1. YAZARLAR

  2. İbrahim Kiras

  3. Çözüm konuşuyorsak biraz gerçekçi olalım
İbrahim Kiras

İbrahim Kiras

Çözüm konuşuyorsak biraz gerçekçi olalım

A+A-

Uzun boylu bir hazırlığa, bir planlamaya dayanmıyor olsa da bölücü terör örgütünün silah bırakmasını öngören bugünkü siyasi girişimi bir fırsat olarak değerlendirmek ve başarılı olmasını dilemek durumundayız. Bu arada ortak geleceğimizi ilgilendiren bu konuda iktidar ağzıyla tekrarlanan sloganik ifadelerle yetinmeyip farklı görüşlere ve eleştirel yaklaşımlara da açık olmak gerekir. Barika-i hakika müsademe-i efkardan doğar…

Dolayısıyla bu hususta kuşku, kaygı, tereddüt belirtmek, yol haritasını sorgulamak, bardağın boş tarafını göstermeye kalkışmak “Yoksa sen barış istemiyor musun, terörün sona ermesine karşı mısın, akan kan durmasın mı?” şeklindeki tepkilere yol açmamalı.

Ayrıca gerçekçi olmak lazım. Aşırı ümitlere kapılıp sonradan hayal kırıklığı yaşamamak lazım. Olmasını arzu ettiğimiz değil, olabilecekler üzerinde hesap yapmamız lazım.

Daha önce de çözüm süreci denemeleri yapıldı, daha önce de Öcalan PKK’ya silah bırakın çağrısı yaptı, daha önce de PKK ateşkes ilan etti… Sonra her seferinde her şey yeniden eski haline dönmedi mi? Üstelik daha öncekiler planlı programlı ve büyük ölçüde karşılıklı uzlaşmaya dayanan girişimlerdi. Bu seferkinin sonuca ulaşması için fazladan ne yapılması gerekir diye düşünüyor muyuz?

Bahçeli’nin en başta söylediği şekilde yalnızca “Öcalan’ın örgütü feshetmesi ve karşılığında umut hakkından yararlandırılması” yeterli mi bu sürecin başarılı olması için? Terör örgütü kendini feshedince terörü besleyen bataklık da kurutulmuş olacak mı?

PKK ve DEM Parti cenahı açıkça “Yetmez, bunun için hukuki güvence lazım” diyor. Hukuki güvence dedikleri, üniter milli devlet yapısının dayanağı olan anayasal vatandaşlık tanımındaki Türk adlandırmasının kaldırılması. Biraz gerçekçi olalım, milletin adından vaz geçmeyi gerektiren bir “çözüm”ü kim kabul eder? Millet kabul etmeyeceğine göre hangi siyasetçi buna evet der?

Bunu AK Parti’nin Meclisteki DEM Parti grubunun oylarıyla erken seçim kararı alıp Erdoğan’ı aday yapma niyetiyle açıklayanlar görüyoruz. İktidar partisinin bu formülle sandığa gitmeyi tercih edeceğini düşünmek akla mantığa uygun mu? O sandıkta neyin oylanacağını bilmez mi bir siyasetçi?

Bu bir yana, “Türk sözünde etnik kimliğe de referans var” diye milletin ortak adından vaz geçmek ne kadar mantıklı? Ona bakarsanız aynı durum Türkiye isminde de var. Onu da mı değiştireceğiz? Bunun sonu var mı? Hem neredeyse bütün ülkelerde aynı “problem” yok mu? Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan milletleri taşıdıkları isimdeki “etnik referans” yüzünden başka adlandırmalar mı arıyorlar kendilerine? Yoksa ortak tarihlerinin oluşturduğu ortak kültüre ve anayasal eşit vatandaşlığa dayalı modern millet anlayışını güçlendirmek ve ayakta tutmak için mi çabalıyorlar?

Biz niye öyle yapmıyoruz? Niye işin kolayı varken zorun peşine takılmaya heves ediyoruz? Neden birleşmeye değil, ayrışmaya temayül gösteriyoruz? Gerçek anlamda modern bir toplum, modern bir millet olamadığımız için mi?

Bir türlü kabilecilik aşamasından ileri gidemediğimiz için mi? Soyla belirlenen küçük grup aidiyetlerini aşıp geniş kültür zemininin ve hukukun birleştirdiği bir toplum olamadığımız için mi?

Eğer bizim “gerçek sorunumuz” buysa çözüm süreçleriyle, Kürt açılımlarıyla çözülmesi mümkün olmayan bir sorundan söz ediyoruz demektir. Hatta çözdükçe dolaşacak bir sorun yumağından söz ediyoruz.

Kendimizi kandırmayalım, entelektüel zemini ve teorik çerçevesi olmayan anlık bir siyasi hamleyle en önemli toplumsal sorunlarımızdan birini çözemeyiz. Terör örgütünün terminolojisinden ödünç aldığımız kavramları kullanarak terörü yenemeyiz.

Kendimizi kandırmayalım, Türkiye’de Kürt sorununun çözülmesi mevcut kimlik anlayışı çerçevesinde mümkün değildir. Bu ülkede Türk adını benimsemiş olan millet çoğunluğu bu adlandırmayı muhtelif etnik kimlikleri de kapsayan hem siyasi hem de kültürel bir üst kimlik olarak kabul etmiyorsa etnik ayrılıkçılık eğilimleri durdurulamaz. Ahalinin böyle bir anlayış seviyesine ulaşması için ise toplumun seçkinlerinin rehberliğine ihtiyaç vardır ama siyasetçiler, gazeteciler, aydınlar, sanatçılar, akademisyenler vs. gibi halka yol göstereceğini umduğumuz kesimde de bu manada gelişkin bir zihniyet hakim değil.

Mesela siyasetçilerimiz “Türkler ve Kürtler etle tırnak gibidir” derken veya “Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Çerkeziyle…” diye konuşurken etnik kimliklerden biri olarak saydıkları Türk kimliğini sonra nasıl ortak milli kimlik olarak savunabilirler? Bu mesele üzerinde kafa yoran kaç aydınımız var?

Anayasaya “Bu devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” diye yazmışız ama konuşurken “Türkler ve Kürtler…” diye konuşuyoruz. Bu çelişkinin farkında olan kaç siyasetçi var acaba?

“Kürt sorununun çözülmesi için 66. madde kaldırılsın” diyenlere kızıyoruz ama “Kaldırmaya kimsenin gücü yetmez” dediğimiz o maddenin ifade ettiği anlamın biz ne kadar farkındayız?

Kim ne derse desin, bu tablo topyekun sosyolojik gelişme eksikliğiyle ilgili bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Zaten Türk toplumu yalnızca alt etnik kimlikler itibariyle değil daha birçok bakımdan ayrışmış, daha doğrusu bütünleşmesini tamamlayamamış, yani millet olamamış bir yığın durumunda. Dolayısıyla ayrılıkçı terörü şu veya bu yöntemle durdurmak ayrılıkçı eğilimleri ortadan kaldırmak anlamına gelmeyecektir. Çünkü ayrılık zihinlerimizde...

Bütün bu “teorik” problemler bir yana… “Çözüm yanlısı” aydınlarımız haksız, hukuksuz, adaletsiz yaklaşımların doğurduğunu veya büyüttüğünü iddia ettikleri sorunun şimdi hukuk bilinci ve demokrasi duygusuyla hareket edilerek çözüleceğini söylüyorlar mı? Söylemiyorlar. Vaziyet ortada.

Demokrasi fikriyle ilişkisi ve toplumdaki demokratik taleplere yaklaşımı malum olan bir siyasi iktidarın getireceği çözümün gerçek bir çözüm olacağına inanmak istiyorlar. Hukuk nosyonu, adalet anlayışı, yargıya bakışı ortada olan bir siyasi iktidarın eliyle adil bir sonuca ulaşmayı umuyorlar. Anayasa Mahkemesi kapatılsın diyen bir siyasi partinin öncülüğünde geliştirilen çözüm formülünün kalıcı ve kapsayıcı olmasını bekliyorlar.

Bana sorarsanız, “Sorun çözülsün de hukuk hassasiyeti olmadan, yöntemin veya sonuçlarının demokratik olması gözetilmeden çözülsün, yeter ki çözülsün!” diye düşünen kendini kandırmış olur.

Sorun öyle çözülmez. Ben çözdüm oldu yaklaşımıyla sorunlar büyütülür, hatta yeni sorunlar üretilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar