1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. İki cihat fetvası
Ali Bulaç

Ali Bulaç

İki cihat fetvası

A+A-

2002 yılı Eylül veya Ekim ayının başlarında Cüneyt Zapsu beni arayıp bir akşam yemeğine evine davet etti. Belirlenen akşam Zapsu’nun evine gittim, benden başka hatırlayabildiğim kadarıyla Cengiz Çandar, Fatih Saraç, Hasan Kamil Yılmaz da vardı. Bir iki kişi daha olabilirdi, isimlerini hatırlayamıyorum. Amerikalıların tarafında ABD Ankara Büyükelçisi veya İstanbul Başkonosolosu, Ortadoğu’da ve Latin Amerika’da görev yapmış iki diplomat, bir iki kişi daha ve Büyükelçiliğin resmi tercümanı vardı.

Gazze’de süren acımasız katliamlar üzerine Umman uleması bir fetva yayınlayarak  İslam alemine bir çağrıda bulunmuştu (1). Metin fetva olması hasebiyle fıkhi bir dille kaleme alınmıştı. Sabır taşının çatladığını gösteren bir infiali yansıtıyordu.

Uzun bir aradan sonra Müslüman dünyanın yaşadığı trajik olaylarla ilgili İslam alimleri yöneticilerini harekete geçirmeyi amaçlayan bir fetva yayınlamaktadırlar. Bu sırada Gazze ve Filistin’le ilgili sıkça toplantılar yapılıyordu, geçen ay Dünya Müslüman Alimler Birliği Kudüs ve Filistin Komitesi’nce İstanbul’da (21-23 Şubat 2025) bir toplantı yapılacak ve alimler aracılığıyla İslam alemine bir çağrıda bulunacaktı. Benim de davetli olduğum konferans kötü hava şartları dolayısıyla ileri bir tarihe ertelendi.

Benzerleri yanında Umman fetvası bence özel bir öneme sahipti, biraz sonra buna değinmeye çalışacağım. Bundan önce aklıma gelen yaklaşık çeyrek asır öncesine ait önemli bir fetvadan söz etmek istiyorum.

2002 yılı Eylül veya Ekim ayının başlarında Cüneyt Zapsu beni arayıp, Amerikalıların İslam ve İslam alemi hakkında yanlış kaynaklardan bilgi alıp yanlış kanaatlere sahip olduklarını, doğru kaynaklardan bilgi alacak olurlarsa doğru bilgi ve kanaatlere sahip olacaklarını, benimle de görüşürlerse faydalı olacağını söyleyip beni akşam yemeğine evine davet etti. 

Belirlenen akşam Zapsu’nun evine gittim, benden başka hatırlayabildiğim kadarıyla Cengiz Çandar, Fatih Saraç, Hasan Kamil Yılmaz da vardı. Bir iki kişi daha olabilirdi, isimlerini hatırlayamıyorum.  Amerikalıların tarafında ABD Ankara Büyükelçisi veya İstanbul Başkonsolosu, Ortadoğu’da ve Latin Amerika’da görev yapmış iki diplomat, bir iki kişi daha ve Büyükelçiliğin resmi tercümanı vardı. Diplomatlar beklendiği üzere alanlarında “çok iyi”ydi, Türkiye ve bölge ülkelerinde olup biteni “fazlasıyla iyi” biliyorlardı.

O günlerde gündemde Amerikalıların Afganistan’a yapmayı planladıkları askeri müdahale, Türkiye’de AK Parti ve süren başörtüsü yasağı vardı. Diğer davetlilerle birlikte diplomatları dinledik. Bizler de önem verdiğimiz konularda görüşlerimizi dile getirmeye çalıştık.

Ben, 12 Eylül askeri darbesinden bu yana sürmekte olan başörtüsü yasağı konusunda Amerika’nın neden suskun kaldığını sordum, başörtüsü dini bir vecibedir, yanısıra kamusal ifade özgürlüğünün vazgeçilemez göstergelerinden biridir. Ayrıca İsrail, kendini hiçbir hukuki kurala uyma mecburiyetinde hissetmeden Filistin’de zulüm üstüne zulüm işliyor, İsrail bu zulümleri Amerika’nın desteğinden alıyor. Bu konuda neler düşündüklerini merak ettiğimizi söyledim. 

Diplomatlardan biri şöyle cevap verdi: 

“-Türkiye’de nüfusun yüzde 20’si kesin olarak Şeriat’a ve dini bir sembol olan başörtüsünün kamuda takılmasına karşıdır, Amerika karar verirken bu kesimi göz önünde bulundurur.” Diplomat, İsrail konusunda fikir beyan etmedi.

Bundan, süren başörtüsü yasağının Amerika’nın umurunda olmadığı, AK Parti’nin bu yasağı kaldırmaya çalışırken işinin hiç de kolay  olmayacağı sonucunu çıkardım. İsrail ise Amerikalıların kırmızı çizgisiydi, bunu konuşma lüzumunu bile hissetmiyorlardı.

Sohbet sürerken zaten Amerikalıların ilgilerinin başka konu olduğu anlaşılıyordu, onların ilgi alanlarının merkezinde Afganistan’a yapacakları askeri müdahale vardı. O sırada Taliban müdahaleye karşı koymak üzere müslüman dünyaya çağrıda bulunan bir “cihat fetvası” yayınlamıştı. Amerikalıların da bizimle görüşmek istemelerinin sebebi buydu.

Amerika, İkiz Kulelere El Kaide’nin saldırı yaptığını öne sürüyor (11 Eylül 2001), Usame bin Ladin’i saklıyor diye Afgan yönetimini suçluyor, Bin Ladin’i teslim etmeyecek olursa, askeri müdahalede bulunmakla tehdit ediyordu. Taliban yönetimi ise şunları söylüyordu: İkiz Kuleler saldırısını El Kaide’nin yapıp yapmadığı uluslararası bir mahkeme tarafından soruşturulup karara bağlanmalı, adil bir soruşturma ve yargılama sonunda Bin Ladin suçlu bulunursa Taliban onu Amerikalılara teslim edecekti. 

Bana göre Taliban’ın önerisi doğruydu, hukuki prosedüre uygundu, kararı kendilerine bırakmıyor, uluslararası mahkemeye bırakıyordu. Amerikalıların mahkeme, yargılama dinleme gibi niyetleri yoktu, kararlarını vermişlerdi, Afganistan’ı işgal edeceklerdi.

Uluslararası aktörlerden ümidini kesen Taliban, bunun üzerine ülkelerinin işgaline karşı Müslümanların yardımını, işgali önlemeye matuf aktif çabalarını talep eden bir fetva yayınladı, bu ismiyle müsemma bir “cihat fetvası” idi. 

Amerikalıların bizden istediği ise hiçbir şekilde bu fetvaya sahip çıkmamamızdı. Bugünlerde Trump’ın söylemlerinde daha somut gördüğümüz üzere Amerikalılar, çok ince diplomatik dil kullanmayı sevmez, neyi kastettiklerini kolayca belli ederler. Diğer arkadaşları bilmem ama benim o akşam yemeğinden anladığım şuydu: Amerikalılar bizi tehdit ediyorlardı, fetvadan olumlu bahsetmeyeceğiz, desteklemeyeceğiz, Taliban’ın çağrısına katılmayacağız.

Aksi halde! 

Eh, artık onu da biz düşünecektik.

Umman ulemasının yayınladığı fetva ile Taliban’ın 23 sene önce yayınladığı fetva arasında ortak noktalar vardır: 

1. İki fetva da ulema formasyonu olan kişiler tarafından kaleme alınmıştı, 

2.  ikisi de İslam aleminin tümüne cihad çağırısında bulunuyordu; 

3. iki fetvadan biri (Afgan fetvası) hedefi harici güç olarak Amerika’nın askeri işgaline, diğeri (Umman fetvası) yine Amerika’nın destek verdiği İsrail’e karşı Müslümanları direnişe çağırıyordu; 

4. iki fetva da İslam aleminde herhangi bir yankı uyandırmadı. Bırakın yankı uyandırmayı, Filistin, Gazze ve İslam dünyası konularında duyarlı olan internet sitelerinde, medyasında bile kendinde yer bulamadı.

Bana kalırsa Umman fetvası önemliydi. Şöyle ki:

Umman nüfusunun yüzde 80’i İbadi/Haricidir. Haricilerin ön ayak olduğu fetva Sünni, Şii, Zeydi mezhep mensuplarıyla ortak bir söylem geliştirme potansiyeline sahiptir.  Filistin konusunda Sünni Filsitinliler ve İhvan’ın Filistin kanadı Hamas, Şii İran ve Lübnan Hizbullah’ı ile Yemen’in Zeydi Ensurüllah’ı eğer İslam’ın varlığı tehdit altında ise mezhebin önemli olmadığını, mezhepçilik yapanların gayrımeşru iktidarlara ve küresel firavunlara hizmet ettiklerini ortaya koymuş oldular.

Harici/İbadi alimleri ile Sünni, Şii, ve Zeydilerle ortak bir konuda bir araya gelmesinden daha mes’ut gelişme olamaz. Bu tarihimizin en hayırlı sürecine işaret eder. Suriye’nin –şimdilik- mezhepçi ve milliyetçi otokratların ve monarkların safına geçmiş olması, bu hayırlı süreci kesintiye uğratmaz, aksine bundan sonra her türden mezhepçi ve milliyetçi söylemin Müslüman dünyayı nasıl istibdat yönetimlerine mecbur ettiğini ve mezhepçiliğin küresel müstekbirlere hizmet etmek üzere kullanıldığını gösteriyor. Mezhepçilik ve milliyetçilik insanda ne selim akıl bırakır ne temiz vicdan; mezhepçilik İsrail’in soykırım ve tehcirini bir Sünniye, bir Şiiye tercih etmeye kadar teşevvüşe ve cürme sevkeder.

İlki gibi bu fetvada mevcut durumda yankı uyandıramazdı, fetva dikkate alınma başarısını gösterebilseydi, İsrail’e ses çıkarmayan ülke liderleri bir meşruiyet krizine düşecekti. Başka açıdan esasında “dindar/İsamcı” aydınlar da artık bu işlerin “fetvalar”la yürütülebileceğine ilişkin kabulleri çoktan terketmişlerdir, onlar artık birer “aydın, akademisyen ve yazar”dırlar, fıkhın dilini kullanmazlar, geleneksel mübariz ulema gibi kamusal alan çıkmazlar, kamusal vicdanı ve doğru siyaseti suistimal ederler; farkındadırlar ve değiller, çoktan din dilini terketmişlerdir. 

Fakat bu aydınların yanıldıkları bir nokta var; ne kadar manipüle edilirse edilsin, sosyolojinin dip dalgaları olup bitenler karşısında hala zihnen teslim olmuş değildirler. Muhammed bin Selman, Amerikalılara “Filistin benim meselem değil ama nüfusunun yüzde 70’i 30 yaşında olan bir ülkem var, onlar için çok önemli” derken durumu tam olarak özetlemişti. O, saraylardan bağımsız ulemanın fıkıh diliyle  ortaya çıkacakları gün, dip dalganın tsunamiye dönüşececeğini biliyor. Gazze bunun ilk işaretlerini verdi.

  1. https://www.aljazeera.net/misc/2024/3/21/%D9%85%D9%81%D8%AA%D9%8A-%D8%B9%D9%85%D8%A7%D9%86-%D9%8A%D8%B4%D8%A8%D9%87-%D8%A7%D9%84%D8%B9%D8%AF%D9%88%D8%A7%D9%86-%D8%B9%D9%84%D9%89-%D8%BA%D8%B2%D8%A9-%D8%A8%D8%BA%D8%B2%D9%88%D8%A9
Önceki ve Sonraki Yazılar