Her yönüyle örnek bir insanı kaybettik; Ahmet Satoğlu’nu…
Ajanslar “11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dayısı öldü” kuruluğunda bir haber olarak yansıttı vefatını ancak önceki gün İzmir’de muazzam bir kalabalığın toprağa verdiği Prof. Dr. Ahmet Tahir Satoğlu hepsi olumlu daha pek çok sıfatın sahibiydi.
Her şeyden önce, benim de içinde bulunduğum geniş bir çevre için, örnek alınacak şahsiyetlerin en başında o geliyordu.
Cenaze namazını kıldıran hoca onun en yaygın bilinen özelliğini “Ben de kendisinin hastası oldum, babam da hastasıydı” cümlesiyle duyurdu.
İhtisas alanı nöroloji olan bir tabipti Ahmet Satoğlu. Ege Üniversitesi’nde yüzlerce öğrenci yetiştirdiği gibi, en sorunlu saralı hastalara bile şifa kazandırmak için gecesini-gündüzünü katmış, zorunlu emekliliği sonrasında açtığı muayenehanesinde de şifa dağıtmaya devam etmişti.
Her alanda olağanüstü titiz, dürüst ve kendi aleyhine olabilecek konularda bile dosdoğru biriydi. Muayenehanesinin daha ilk yılında, doktorlar arasında İzmir’in vergi şampiyonu olduğunu duyunca, hiç şaşırmamıştım.
Doktora sonrasında bir süre Kanada’da, bir süre de ABD’de bulunduğu ve dünya çapındaki üniversitelerin takdir belgeleri odasını süslediği halde, Ahmet Satoğlu’nun doçentlik ve profesörlüğünü geciktirmek için her yola başvurulmuştu.
O dönemlerde ‘dindar’ bilinmek, akademik hayatta hem en iyi olmayı hem de hakkını alabilmek için mücadele vermeyi gerektiriyordu.
“Zorunlu emeklilik” demem boşuna değil.
12 Eylül (1980) darbesi üniversiteleri sol-sağ ayrımı yapmadan askerlerin hizasına çekmeyi hedeflediği için, onun kapısı da, sakalı olduğu bahanesiyle, çalınacaktı.
Ya sakalını kesecek ya da…
Kendisine bunu tebliğ edenlere verdiği, “Başörtülü öğrencileri derslere almaya başlayın, sakalımı keseyim” cevabı unutulmaz...
Etraftan gelen kesmesi yolundaki telkinlere kulak asmadan, önünde hizmet sunabileceği daha uzun yıllar varken, hüznünü içine hapsedip üniversitesindeki kürsüsüne veda etmişti.
Ülkede öğrenci hareketlerinin en yoğun olduğu bir dönemde Milli Türk Talebe Birliği’nin (MTTB) İzmir’deki başkanı olarak görev yaptığım için biliyorum; o dönemde üniversitede kapısını çalabileceğimiz pek az hoca vardı.
Tıp Fakültesi’nde yalnızca iki hoca: Prof. Ahmet Satoğlu ile Prof. Saffet Solak…
Evinde veya üniversitedeki odasında ziyaret ettiğimde dinlediğim sağduyulu görüşlerini, Dr. Baha Kitapçı’nın başkanı olduğu Türk Ocağı’ndaki haftalık konferanslarda daha geniş kitlelerle de paylaşırdı Ahmet Ağabey…
Yakın görüşte olan insanların bir arada yaşamasını sağlayacak bir proje olarak Süleyman Karagülle öncülüğünde başlayan Akevler’in kurucu kadrosundaydı. Az bilinir: Akevler’in ilk başkanıydı Ahmet Ağabey; ilk yapılan binaya en önce taşınan da yine o olmuştu…
Cenazesi Akevler’den alınıp namazı Akevler’e komşu İlahiyat Fakültesi yanındaki Hacı Fatma Tatari Camii’nde kılındı. Muazzam bir kalabalığın omuzlarında musalla taşından alındı ve sevgili eşi Binnaz Hanım’ın daha önce defnedildiği Urla/Kuşçular’daki Akpınar Kabristanı’nda toprağa emanet edildi.
Kız kardeşinin oğlu Abdullah Gül oradaydı, oğlunun kayınpederi -dünürü- Beşir Atalay da… Erkek-kız çocukları, torunları, damatları, akrabaları ve geniş ailesinin fertleri olarak onu son yolculuğuna uğurladık.
Kendisi benim için her zaman “Ahmet Ağabey” idi. İzmir’deki ilk gençlik günlerimde en sık gördüğüm ve nasihatlarından yararlandığım bilge kişiydi.
Yurt dışı günlerimde bile ilgisini eksik etmedi. Harvard’da yüksek lisans yaparken burs sağlamada referanslarımdan biri o olmuştu.
Tıp eğitimini İstanbul’da aldığı 1940’lı yıllarda içinde yer aldığı entelektüel çevre ile İzmir’e taşındıktan sonra da bağlarını koparmamıştı.
O çevrede Necip Fazıl da vardı, Nurettin Topçu da, İbnülemin Mahmud Kemal İnal da…
Muhafazakar kesimin önemli isimleri, ona danışmak için yollarını sıkça İzmir’e düşürürlerdi.
Kaç gencin eğitim hayatlarında yön gösterici olmuştur, kim bilir…
Oğulları ve kızlarından bilim yolunu izleyenler var, neyse ki…
Her ziyaretimde kütüphanesinde nedense benim dikkatimden kaçmış yeni bir yayınla karşılaşırdım.
Siyasete ilgisi?
Her dönemde onu saflarında görmek isteyen partiler olmuştu; uzak kaldığına göre, tabip olarak insanlara hizmeti siyasetten daha ön planda tuttuğu söylenebilir.
Abdullah Gül’ün hayatındaki birkaç nirengi noktasından biri, hatta ilki olduğunu ise biliyorum.
Bazen keskin dönemeçlerde yazılarımla tavır belirlerken aklımdan mutlaka “Ahmet Ağabey olsa acaba nasıl tavır alırdı?” diye düşündüğüm olur.
Onun ufulü, ülkemiz için de büyük kayıp…
Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun…