1. YAZARLAR

  2. İbrahim Kiras

  3. Gazzeliler hicret mi etsin tehcir mi edilsin
İbrahim Kiras

İbrahim Kiras

Gazzeliler hicret mi etsin tehcir mi edilsin

A+A-

İsrail hükümetinin “Filistinlilerden arındırmak” amacıyla iki yıldır ölüm yağdırdığı Gazze için dünyanın elinden gelen bir şey yok gibi görünüyor. İslam dünyasının Filistin denildiğinde mangalda kül bırakmayan liderlerinin de elinden gelen bir şey yok aslında.

Dışişleri Bakanı Fidan, önceki gün Antalya Diplomasi Forumu’nun kapanışında gayet realist bir yorumda bulundu. “Günün sonunda Amerika'nın desteği kesilmediği sürece soykırımın sona ermeyeceği ortada” dedi.

Dışişleri Bakanı bu arada Trump’ın Gazze’yi boşaltma planı için “Tehcir ne bölgenin ne bizim kabul edebileceğimiz bir durum. Bunu düşünmek bile abesle iştigal” diye konuştu. Bu çıkış da önemli. Çünkü bugünlerde Türk kamuoyunda bir “hicret” tartışması yürütülüyor. İslami referanslı “hicret” kavramına referansla şu görüş savunuluyor: “İsrail’i durdurmaya gücümüz yetmiyor, bu durumda Gazze’de masum insanlar ölmeye devam edecek demektir. Öyleyse hiç değilse oradakilerin canlarını kurtarmanın yolunu bulalım, mesela başka ülkelere hicret etmelerini sağlayalım.”

Bu görüş pek taraftar bulmadı. Aksine tepki çekti. Trump’ın planının İslami kavramlarla ifadesi olarak görüldü. Ne var ki hicret görüşünü savunanlar “Daha fazla masum insanın ölmesini engellemenin başka yolunun bulunamadığını” söylüyorlar ki burada haksız görünmüyorlar.

Başka yol bulunamaz mı gerçekten de? Mesela özellikle Filistin konusunda hassasiyet taşıma iddiasındaki Müslüman ülkeler bir araya gelip muhataplarına diplomatik ve ekonomik baskı uygulayarak bir sonuç alamazlar mı? Alabilirler belki ama böyle bir şey yapacaklarını bekleyebilir miyiz? Asıl mesele bu.

Peki, bahsettiğimiz durum yeni mi ortaya çıktı? Gazze’deki soykırımın durdurulmasına dair iki yıldan beri bir ümidimiz vardı da bu ümidi bugünlerde mi kaybettik? İslam dünyası Gazze soykırımını önleyebilecek durumdayken bu imkan 2025 nisanında mı elden gitti?

Böyle olmadığına göre ne diye bunca zaman hamasi lakırdılarla oyaladınız insanları? Madem yapılacak bir şey yoktu, neden 50 binden fazla Filistinli öldürülmeden “hicret” önerinizi masaya getirmediniz?

Ne siyasi liderler ne devlet yöneticileri ne de İslam dünyasının aydınları şimdilerde dile getirilen “gerçekler”den söz etti bugüne kadar. Kamuoyu da ümidini hep korudu.

Düşünün ki vaktiyle bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından “Bir gece ansızın gelebiliriz” diye meydan okundu Gazze’de soykırım yapan İsrail’e… İktidarın diğer ortağı tarafından ise “24 saat içinde saldırılar durmazsa” diye mühlet verilerek, “askeri, siyasi ve ekonomik müdahalelerin hayata geçirilmesinden” söz edildi. (Ekim, 2023)

Dünyadaki güç dengeleri ve devletimizin imkanları itibariyle, bu tür açıklamaların asıl muhatabının İsrail devleti mi yoksa Türk kamuoyu mu olduğu belli elbette. Ancak eylemlerimizin retoriğimize şaşılacak derecede uzak bir mesafede oluşu yine de anlaşılır gibi değil.

Gazze’ye asker gönderebilecek durumda değiliz ama Tel Aviv ile diplomatik ilişkilerimizi kesebilirdik mesela… Her şeye rağmen kesmedik. Kürsülerde “İsrail terör devletidir, Netanyahu katildir” diye bağırabildik ama diplomatik ilişkilerimizi kesemedik. Niye?

Soykırım yaptığını söylediğimiz bu devlet aleyhine uluslararası hukuk mercileri nezdinde girişimde bulunabilirdik mesela… Bunu biz yapmadık, Güney Afrika yaptı. Lahey’de açılan mahkemeye müdahil olarak katılabilirdik. Onu bile yapamadık, ancak aradan yedi ay geçtikten sonra müdahil olma başvurumuzu gerçekleştirdik. Niye?

“Terör devleti İsrail” ile ticari ilişkilerimizi kesebilirdik. Kesmedik, kesemedik… “Gazze’de masum insanlar öldürülürken bizim gemiler niye İsrail limanlarına gitmeye devam ediyor” diye soranların anasından emdiği süt burnundan getirildi.

“İstanbul’da belediye seçimini biz kazanırsak Gazzeliler sevinecek” denilirken İsrail’e çelik, yakıt, gıda, ‘av silahı’, mühimmat, dikenli tel vs. vs. satmamız olacak iş miydi? Saadet Partisi milletvekili Hasan Bitmez meclis kürsüsünden bu soruları sorarken hayatını kaybetti. İktidar vekillerinin bağırış çağırışları sırasında kalp krizi geçirip yere yığıldığında son olarak “Gördün işte Allah’ın gazabını” sözüne bile muhatap oldu.

Ticaret Bakanı da iktidarın öfkesini bu iddiaları dile getirenlere yansıtmaktan geri kalmadı. “Bunu söyleyenler haindir, PKK’lıdır, FETÖ’cüdür” mealinde açıklamalar yaptı. Sonra 31 Mart yerel seçiminde yaşanan bozgun üzerine Cumhurbaşkanı “Bitti artık o iş” diyerek İsrail ile ticaretin durdurulduğunu açıkladı! Geçen altı ay boyunca İsrail ile ticareti yalanlayanlar yalancı çıktı yani...

Hikayenin sonrasını da biliyorsunuz: Yasaklandı denen ticaret bilahare üçüncü ülkeler üzerinden sürdürülmeye başlandı. Aradan fazla zaman geçmedi, bu metot fazla verimli bulunmamış olacak ki tekrar doğrudan İsrail’e sevkiyat başladı. Ama bu defa da konuyu dile getirmek yasaklandı.

Bu anlamda daha birçok örnek de zikredilebilir… Ama işin aslı şu: Söylenen sözlerle işlenen fiillerin birbirine bu kadar uzak kalabildiği bir dış politika tablosu söz konusuyken bugünlerde “hicret” konusunun ortaya atılmış olması ister istemez birtakım kuşkular uyandırıyor insanda.

Bu bir yana… Trump’ın ne karşılığında olduğu meçhul övgüleri, Netanyahu’nun “İki ülke ile Gazzelileri almaları için pazarlık halindeyiz” sözü, Türkiye ile İsrail arasında “Suriye’de çatışmasızlık mekanizması” kurulması gibi gelişmeler üst üste gelince akıllara da türlü türlü şeyler gelir tabii.

Önceki ve Sonraki Yazılar