İstanbul’un deprem gerçeği: Allah beterinden saklasın!
Dün deprem korkusunu ve sarsıntıyı yine yaşadık; en kötüyü zihinlerimize geri çağırdık. İstanbul, çevresindeki bitmek tükenmemek bilmeyen fay hareketleriyle depremi bir kez daha en ürkütücü yüzüyle hatırladı.
“Hatırladı” doğru bir tespit ama doğru kelime değil çünkü hiç unutmaması gerekiyordu. 15 milyonu aşkın insan depreme bu kadar yakın ama anlaşılmaz şekilde deprem gerçeğine çok uzak bir hayat yaşıyor. Burası, binalarının yüzde 70’i -evet yüzde yetmişi-, 2000 yılı öncesi yapılan ve bunların hepsi büyük depremde risk içiren bir şehir...
Türkiye, yaşadığı seri depremler ve bilimsel çalışmaların inkar edilemez ikazları ile bir deprem ülkesidir. Yine inkar edilemez şekilde depreme karşı hazırlıksız, tedbirsiz ve lafı bol olsa da duyarsız bir ülkedir. Erzincan’dan Gölcük’e, İzmir’den Maraş’a kadar seri depremler bunu anlatıyor. İstanbul ise, koskoca bir risk bölgesi... Bir sarsıntı, sonra artçı sarsıntılar gerçeği unuttuğumuzda bize hatırlatıyor. Her sarsıntıda karşımıza çıkan gerçek büyük bir insani trajedi senaryosudur.
Tekrar tekrar söylemek acı ama depremi bu kadar konuşup, üstüne bu kadar yaşayıp, bu kadar savunmasız ve tedbirsiz olan bir ülke yoktur.
Yüksek ihtimalle (yüzde 50) 10 yıl içinde Marmara’da, İstanbul’u yıkacak bir deprem kapımızda bekliyor. Kesin rakamları bilemiyoruz ama muhtemel ki 600 bin binanın dayanıksız olan 400 bini hasar alacak ve belki en az 75 bini içindekilerle birlikte yerle bir olacak. Dün hissettiğimiz ve zihinlerimize yerleşen acı tablo buydu işte…
Depreme karşı hazırlık demek, enkaz kaldırma faaliyeti değil, enkaza sebebiyet vermemek; yani binaları dayanıklı hale getirmektir. Ya da getirmekti…
Tedbir almak demek, her türlü sarsıntıya karşı dayanıklı binalar yapmaktır; bunun yolu da kentsel dönüşümdür. Biz yıllardır ne yaptık? Kafayı kuma gömdük ve miskin bir tevekkülle vakit harcadık. Bırakın depreme dayanıklı ev üretmeyi, memlekette ne kadar çürük bina varsa hepsine yeniden kaçak yapıdan kurtulma ruhsatı verdik. Ne zaman? Daha dün, 2017-18’de… Ülke genelinde 4 milyona yakın kişi -ve buna yakın irili ufaklı problemli yapı- “İmar Barışı” adı altındaki kampanyadan istifade etti. Toplam kaç bina ruhsatlandı ve kaçı depreme hazırlıksız bilinmiyor ama tamamına yakını diyenler yanılmış sayılmaz. Çok korktuğumuz, çok konuştuğumuz depreme karşı hazırlığımız budur.
Seneler boşa geçti, vakit iyice daraldı.
Hafızalarımızdan silinen, unutulan depremlere bakalım…
2 bin 500 kişinin öldüğü Hakkâri (1930), 100 binden fazla insanın öldüğü Erzincan (1939), 3 bin kişiyi kaybettiğimiz Niksar-Erbaa (1942), 4 bin kişiden fazla insanımızı yitirdiğimiz Tosya-Ladik (1943), yine 4 bin insanımızı kaybettiğimiz Bolu-Gerede (1944), bin kişinin öldüğü Kütahya-Gediz (1970), 2 bin 400 kişinin enkaz altında can verdiği Varto (1966), 2 bin 400 kişinin öldüğü Lice (1975), hemen ertesi yıl 4 bine yakın insanımızı yitirdiğimiz Çaldıran (1976) depremleri yaşandı bu ülkede.
Hiçbirisi artık hatıra bile değil….
O depremler unutuldu da yaşayan bütün kuşakların tanık olduğu 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi’ni hatırlayan var mı? Var idiyse, 700 insanımızı kaybettiğimiz Van Depremi (2011) veya sonrasında vurduğu yeri yıkan diğer depremlere nasıl hazırlıksız yakalandık? Ve 50 binden fazla insanımızı kaybettiğimiz 6 Şubat Kahramanmaraş Depremi’ne nasıl tedbirsiz yakalandık?
Kahramanmaraş Depremi’nin geleceğini söyleyenler, senelerdir Marmara/İstanbul Depremi’nin de geleceğini söylüyorlar. İstanbul yapı stokunun büyük kısmının güçlü bir sarsıntıya karşı dayanıksız olduğunu anlatıyorlar. Bu şehirde ve civarında yaşanacak depremin milli güvenlik meselesi olduğunu hatırlatıyorlar. Ne var ki dün bir kez daha kendisini hatırlatan mukadder deprem karşısında İstanbul da Erzincan, Varto, Hakkâri, Gölcük, Maraş, Hatay, Adıyaman gibi hazırlıksız ve çaresiz… Bir kez daha anladık. Anladık mı yoksa yine anlamazlıktan mı geldik, o da meçhul…
Malum yahut meçhul; şimdi herkes gibi benim de aklımda ve dilimde tek cümle var. Allah beterinden saklasın…