Führer’den korkan bir ülke olmak bize yakışır mı?
Son günlerde özellikle iktidar medyasının, etrafa İsrail korkusu yaymaya çalışan hezeyanlarını görünce üzülsem mi, endişelensem mi bir türlü bilemedim. Ve doğal olarak, “Acaba kıyıda köşede kalmış bir Afrika ülkesinde yaşıyoruz da ben mi farkın değilim” diye sormadan edemiyorum.
Biz ki yedi düvele karşı İstiklal mücadelesi vermiş ve sayısız badirelerden başarı ile çıkmış bir milletin çocuklarıyız. Hal böyleyken, insanlığın yüz karası olan 21. Yüzyılın Hitler’i Netanyahu’ya bakarak topluma ‘İsrail korkusu’ yaymak nasıl bir ruh halinin göstergesi olduğunu da düşünmeden edemiyorum.
Evet Führer Netanyahu müseccel bir katil, ‘terör çetesi’ ile birlikte Gazze’de bebekleri, kadınları, sivilleri katlediyor ve bir soykırım suçlusu. Ama bütün özelliği insan öldürmek olan bir katilin hezeyanlarına bakıp “ya bize de saldırırsa” diye bir duyguyu zihnimizden geçirmenin bile bize yakışmadığı kanaatindeyim.
Bu arada, Türkiye ile İsrail arasındaki sıkıntının konjonktürel bir durum olduğunu da unutmamak gerekiyor. Yarın işler düzeldiğinde, iktidar bu ülkeyle ticarete yine devam edecektir. Nitekim katliamların ilk 7 ayında Türkiye İsrail’e demir-çelik ürünleri dahil, her türlü ticari malzemeyi göndermeye devam etmişti.
Ancak bugün itibariyle geldiğimiz noktada Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “’Vaat edilmiş topraklar’ hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dinî bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır” sözleriyle ciddi bir tehlikeden söz ediyor. Bir cumhurbaşkanı hayali bir tehlikeden söz edemeyeceğine göre, demek ki mesele ciddi… Eğer gerçekten böyle bir tehlike var idiyse, neden yakın zamana kadar İsrail ile iyi ilişkiler içinde olmaya devam ettik, dahası katliamın ilk yedi ayı boyunca neden İsrail’e ticaret gemileri göndererek Netanyahu’ya fedakarlıkta bulunmaktan çekinmedik? Bugün, “İsrail’in hedefinde Türkiye var” diyen cumhurbaşkanı Erdoğan 27 Eylül 2023’te demişti ki: “Türkiye ve İsrail olarak birçok alanda işbirliği yapıyoruz.” Demek ki tehlikeyi o gün fark edememişiz.
İnsanlığa düşman bir deliye bakarak değil elbette ama ülkemizi dış tehditlere karşı koruyacak olan askeri ve teknolojik gücümüzü de her zaman en üst seviyede tutmak zorundayız. İnanıyoruz ki Cumhurbaşkanı Erdoğan da askeri gücümüzü daha da tahkim etme konusunda hassastır. Ama keşke toplumda endişe yaratabilecek bu tür beyanları uluorta söylemeseydi…
Kaldı ki Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Türkiye Yüzyılı’ sunumunda yaptığı konuşmada, ülke savunması konusunda önemli mesajlar vermiş ve şöyle demişti: “Savunma sanayinde, kendi ihtiyacımızı karşılamanın ötesinde, İHA’lar, SİHA’lar, Akıncı’lar, kara araçları, deniz platformları başta olmak üzere 170 ülkeye savunma sanayi ürünleri ihraç edebilen bir ülke durumuna geldik.”
Savunma teknolojileri konusunda bu kadar güçlü olduğuna inanan ve 170 ülkeye savunma sanayii ürünleri satan bir Türkiye’nin Führer Netanyahu’dan korkması da diye bir olay olabilir mi? Ayrıca biz, NATO’nun en güçlü üyelerinden birisiyiz, kısacası sıradan bir ülke değil Türkiye…
Ama gelin görün ki neredeyse bir haftadır gazetelerde, televizyonlarda sanki Türkiye sıradan bir ülkeymiş gibi, ‘savaş pazarlamacılığı’ yapılıyor, topluma adeta ‘İsrail korkusu’ enjekte ediliyor.
Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Türkiye Yüzyılı’ konuşmasında yine demişti ki: “Gelin, Türkiye Yüzyılını, korkularıyla yaşayan bir geçmişten, umutları, hayalleri, özgüveni ve cesaretiyle şahlanan bir geleceğe geçişin kapısı yapalım. Yüzümüzü hem Doğuya hem Batıya, ama asıl doğruya doğru dönelim.”
Her vesileyle ‘güçlü Türkiye’ hayalleri kuran ve Türkiye’nin dünyaya meydan okuyan lider ülke haline geldiğini savunan, uçak gemileriyle, İHA ve SİHA’larla övünen çevrelerin, şimdi İsrail’in Führer’i karşısında birden yelkenleri indirip korkuya kapılmalarını anlamak mümkün değil.
İşte tam da bu yüzden iktidar medyasının “savaş geliyor” çığlıklarını gördükçe, iç siyaset pazarında “acaba başka bir hesap mı yapılıyor” endişesine kapılmıyor da değilim. Malum son yıllarda bizzat yaşadığımız tecrübelerden de biliyoruz ki ekonomide işler yolunda gitmediğinde, alt gelir gruplarının “geçinemiyoruz” sesleri yükselmeye başladığında yeni düşmanlar icat etmekte son derece maharetliyiz.
Özellikle 2018 sonrasında ekonomik krizin en yakıcı günlerinde iktidar bize ne söylemişti hatırlayalım: “Dış güçler bizi zor durumda bırakmak için ekonomimizi çökertmeye çalışıyorlar, beka tehlikesiyle karşı karşıyayız.” Ama sonra gördük ki bütün bu ‘dış düşman’ hikayeleri, küçük siyaset mühendisliğinin bir parçasıymış…
Galiba oturup bir karar vermemiz gerekiyor, gerçekten güçlü ve büyük bir ülke miyiz, yoksa yeni düşmanlara mı ihtiyacımız var?