Faşizmin yeni yüzleri
ABD seçimlerini Cumhuriyetçiler kazandı ve bu en çok İsrail'i sevindirdi.
Zira Cumhuriyetçilerin tabanını teşkil eden Evanjelikler, Hıristiyan Siyonizm'inin de temsilcileri.
Protestanlığa dayanan bu kitle, çalışma ve kazanma hırslarıyla kapitalizmin endüstriyel yönünü benimserken, finans kapitalizmi temsil eden Yahudi sermayesi de büyük ölçüde ABD'deki finans sektörüne egemen.
Doğal olarak bu egemenlik birçok sektörü de etkilemekte.
Hıristiyan Siyonizm'inin bir başka veçhesi ise Yahudi halkının Filistin'e yerleştirilmesi ve burada "Tanrı'yı kıyamete zorlayacak" olan bir büyük savaşın çıkarılmasıyla İsa'nın yeryüzüne gelmesini sağlama inancı.
Öyle ki daha Thedor Herzl bu amaçla Abdülhamid'e müracaat etmeden ve Filistin'e gitmeden önce İngiliz Protestanları Yahudi halkının Filistin'e göçüne dair girişimleri başlatmıştı.
150 yıllık Siyonist tahayyül, topraksız bir halk olan Yahudileri, halksız bir toprak olarak tanımladığı Filistin'e yerleştirmek için Filistin halkını topraksızlaştırmaya dayanan bir terörü uygulamayı tüm dünyanın gözü önünde ve her şeye rağmen ısrarla sürdürdü ve hâlâ da sürdürmekte.
Bunun için başlangıçta İngiliz Protestanlarının desteğini aldığı gibi şimdi de ABD'nin desteğiyle Filistin halkına karşı uyguladığı bu acımasız soykırıma devam etmekte.
Kapitalizmle olan bu simbiyotik ilişkisiyle İsrail, sömürgeciliğin bölgedeki avatarı; yani sömürgecilik sonrası (postkolonyal) dünyada sömürgeciliği fiilen sürdüren bir yerleşimci sömürgeci.
Sadece sömürgeci olmakla kalmayıp, yüzyıllar önce İspanya'dan kovulan Yahudilerin bu kez de Avrupa'dan kovulması sürecinde oluşan trajik durumun yarattığı bir meşruiyetin şemsiyesi altında şımartılan faşizmin de yeni yüzü.
Bu soykırımcı tutum ise özünde Siyonizm'in tahayyülü meselesi olmayı aşan bir ABD politikalarının uygulanması ve çıkarlarının savunulması meselesidir.
Zira ABD günümüzün küresel gücü ve dünya üzerindeki uzun vadeli planlarını da stratejik ortaklarıyla beraber sürdürmekte.
Bunlardan en önemlisi ise İsrail. Zira onun varlığı Arap dünyasını hizaya soktuğu gibi ABD çıkarları açısından bölgedeki potansiyel tehdit olan İran'ı da dengelemekte.
ABD açısından asıl sorun ise Rusya ve Çin'in örgütlemeye çalıştığı karşı küresel hamle (BRICS) ve bunun kendisi açısından ulaşabileceği muhtemel tehdidin önlenmesi.
Bunun içinse ABD bir taraftan Avrupa'yı sıkıştırarak bu oluşumun dışında tutmaya çalışırken, öte yandan da kendisine bu stratejide yardımcı olacak küresel ortaklar aramakta.
ABD siyasetinin CIA ve Pentagon gibi kurumsal yapılar tarafından belirlendiği ve bunun seçilmiş başkanların inisiyatifinin dışındaki daha derin bir stratejik çerçevede yürütüldüğü malum.
Dolayısıyla da ABD'nin küresel egemenliği için temel koşul gibi olan Batı dünyası ile Doğu dünyası arasında bir çatlak ve hatta yarık açma planı sadece günümüze özgü bir strateji değil.
Hatta bu stratejinin parçaları olan Suriye'nin zayıflatılması, dahası parçalanması, Rusya'nın Ukrayna yoluyla sıkıştırılması gibi girişimler yıllarca önce başlatılmış girişimlerdi. İsrail'in desteklenmesi ise ABD'nin İkinci Dünya Savaşı akabinde İngiltere'den devraldığı kapitalizmin küresel stratejisinin bir parçası.
Cumhuriyetçiler Protestan muhafazakârlığının, dolayısıyla da Siyonizm'in etkisi altında bulunduğu için, nasıl ki ilk dönem Trump iktidarında Kudüs İsrail'in başkenti ilan edildiyse, bu kez de Filistin topraklarının işgali ve dolayısıyla da ilhakı gibi daha ileri adımlar atılması düşünülüyor ki, Katar'ın Hamas'ı ülkesinden çıkarma gayretinde de ifadesini bulduğu gibi Arap dünyasının bu girişimi sessizlikle karşılayacağı ortada.
Araplar bu girişimle Hamas ve hatta Filistin gibi bir dertten kurtulacaklarını düşünseler de İsrail'in ve ardındaki güç olan ABD'nin o noktada durmayacağı da belli.
ABD için şu anda görünürdeki en büyük risk Çin'in sürdüğü teknolojik atak olsa da, stratejik açıdan en önemli sorun Rusya ile Avrupa ülkeleri arasındaki yakınlaşma ihtimali.
Öyle ki Rusya-Avrupa doğalgaz hattı projesi bu nedenle sabote edildi ve Ukrayna savaşı da bu nedenle çıkarıldı.
Bu amaçla bir yandan İslam dünyasını bloke etmek için İsrail etkeni güçlendirilirken, öte yandan Avrupa ile Rusya, yani Doğu ile Batı arasında kapatılması güç bir mesafe (uzlaşmazlık) oluşturulmaya çalışılmakta.
Bu stratejinin bir parçası olarak bir yandan Suriye'nin etkisizleştirilmesi, öte yandan YPG üzerinden Türkiye'nin de baskılandığı bir girişimi önleyebilmek için Türkiye, oldukça geç ve oldukça tutarsızlıklarla dolu bir biçimde yeni bir barış süreci başlatsa da, tarihin akılsızlıkları affetmeyeceği de ortada.
Çözümü çok da zor olmadığı halde ve daha önce buna dair bir girişim başlatıldığı halde akim bırakılan bu girişim yine aptalca politik hesaplarla bir sonuca vardırılamayacak gibi.
Kürt kelimesini kullanmayı bile zül sayan bu aptallığın Pentagon'un stratejik aklıyla baş etmesi mümkün mü? Olup olacağı ise sorunun yine Kürtlerin suçlandığı bir az hasar'la geçiştirilmeye çalışılmasıdır.
Çağın gerçekliğini ve dünyanın nereye doğru aktığını fark edemeyen bu aymazlığın seçeneklerinden birisi de zaten ABD üsleriyle dolu yurdunu ABD stratejik ortaklığının bir parçası haline getirmektir ki bunun yol açacağı felaket de ortada.