayan İslam ülkeleri kendilerini mutlak kötülüğe adayan, ırkçı ve haçlı tahakküm ihtiraslarıyla birlikte, vicdansızlığı ve merhametsizliği de küreselleştiren, modern-liberal-demokratik sömürgecilik karşısında radikal bir sorumsuzluk ve umursamazlık sergiliyor.

İnsanlık tarihi aziz Filistin halkının maruz bırakıldığı eşsiz ve korkunç kötülükler gibi kötülük görmediği gibi, bu kötülükler karşısında, İslam ülkelerinin sergilediği iradesizlik/teslimiyetçilik/siyasal sessizlik vb. gibi kötülükleri de görmedi. Günümüzde bütün toplumlar araçsallaştırmalara maruz kaldıkları halde, araçsallaştırmaları normalleştirdikleri halde bu zelil durumun nedenleri ve sonuçlarıyla ilgili bir yüzleşmeye cesaret edemiyor. Batı ideolojisi doğrultusunda, yerel tiranların kişisel ihtirasları doğrultusunda, araçsallaştırılan toplumlarda kitleler gönüllü olarak, propaganda nesnesi olmayı kabul edebiliyor. Propaganda nesnesi olan kitleler, kendi kendilerini temsil yeteneklerini bütünüyle kaybettiklerini hiçbir şekilde fark etmiyor. Araçsallaştırılabilen toplumlarda adalet-hukuk, istenilen zamanlarda-koşullarda askıya alınabiliyor. Hangi toplumda olursa olsun, gücün-hukukun, ahlaki-vicdan sınırların dışında kullanılması, kullanılabiliyor olması, sömürgeliğin sıradanlaşması anlamı taşır. İslam toplumları düşünmeyi değersizleştirdikleri için, yapısal edilgenlikleri, yapısal maduniyetleri biriktirmeye devam ediyor. Kendilerini çıkar ve iktidar mücadelelerine adayan bireyler-topluluklar gerçek kişilik ve karakterlerini kaybederek iktidarlar/saraylar tarafından köleleştiriliyor. İktidarlar/saraylar tarafından, çıkarlarının ve araçsal değerlerin kölesi haline getirilen kitleler, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde hakikati temsil etmeye, hakikatin dili ve vicdanı olmaya cesaret edemiyor. Türkiye’de 7 Ekim 2023 Filistin- İsrail savaşı ve soykırımı devam ederken, terör devleti İsrail'le ticari ilişkilerini sürdüren muhafazakar-dindar iş çevreleri, ahlaki anlamda çok derin bir atalet ve meskenet içerisinde yaşadıkları için, sefil çıkarcılığın, çıkarlara bağımlı sefaletin ve ikiyüzlülüğün sıfır noktasına savruldular.

İslam toplumları günümüzde, İslam’ı, sağcı-milliyetçi popülizmlerin-hamasetin sınırları içerisine hapsedilmiş araçsal bir dindarlık biçiminde yaşıyor. İslam’ın varoluşsal-evrensel bütünlüğüne, işlevlerine, misyon ve vizyonuna inanan kadrolar-topluluklar-cemaatler olmaksızın, İslam'dan, İslamileşmeden, İslami bağımsızlık mücadelelerinden söz edemeyiz. Çıkar insanları, çıkar kadroları, çıkar politikaları, hiçbir zaman gerçek konumlara, gerçek kişiliklere sahip olamazlar, hayatları boyunca bir an bile ahlaki bir duruş sergileyemezler. İnsanlık tarihi boyunca, insanlığın kazandığı ne kadar iyi şey varsa ne kadar ahlaki-vicdani değer varsa, bütün bunlar 7 Ekin 2023 Filistin-İsrail savaşı sırasında, Amerikan Haçlı Emperyalizmi ve Siyonist ırkçılık tarafından bütünüyle yok sayıldı. 7 Ekim 2023’de başlayan Hamas-İsrail savaşı sırasında ırkçı Siyonist terör devleti savaşan kesimlerle, savaşmayan kesinler arasında hiçbir ayrım gözetmedi. Bugünün demokrasileri, sömürgeci demokrasiler, Filistin halkının soykırıma tabi tutulmasına bir şekilde katkıda bulundular.

Ahlaki erdemlere yabancılaşan yerel ya da küresel iktidarlar, saltanat sahipleri, bu yabancılaşma ve çürüme sebebiyle kendi bakış açılarını hiçbir zaman sorgulama gereği duymuyor, bu nedenle de tiranlıklarını, pervasızlıklarını, sıradanlaştırabiliyor. Çıkarcılığın, fırsatçılığın içselleştirilebildiği bir dünyada-toplumda-ülkede düşünsel-kültürel-entelektüel üretkenlik-etkinlik-nitelik gerçekleştirilemiyor. Bu tür toplumlarda-ülkelerde toplumsal eleştiri yapılamadığı gibi, özeleştiri de yapılmıyor. Yerleşik gerçeklerle bütünleşen toplumlarda eleştiriye, özeleştiriye ihtiyaç duyulmuyor. Bugün, toplumlarımızda, fırsatçılık, çıkarcılık, muhafazakar dindarlığın himayesini de kazanarak, yerleşik bir gerçekliğe dönüşmüş bulunuyor. Erdemli toplumlarda, bireyler, önyargılarla yüzleşmeye, bunları aşmaya cesaret ederler. Önyargılarla yüzleşme yeteneği, kendi bakış açılarının geçerliliğini sorgulama yeteneği, nitelikli toplumlara özgü çok güzel bir haslettir. Bu tür hasletlere sahip olmayan, düşünmeyen toplum anlam üretemez, anlamlı ilişkiler kuramaz. İslami idealler, İslami bir dava ancak, evrensel zihinlerle, evrensellik bilinciyle donanmış kadrolarla yürütülebilir. Yerli-milli muhafazakar dindarlıklarla İslami bir dava bilinci oluşturulamaz. Çok kültürlü, çok dilli, çok renkli bir mirasın/birikimin/ufkun adı olduğu için İslam, yerli-milli sınırlarla bütünleştirilemez. Günümüzde, yerli-milli muhafazakar dindarlık, resmi klişelerle, sloganlarla, resmi yorumlarla, resmi çıkarlarla bütünleşerek, evrensel ufuklardan bütünüyle uzaklaşmış bulunuyor. Evrensel ufuklardan işlevlerden, etkilerden, dayanışmalardan uzaklaştığı için, yapısal bir edilgenliğe mahkum edilen yerli-milli-resmi dindarlıklar, bu edilgenlik sebebiyle, bugün, sömürgeci kötülükler, yıkım teknolojileri karşısında bağımsız bir siyasal varoluş sergileyemiyor.

İslam toplumları, maruz bırakıldıkları, mahkum edildikleri yapısal edilgenlikle ilgili kapsamlı/içtenlikli/acımasız yüzleşmeler yapmadıkça, bağımsız bir irade devrimi gerçekleştiremezler. Yapısal edilgenlikle malul bulunan toplumlar-kültürler her durumda, bilgi üstünlüğü yarışı içerisinde bulunan, emperyalist güçler tarafından araçsallaştırılabilirler, bugün de araçsallaştırılıyorlar. Günümüz dünyasında çok derin, çok yönlü, insani-ahlaki bir kriz yaşanıyor. Teknoloji putperestliği küresel bir dehşet-korku toplumu oluşturuyor. Bugünün insanlığı varoluşsal ikilemlerle birlikte yaşıyor. Dijital çağda ahlaki anlamda, entelektüel anlamda kontrol edilemeyen ekran sorumsuzluğu, ekran bağımlılığı zihinsel-ruhsal kötürümlüklere neden oluyor. Teknoloji-ekran bağımlılıklarının neden olduğu "sosyal medya depresyonu" YouTube narsisizmi gibi pek çok yeni hastalık küresel ölçekte yayılıyor. Korku ve nefret üreten dezenformasyon sorunu, bütün toplumları ciddi bir biçimde tehdit ediyor. Gündelik hayatın pragmatik popülizmi ile bütünleşen varoluşlar, küresel gidişatın seyriyle ilgili hiçbir tefekküre, derin tefekküre ihtiyaç duymuyor.

Bu popülizmleri içselleştiren unsurlar-topluluklar, araçsal etkinliklerde, faaliyetlerde, ilişkilerde, kullanışlı unsurlar olarak öne çıkıyor. Bu popülizmler yoluyla, muhafazakar dindarlıklar yoluyla, araçsal bağlılıklar, araçsal aidiyetler gerçekleştirilebiliyor.

İslami varoluş, çok yönlü, çok ufuklu, çok boyutlu tefekkürü, kamusal sorumluluk içeren tefekkürü, somutlaştırdığımızda bir anlam kazanır. Gündelik hayatın popülizmleriyle biçimsel-ruhsuz dindarlıklarla bütünleşmek, alışkanlığa dönüştürülen dindarlıkları içselleştirmek, derin tefekkür dünyasına yabancılaştırıyor. Alışkanlığa dönüşmüş dindarlık, muhafazakarlık biçimleriyle, günümüz İslam toplumları, sömürgeciliğini cinnete dönüştüren patolojilere cevap veremiyor. Batılı kültürün mutlak üstünlüğü mitolojisi yoluyla, sömürgeci cinnet, beyaz adamın ilkel psişik özellikleri maskelenebiliyor, örtbas edilebiliyor. Batı kültürünün mutlak üstünlüğü mitolojisi, beyaz adamın misyonu dili-söylemi, Batı kültür ve uygarlığını tapınılan büyük bir put'a dönüştürüyor. Bu büyük put-putlaştırma sebebiyle, Beyaz adam, Filistin'de, Bosna'da, Afganistan'da, Irak ve Suriye'de, Libya ve Lübnan'da vb. uyguladığı işgal- istila-yıkım-katliam-soykırım-sürgünlerle ilgili hiçbir şekilde bir suçluluk duymuyor. Beyaz adamın modernlik ve güç kavramlarını icat ederek, bu doğrultuda evrensel bir projeyi hayata geçirmesiyle birlikte, medeniyet fikri ve tecrübesi sona erdi. Medeniyet ya da uygarlık, bugün, sadece ideolojik bir klişe olarak kullanılıyor. Medeniyet-uygarlık tecrübesinin sona ermesiyle birlikte sömürgecilik ve emperyalizm dönemleri, kitlesel tehcirler-ölümler, toplana kampları, hapishaneye dönüştürülen Gazze örneği kentler, sistematik işkenceler vb. dönemleri başladı. Sömürgecilik ve emperyalizm, modernliklerin ve modern tarihin insanlıktan çıkışına işaret eder. Bu tarihten itibaren evrensel bir insanlığı tasavvur ve tahayyül etmek, tecrübe etmek imkansız hale geldi. İnsanlıktan ve ahlaktan söz etmenin anlamsız-geçersiz-hükümsüz hale geldiği bir dünyada yaşıyoruz. Sömürgecilik ve emperyalizmle birlikte dehşet verici bir tarih ortaya çıktı, bu tarih bugün de aynı yoğunlukta devam ediyor. Bugünün iki etkili emperyalisti, Amerikan ve Çin emperyalizmi teknolojik hakimiyetlerini tahkim etmeye, stratejik endüstriler üzerinde yoğunlaşmaya, sanayi politikalarını öncelikli hale getirmeye, yüksek teknoloji sektörlerine yatırım yapmaya çalışıyor.

Evrensel insanlığı, insani ve ahlaki değerleri, vicdan ve merhameti, modern tarih boyunca, sömürgecilik ve emperyalizm karşısında, direniş hareketleri, direniş mücadeleleri ile birlikte, bu mücadeleleri bütün varlıklarını seferber ederek destekleyen devrimci halklar temsil ettiler, bugün de aynı içtenlikle-sorumluluk ve fedakarlık bilinciyle temsil etmeye devam ediyorlar. Tüm insanlığın, insanlığını içermeyen ve içselleştirmeyen her zihniyetin, sadece, büyük bir barbarlık ve vahşetten ibaret olduğunu bilmek gerekir. Modernlikler ve modern sömürgecilikler/emperyalizmler, modern dünya görüşünü, hayat ve siyaset tarzını, seküler temelde yönetme projesinden ibarettir. Bu proje ile uzlaşan İslam dünyası ulus devletleri, emperyalist unsurlarla müttefiklik ilişkisi kurarak, modern dünya sistemine dahil olma yolunu seçerken, İran, İslami bir tercihte bulunarak, İslam Devrimi yoluyla, İslami dünya görüşüne, hayat ve siyaset tarzına bağımsızlık kazandırma yolunu seçti.

Modern/seküler/liberal/faşist/ırkçı haçlı seferleri, İslami dünya görüşüne, hayat ve siyaset tarzına hayat hakkı tanımadıkları için, tanımayacakları için, özellikle Ortadoğu'da, terör devleti İsrail aracılığıyla, İslami direniş hareketlerine, mücadelelerine, bu mücadeleleri bütün varlıklarıyla destekleyen halklara soykırım uyguluyor. İslam medeniyeti ufkuna-bilincine-hayat tarzına-insanlık anlayışına yabancılaştıkları, İslam medeniyet ufkundan uzaklaştıkları için, ulus-devletlerin yerli-milli ufuklarına hapsedilen halklar, bugün, etnik bencillikleri/bağnazlıkları, mezhepçi bencillik ve bağnazlıkları aşamadıkları, aşmayı düşünmedikleri için direniş mücadelelerine katılmıyor, katkıda bulunmuyor.

Modern sömürgecilik ve emperyalizm, İslam dünyasında resmi bağımsızlık sahibi, biçimsel bağımsızlık sahibi ülkelerde ötedenberi sürdürülegelen etnik ve mezhepçi bencilliklerden, karşıtlıklardan ve çatışmalardan çok büyük, çok derin bir mutluluk ve haz duyuyor. Her etnik ve mezhepçi bencilliğin-bağnazlığın dar görüşlülüğün ve önyargıların emperyalist projeye çok önemli, çok hayati katkılarda bulunduğunu görmek/anlamak gerekiyor. İslam dünyası ulus-devletleri olarak bilinen ülkeler, bir yanda kendilerini İslam’a nisbet ederken, bir diğer yanda, ulus-devlet çıkar ve ideallerine nisbet ediyor, bir başka bağlamda da emperyalist unsurlarla müttefik olma yolunu seçerek, münafıklığı kurumsallaştırarak, bir siyaset tarzına dönüştürüyor.

Müslüman halklar/toplumlar/kültürler/ülkeler, modernleşemedikleri için değil, yerelliklerin ve geçmişin konusu haline getirilerek, yerelliklerin ve geçmişin sınırları içerisine hapsedildikleri, ulus-devlet çıkarları adına araçsallaştırılarak, İslam’ı, yerli-milli bir dindarlığa/muhafazakarlığa, muhafazakar bir folklore dönüştürdükleri için, tarihin ve hiçliğin kıyısına savruldular. Tarihin ve hiçliğin kayasında bulunan İslam toplumları, İslam’ın kendisine yabancılaştıkları için, etnik farklılıkları, mezhep farklılıklarını sorun haline getiren, bu farklılıklardan düşmanlık politikaları üreten, Hurufiliklere/batıniliklere, Sufi düşünceye-tecrübeye dayalı kötürümleştirici iyimserliklerle, patolojik bir mevcudiyet sergiliyor. Kendi zamanlarının gerçekliğini bir bütünlük içerisinde kavrayamayan, etnik farklılıkları, mezhep farklılıklarını sorun haline getiren bir zihniyetle bir medeniyet yürüyüşü başlatılamaz, ancak, büyük bir bağnazlık yürüyüşü başlatılabilir. Bugün seküler kesimlerce üretilen provokatif ideolojik popülizmler de muhafazakar-dindar popülizmler de, karşıtları silip süpüren tanımlamalar-yorumlar üreterek toplumsal bütünlüğü kirletiyor, tahrip ediyor. Bu popülizmler sebebiyle içerisinde yaşadığınız toplumsal nevrozu göremiyoruz. Günümüzde İslam’ı temsil etmedikleri halde, İslam ülkesi olarak anılan ülkeler, emperyalist dünya ile karşılıklı araçsallaştırma ilişkisi içerisindeler. Bu ülkeler Filistin halkına yönelik olarak uygulanan ve modernlik-uygarlık adına normalleştirilebilen/meşrulaştırılabilen soykırımlar, büyük zulümler karşısında yapısal bir edilgenlik, onur kırıcı bir edilgenlik içerisinde bulunuyor. Modern dünya olarak bilinen sömürgeci dünya Filistin'e ve Lübnan'a yönelik Haçlı/Siyonist saldırılar karşısında kültürel ırkçılık sebebiyle sessiz kalırlarken, İslam dünyası ülkeleri de, yapısal edilgenlik, onur kırıcı edilgenlik sebebiyle, haçlı-Siyonist saldırılara hayır diyebilme iradesi gösteremiyor. Bugün, İslam dünyası olarak bilinen dünya hiçbir şekilde İslami bütünlük bilincini ve onurunu temsil etmiyor. Günümüz İslam toplumlarında İslami bilincin bütünüyle işlevsizleştirilmesi gibi bir süreç içerisinde yaşıyoruz. Bu durum İslami bilinçle, İslami kalbin ve ruhun da sefaleti anlamı taşır.

Mistik/sufi/hurufi din algısı, Müslüman halkları, içerisinde yaşadıkları, çok ağır, çok alçaltıcı, çok rencide edici tarihsel koşulları sorgulayamayan, nasıl sorgulanacağını bilemeyen, eşya’ya, nesne’ye dönüştürüyor, araçsallaştırıyor ve sessizliğe mahkum ediyor. Mistik/sufi/hurufi din algısı, kendi içeriğinin yanlışlığını/edilgenliğini ve teslimiyetçiliğini fark etmiyor, bunlarla yüzleşmiyor. Mistik/sufi din algısından yeni bir insanlık, yeni bir bilinç ve özgürlük çağrısı çıkarılamaz. Paslanmış zihinsel prangalardan kurtulmadığımız takdirde, İslami bilinci yeniden harekete geçirmeyi ve evrenselleştirmeyi başaramayız. İslam toplumlarında, etnik/mezhepçi/cemaatçi/hizipçi bencillikler, bu toplulukların kendi kendilerini körleştiriyor. Hamaset uyuşturucularına maruz kalan toplumlar, içerisinde yaşadıkları toplumda olup bitenleri görmezler, bunlarla ilgili endişeye kapılmazlar, yaşadıkları toplumun ahlaki kimliğini kaybettiğini fark etmezler.

İslami bütünlüğü savunmak yerine, etnik ve mezhepçi parçaları ve önyargıları savunmak, zihinsel bir fosilleşmenin belirleyici olduğunu gösterir. Etnik ve mezhepçi önyargıları bıkmadan usanmadan ve utanmadan tekrar etmek, bir kabus'u tekrar etmekten farksızdır. Bugün, ideolojik ve ırkçı kavramların-hezeyanların-halisünasyonların küresel bir mitolojiye dönüştürüldüğüne tanık oluyoruz. Bu mitolojiler adına soykırımlar yapılıyor. Aziz Filistin halkına uygulanan soykırım, kıyamete kadar silinmesi mümkün olmayan acılar, derin yaralar ve derin yalnızlık öyküleri oluşturuyor. Varoluşun maddileştiği, insan-makine düzeninin ve dijitalleşen hayatların küreselleştiği bir zamanda, özellikle aziz Filistin halkının yalnızlaştırılması "insanlığın sonu"na işaret eder.

Günümüzde, toplumlarımızda yaşanan günlük çürüme, günlük yoksulluk/yolsuzluk/günlük sapkınlık vb. iktidar çıkar ve ihtiraslarını sürdürebilmek için gerçeği örtbas eden kurgu gerçekler oluşturuyor. Günümüzde toplum, artık ekranlar tarafından üretilen sahte gerçekliğe inanıyor. Etnik ve mezhepçi fosilleşmeyi içselleştiren bir topluluk, zihin ve ruh dünyası, insanlığa hiç bir şekilde iyi bir şey söyleyemez, insanlık, dünya ve tarih üzerinde hiçbir iyi etki oluşturamaz. Bütün bir yeryüzüne ve bütün insanlığa ait olan aziz İslam’ı etnik ve mezhepçi patolojilere hapsetmek kadar büyük bir kötülük ve sapkınlık olamaz.

Atasoy Müftüoğlu - İslamianaliz.com

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.