
‘Harp, hiledir’ (Hadis) de; Siyaset, ‘Harp’ midir?: Muhafazakâr siyasetin psikoanalizi
“Devrim, muhafazakârlarda bir travma yaratmıştı. Yetmişli yıllarda Türkiye’nin ‘Daru’l-Harp’ olduğunu söyleyen bazı katı muhafazakârlar, ‘Daru’l-Harp Fıkhı’ nın uygulanmasını savunurlardı. ‘Milli Görüş’, ‘Hizmet Hareketi’ ve Ak Parti, bu travmanın (N.F. K
Prof. Dr. İlhami Güler - KARAR
1- HARBİN/HİLENİN KUCAĞINDA DOĞUM: İSLAM
İslam, 23 senelik bir “İç-savaş (Mümin-Kafir, Mümin-Münafık, Hizbullah-Hizbuşşeytan….)” sürecinde doğdu. Hz. Muhammed’in ölümünden, Muaviye’nin intikam , ihanet ve zorla hakimiyetini kuruncaya kadar da, iç savaş/”el-Fitnetu’l-Kübra” olarak (Ridde, Cemel, Sıffın, Harre….) devam etti. Abbasi İhtilali de, bir iç savaştı. Siyaset, Nazi filozofu Carl Scmith’in kavramsallaştırması ile defacto “Dost-Düşman” kavramsallaşması üzerine kurulu idi. İslam, Araplar’ın çöl coğrafyasında yüzlerce yıllık süre içinde oluşmuş şiddete teşne olma, kabilecilik ve çapulculuk tabiatlarını geriletemediği için; islam’ı çevrelerine anlaşmalar(Feth Suresi/48) ile barış içinde tebliğ etme yerine; komşuları ile de işgal, gasp, talan, ganimet uğruna savaşa giriştiler. Siyaset, “savaş” olarak icra edilince; bu iç ve dış savaşlarda/siyasette Arapların bu işte uzmanlaşmış dört tane “Dâhi” leri vardı: Muaviye, Amr ibn As, Muğire b. Ş’ube ve Ziyad b. Ebih. Bu bağlamda “dahi” -icat çıkaran veya sanat eseri yaratan değil-; kurnaz, hilekâr, kurt, çakal siyasetçi demekti.
2- KUR’AN VE AHLAK OLARAK SİYASET
Real politik bu olmasına rağmen; Allah, Kur’an’da siyaseti “Harp/Hile” üzerine değil; barış ve anlaşma üzerine kurmak istiyordu. Peygamberimizin dediği gibi: “Harp,- siyaset değil- hiledir”. Tamam, doğru. 60. Mumtehine suresinin 7-9 ayetleri, siyasetin neyin üzerine kurulmasının gerektiğini, sarih bir şekilde ortaya koyar: “ Allah, gerektiğinde sizinle düşmanlarınız arasına bir sevgi koyabilir; Allah, her şeye kadirdir, affedicidir, rahimdir. Allah, dini aidiyetinizden dolayı sizinle savaşmamış; sizi yurtlarınızdan zorla çıkarmamış (gayri müslim) kimselere iyilik etmenizden, onlara adil davranmanızdan sizi men etmez.
Allah, adil davrananları sever. Allah, ancak, sizinle dini aidiyetinizden dolayı savaşan, sizi yurtlarınızdan zorla çıkaran veya çıkarılmanız için destek verenleri dost edinmenizden meneder. Kim, onları dost edinirse; işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.” Allah, iç ve dış siyasetin daima ahit/akit, misak(“Toplum sözleşmesi”) üzerinden adalet prensibine bağlı olarak yürütülmesini ister. “Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.”(2/193). Yahudi Kıralları Davut ve Süleyman’ı da, bu bağlamda Müslümanlara “örnek” olarak gösterir(37/15,27/16,38/30-34…). Hz. Muhammed de, Medine’ye hicret ettikten sonra, oranın Yahudi, Müşrik ve Müslüman kabileleri ile ortak sorumluluk ve haklarını belirleyen(Ümmet) bir anlaşma(ahit/akit/misak) metni oluşturmuştur(“Medine Sözleşmesi”). Yönetim, ilke olarak “Şura”(3/159, 42/38) ile, sorumluluklar ehliyet/liyakat ilkesine göre dağıtılır(4/58) ve adalet/hukuk ile icra edilir. Devletin/yönetimin dini adalettir.
Bu siyaset içeriğini, ahlak felsefesini, Yunan felsefesinin genetik özü olan aynılık/kendiliğin ontolojik emperyalizmi yerine; “Başkası” ve onun insani dolayımı olan “Yüz” üzerine kuran E.Levinas’ın “Radikal Çokluk” kavramında da buluruz. Totaliterlik veya konsensüs, “Başka”sını aynıya/kendine emerek onu yok etmektir. Daimi “ötekilik” ise, özgürlüğün penceresi olarak daima açık kalır: “ Radikal çoğulculuk, bir araya geldiğinde, daha büyük bir bütünlük içerisinde, aynılaşarak kapsanamayan bireylerin oluşturduğu birçokluğu ifade eder. Çokluğu oluşturan bireylerden biri, diğerinin olumsuzlanması olduğunda, birleşerek bir bütünü oluşturabilirler. Oysa Radikal çokluk, tümlenmenin imkânsızlığıdır. Çünkü, öznenin, bir diğeri tarafından olumsuzlanması yüzünden değil; sonsuz bir fazlalık, sonsuz bir uzaklık ve radikal mutlak başkalık yüzünden tümlenme imkânsız hale gelir. Savaşta, varlıklar bir bütüne ait olmayı reddederler.
Toplumu reddederler, yasayı reddederler; hiçbir sınır, bir varlığı diğeri yüzünden durduramaz veya onları tanımlamaz. Kendilerini bir bütündeki yerleri ile değil, kendi benlikleri ile tanımlayarak bütünü aşan konumları ile onaylarlar.” (Emmanuel Levinas: Sonsuza Açılan Yol Benliğimizin Ötesindedir. Haz: Melis Uygur Biibika. İst. 2025. S 100). Özetle Platon-Aristo ve Farabi’de olduğu gibi, Kur’an’da da siyaset “Pratik Ahlak”tır. Filozoflarınki “Site/Medine” devletinde; Kur’an’ınki ise, bütün bir yeryüzünde.
3- SALTANAT VE SİYASET
Oysa Müslüman toplumlarda yönetim, Muaviye ile birlikte tek kişiye/aileye tapulanmıştır(Saltanat/Meliklik). Gayri müslimler “ikinci sınıf(zımmi)” vatandaş olarak görülmüş ve Müslüman muhalifler ise, maslahat/zaruret/rahmet olarak değil; “Fitne-Fesat” olarak kodlanmıştır. Dolaysıyla siyaset, tarih boyunca “Harp-Hile” olarak icra edilmiştir.
4- DEMOKRASİ VE SİYASET
Demokrasi teorisi, siyaseti –içerde. İG- savaş ve hilekârlık olmaktan çıkararak barış içinde aleni bir “yarış olarak kurmuştur. Toplumu-devleti yönetmek için iktidar kadar muhalefet de meşrudur. Nasıl yöneteceklerini “Parti programı” olarak halka anlatırlar; halk da, tercihini yapar. İktidar, silaha ve savaşa başvurmadan, kansız bir şekilde değiştirilebilir. Hukuk Devleti, Kuvvetler (Yasama-Yürütme-Yargı) Ayrılığı, Anayasal Vatandaşlık ve Laiklik, bu yönetim tarzının bileşen kavram ve kurumlarıdır. Batı toplumları, dış siyaseti savaşın silahsız olarak hile ile(diplomasi-istihbarat) devamı olarak görmeye devam etmişlerdir (Makyavalizm). Burjuva sınıfının, demokrasiyi manipüle etme teşebbüslerine karşı işçi sınıfı, siyasal ve sendikal hareketler ile mukabelede bulunmuştur.
M. Kemal ve arkadaşları, Kurtuluş Savaşından sonra, siyaseti “Devrim” yani zor/savaş mantığı ile yaparak, eski rejimi(Hilafet-Şeriat-Tarikat) ilga ederek, yerine cumhuriyet rejimini kurdular. Muhalefeti bastırmak için de “Darbe” geleneğini sürdürdüler. Demokrasiye geçildikten sonra, muhafazakâr-sağcı muhalefet, Demokrasi kurallarına uyarak siyaset yapmaya çalıştı.
5-TÜRKİYEDE HARP/HİLE OLARAK SİYASET
Şair Mehmet Akif, “Safahat” adlı manzum eserinde, Osmanlı toplumunu ve devletini çöküş noktasına getiren Türk-Tasavvuf Sünniliğini eleştiriye tabi tuttu. Said Nursi de “Risaleler” adlı külliyatı ile kendince Sünni ilahiyatı estetize etmeye çalıştı. Her iki şahıs da, Devrimciler tarafından mağdur edilmiş olmalarına rağmen; devlete/yönetime karşı hilekâr-düşmanca bir tavır takınmadılar. Benzer tutumu, düşünür Nurettin Topçu ve şair Sezai Kararkoç’ta da görmek mümkündür. “Sultanu’l-Şuara” olarak anılan N.F.Kısakürek ise, devrimcilere karşı sert-düşmanca bir sövgü dili(müstevlilerden beter, kubur fareleri, maymun….) ile onları eleştirdi. Devrim, muhafazakârlarda bir travma yaratmıştı. Yetmişli yıllarda Türkiye’nin “Daru’l-Harp” olduğunu söyleyen bazı katı muhafazakârlar, “Daru’l-Harp Fıkhı” nın uygulanmasını savunurlardı. “Milli Görüş”, “Hizmet Hareketi” ve Ak Parti, bu travmanın(N.F. Kısakürek) değişik kristalleşmeleridir.
1980 ihtilalinden sonra muhafazakârlar, siyaseti “fiili savaş” olarak değil de; o savaşın bir niteliği olan “Hile-Takiyye” ile özdeşleştirdiler. Devleti ele geçirmek için Fetullah Gülen “Hizmet Hareketi” diye sivil/legal bir oluşum ile devlete sızmaya başladı(“Paralel Yapı”). İki binlerden sonra kurulan AK Parti de, bu hareketle işbirliği içinde siyaseti, iktidar olmaktan “muktedir” olma aşamasına geçmek için “Hile” olarak yapmaya başladı. Sonunda Fetullah, aynı hileyi/savaşı (Darbe girişimi) İktidara karşı yapmaya kalkıştı ve “FETÖ” oldu. Çünkü, siyasetin “Harp” olduğu bir teolojik/kültürel gelenekten geliyordu. İmdi, siyaseti “Hile” olarak yapmaya başladığın andan itibaren, “muhaliflerini” de otomatik olarak “düşman” olarak görmeye başlarsın. Siyaset, hile/savaş olarak görülmeye başlanıldığı andan itibaren “Hukuk/Kanun”, kendinde amaç/gaye (adalet) olmaktan çıkıp; siyasetin aracı/aparatı/iti olmaya başlar. Oysa Demokraside, Hukuk Devletinde siyaset, eşit vatandaşlar arasında ve barış içinde bir “Yarış” olarak “aleni” ve “denetleme” ilkelerine göre yapılır. Bugün Türkiye’nin temel sorunu, Devrimin muhafazakârlarda doğurduğu travmanın henüz atlatılamamış olmasıdır.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.