Halep, Türk şehri mi?
Yıllardır büyük bir kaos içinde bulunan Suriye'de son bir haftada olağanüstü gelişmeler yaşanıyor.
Suriye muhalefeti, yani Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm (HTŞ) ve Suriye Milli Ordusu (SMO) içindeki onlarca örgütle bir anda harekete geçerek, Suriye'nin en büyük ikinci şehri olan Halep başta olmak üzere birçok şehir ve kasabayı ardı ardına ele geçirdi.
Aynı şekilde, yıllardır Türkiye'nin büyük bir tehdit olarak algıladığı PKK'nın, PYD'nin kontrolündeki ve Rus himayesindeki Tel Rıfat da bu güçlerin eline geçti.
Peki, ne oluyor?
Bir anda böyle büyük bir hareketlenme neden oldu?
Rejim orduları ve Baas Partisi nasıl bu kadar aciz bir duruma düştü ve karton gibi bir anda yere devrildi?
Bu gelişmeleri ilerleyen günlerde daha detaylı bir şekilde anlayacağız; perde arkasındaki gelişmeleri daha iyi kavrayacağız.
Ama görünen o ki, Gazze'de başlayan süreç -yani Hamas'ın İsrail'e saldırısı ve sonrasında yaşanan gelişmeler- artık Ortadoğu'da kalıcı bir hâl alacak gibi görünüyor ve sona doğru yaklaşıyoruz.
Biraz daha açayım;
Yıllardır sürüncemede kalan bu durum, nihai bir çözüme kavuşmasa da bir şekillenme olacak.
Suriye'nin durumu ne olacak?
Lübnan'ın durumu ne olacak?
Gazze'nin durumu ne olacak?
Yeni bir statüko ortaya çıkacak.
Ve bu yeni statüko üzerinden ileriye doğru bir siyaset yapılacak.
Tabii ki her şeyi tek bir konuşmada anlatmak mümkün değil, parça parça bu mevzuları inceleyeceğiz.
Suriye'nin önünde şu an 2 yol gözüküyor:
Birincisi, herkesin dile getirdiği ama hiç kimsenin de ciddiye almadığı, Suriye'nin toprak bütünlüğü, sınırları içerisinde yeni bir demokratik rejim ve yeni bir anayasa. İslamcılardan Kürtlere, Alevilerden Nusayrilere, Dürzilerden Hıristiyanlara kadar herkesin kendini güven içinde hissedeceği ve birlikte barış içinde yaşayacağı bir Suriye. Bunun ön şartı ise Baas Partisi'nin gitmesi, yeni bir yönetim ve yeni bir anayasa yapılmasıdır.Böyle uzun soluklu bir süreç.
İkincisi ise, Suriye'nin parçalanması senaryosu. Eğer Suriye, demokratik bir rejime kavuşur, yeni bir anayasa yapılır ve saydığımız tüm bu unsurlar ülkede barış içinde, güvenli bir şekilde yaşarsa; Suriye'nin kalkınması için yeni planlar oluşturulursa, yeni sermayeler bulunursa ve Suriye yeniden inşa edilirse, yarıya yakını Türkiye'de bulunan 7 milyonluk Suriyeli mülteci, Suriye'den, Ürdün'den, Lübnan'dan, Avrupa'dan tekrar topraklarına döner, evlerine kavuşur ve ailelerine ulaşır. Bu herkesin isteğidir.
Ama maalesef, bu oldukça zor bir durum.
Bugünkü şartlarla imkansız denebilecek kadar uzak bir hedef.
Bu yüzden en azından önümüzdeki 3-5, belki de 10 yıl boyunca Suriye'nin parçalı bir şekilde kalması olasıdır.
Çünkü Suriye'de sadece iç unsurlar değil, dünya devletleri de bir şekilde söz sahibi.
Amerika, Fırat'ın doğusunda; Türkiye, Suriye'nin kuzey sınırında; muhalif unsurlar Halep merkezli Şam'ın kuzeyinde; İran rejimiyle iç içe ve bizzat generalleriyle savaşıyor.
Hizbullah militanları da bu savaşta yer alıyor.
Ve Rusya da aynı şekilde sahada.
Bunun ötesinde, İngiltere, Fransa gibi dünya devletlerinin de Suriye'de çıkarları ve beklentileri var.
Bu durumda, kısa vadede bu ülkelerin ciddi bir anlaşmaya varması, bir birlik sağlamaları, benim şahsi kanaatime göre, en az 3-5 yıl, belki de 10 yıl içinde mümkün değil.
Sonrasını ise zaman gösterecek.
Suriye'nin en az 3 parçaya bölünmesi muhtemel
Ancak bugün için Suriye'nin görünür bir şekilde en az 3 parçaya bölünmesi muhtemel görünüyor.
Belki ilerleyen günlerde 4, 5, 6 parçaya da böünebilir; kimse tam olarak bilemiyor.
Suriye'nin ilk Osmanlı'dan ayrıldığı zaman da 6 parçaya bölündüğünü biliyoruz.
Bu, çok bilinmeyen bir detay;
1921 Ankara Anlaşması'ndan sonra çizilen Suriye sınırlarında 6 devlet kuruldu:
Halep'te bir devlet, Şam'da bir devlet, Akdeniz sahilinde Alevi devleti, Dürzi devleti, Lübnan devleti (ki Lübnan, o tarihe kadar bir devlet değildi) ve Hatay Cumhuriyeti.
Hatay, zamanla Türkiye'ye bağlandı, Lübnan ayrı bir devlet oldu ve geri kalan topraklar birleşerek bugünkü Suriye Devleti'ni oluşturdu.
Bugün de buna benzer bir tabloyla karşı karşıyayız.
Türkiye ile çatışarak burada bir yapı kurmak mümkün değil
Esas üzerinde durmak istediğim nokta, Türkiye'nin pozisyonudur.
Suriye'nin kuzeyine ne şekilde bakarsanız bakın, Türkiye'nin etki alanı içerisindedir.
Bunu, hem şu an Türkiye'nin fiili olarak askeri varlık gösterdiği Afrin'den Tel Aviv'e kadar olan bölge için söylüyorum,hem de Suriye Milli Ordusu için belirtiyorum.
Hama'da şu an muhalifler, Humus önlerine kadar gelmiş durumda ve belki de Humus'u da alacaklar.
Ayrıca Fırat'ın doğusu da şu an Amerika'nın himayesinde; PYD'nin, PKK'nın kontrolündeki bölge yine Türkiye'nin etkisinden ayrı düşünülemez.
"Türkiye'nin etkisinden ayrı düşünülmesi mümkün değil" cümlesini biraz açayım:
Bu sınır hattında, 911 kilometrelik Suriye-Türkiye sınırında Türkiye'nin istemediği bir şeyin olma ihtimali neredeyse imkansız.
Bunu, Abdullah Öcalan bile İmralı'dan görerek, Suriye'deki PKK'lilere ve PYD'lere çağrıda bulundu.
Öcalan, "Türkiye'nin hassasiyetlerini gözetin" dedi.
Yani, Türkiye ile savaşarak veya çatışarak burada bir yapı kurmak mümkün değil.
Onun için asıl olan, Türkiye'nin doğru bir noktaya çekilmesi, gelmesi ve hem Kürtlerin bulunduğu bölgede hem de büyük çoğunluğu Arap, sonrasında Hıristiyan ve Türkmen olan kesimde doğru bir politika ortaya koymasıdır.
Hamaset, maalesef büyük yanlışlıklara yol açar
Ne yazık ki Türkiye'nin kontrolü altındaki, başta Afrin olmak üzere birçok yerde, bu çetelerden ve oradaki örgütlerden kaynaklanan ciddi şikayetler bulunuyor.
Yolsuzluklar, rüşvetler, adil olmayan davranışlar dünya basınında her gün yayımlanıyor.
Burada Türkiye'ye düşen görev, yeni bir Suriye'nin toprak bütünlüğü sağlanana kadar, ne zaman olursa olsun -3 yıl sonra mı, 10 yıl sonra mı, 20 yıl sonra mı orada ne kadar bir etki alanı olacaksa, Türkiye'nin hangi sürede orada olacaksa, bu süre zarfında yolsuzluklara, hırsızlıklara, katliamlara ve yanlışlıklara müsaade etmemesidir.
Orada adil ve düzenli, halkın refahını sağlayacak bir düzenin sağlanması için bir dış politika izlenmelidir.
Yoksa, Devlet Bahçeli'nin "Halep bir Türk şehridir", "Suriye'de 5 milyon Türkmen va;r" gibi söylemleri herkesi Türk yapmaya çalışan çabalar, Arapları ve Kürtleri de Türkleştirmeye yönelik siyasetler ve hamaset, maalesef büyük yanlışlıklara yol açar.
Halep sadece Türklerin şehri değil
Suriye'de en yüksek rakamı verenler, en fazla 500 bin Türkmen olduğunu söyleseler de, burada şunu kastetmiyorum;
İster 1 Türkmen, ister 1 Hıristiyan, ister 1 Ezidi olsun, o 1 kişinin de hakkı var.
500 bin kişinin de tabii ki; eğitim hakkı, kültürel hakları, sosyal ve siyasi hakları var.
Ancak yalan yanlış bilgilerle, abuk sabuk değerlendirmelerle olaya yaklaşmak, Türkiye'nin de felaketi olur, Türkiye siyasetinin de felaketi olur.
Halep, "Türk şehri" değildir.
Özünde, Arapların çok yoğun olduğu, tarih boyunca Arapçanın yaygın olduğu büyük bir şehirdir.
Ancak orada ciddi bir Kürt nüfusu, ciddi bir Süryani ve Ermeni nüfusu, ciddi bir Türkmen nüfusu da var.
Türkiye, etki alanındaki her yerde adil ve doğru bir yönetim sağlamalı
Yani, Halep sadece Türklerin şehri değil.
Halep'te bir eğitim olacaksa, Arapça da olacak, Türkçe de olacak, Kürtçe de olacak. Afrin'de de öyle...
Ama siz herkesi Türk yapmaya çalışırsanız, her yerde sadece Türkçe eğitim yaparsanız, her yeri "Türk toprağı" olarak görürseniz, Ortadoğu'da da Balkanlar'da da Kafkaslar'da da başarısız olursunuz.
Bugün Azerbaycan Türkleri bile, Azerbaycan ve İran'da İstanbul Türkçesiyle değil, kendi Azeri lehçeleriyle eğitim yapıyorlar, kitaplar basıyorlar, televizyon ve radyo yayınları yapıyorlar.
Bunda bile bir incelik var.
Onun için Türkiye'nin önünde büyük bir görev var:
Etki alanındaki her yerde adil ve doğru bir yönetim sağlamak: Irkçı, şoven, milliyetçiliği faşizm olarak anlayan, herkese Türklüğü dayatan anlayıştan uzak, yolsuzluktan, kayırmacılıktan, hırsızlıktan uzak adil bir yönetim.
Bunun ötesindeki yolların hepsi çıkmaz sokaktır.
Türkiye ile çatışmayan bir politika izlenmeli
Burada, tabii ki PYD/PKK'ya da bir durum tespiti yapmak gerekir;
Türkiye ile çatışarak, Türkiye'nin karşısındaki cephede yer alarak Kürtlerin de varabileceği bir yer yok.
Ne yapıp edip, Rojava'da ve Kürtlerin yaşadığı bölgelerde, Kürtlerin bütün haklarını garanti altına alacak bir yönetim oluşturulmalı.
Ancak bu süreçte, Türkiye ile çatışmayan bir politika izlenmesi gerekir.