Kavmiyetçilik Zokası Zehirlidir
Kavmiyetçiliği, İslâm’ın kıvam ve bekasına aykırı bulan Babanzâde Ahmet Naim (1873-1934), Sebilürreşad dergisinde 1914’te uzun bir makale yazmış, sonra da bunu “İslâm’da Dâvây-ı Kavmiyet” adıyla kitaplaştırmıştı. Umran dergisi, vefatının 90’ıncı yılında Babanzâde’nin bu makalesini sadeleştirerek yayımladı. Müslümanlar arasında kavmiyet davasının yeniden yükseldiği bir süreçte makaleden bazı bölümler aktarıyoruz:
“Kavmiyet ve cinsiyet davası”, cahillik sebebiyle Avrupa’dan edindiğimiz zararlı -ve âcizane kanaatimce- İslâm varlığı için kanser denecek kadar tehlikeli, bir yabancı bidattir. Zaten Avrupa’nın daima en fena şeylerini almak, iyi şeylerini de bozmadıkça tatbik etmemek bizim en ziyade göze çarpan felaketlerimizden biridir… Bu ümmetin muhakkak ölümüyle neticelenecek ve tedavisi çok güç, bulaşıcı bir hastalık. Bizim iddiamız şudur: Irkçılık davası şeran kötülenmiş ve reddedilmiştir. Şeri tabiri ile bu bir “dâvây-ı cahiliyet”tir. İslâm’ın varlığına ve devamına, Müslümanların refah ve saadetine en müthiş bir darbedir. Hele ki, bütün İslâm diyarları elden çıkmış, diyar-ı küfr olmuş iken, buradaki bir avuç Müslümanın ‘Ben Türk’üm’, ‘Ben Kürt’üm’, ‘Ben Laz’ım’, ‘Ben Çerkez’im’ gibi yeni heveslerle, birbirleri ile bağlarını zerre kadar gevşetmeleri nasıl olur! Düşmanlarımızın tecavüzlerini ta kalpgâhımıza uzattıkları bir sırada, bu cinnet değil de nedir? Üstelik şu hâl, ırk taraftarlığı bayrağını ellerinde tutanların anladığı manada da vatanperverliğe aykırıdır. (...)
Türkçülerin ileri gelenlerini, reislerini, önderlerini, ulularını ikiye bölünmüş görüyoruz. Bir takımı halis “Türkçü”, diğer takımı ise “Türkçü-İslâmcı”dır. Halis Türkçüler büsbütün yeni bir “mefkûre” (gaye-i müştereke demek daha doğru olacak) ortaya koymak, eski ananelerle münasebet bağını keserek, yeni ananeler vücuda getirmek, “yeni bir iman” ile “yeni bir kavim” ve “yeni bir millet”i kalıba dökmek hevesindedirler... “Türkçü-İslâmcı” diğer ulular ise serden de yardan da geçemiyorlar. İslâm mefkûresi ile kavim mefkûresinin hiçbirini feda etmek istemiyorlar. Birincilerle daha açık bir ifadeyle halis Türkçülerle burada uzun uzadıya münakaşa etmeyi abes görüyoruz. Bunların aşılamak istedikleri şey açıkça dinsizlik mefkûresidir. Biz yalnız “Türkçü-İslâmcı”larla dertleşebiliriz…
“Türkçü-İslâmcı” ulular: “...Kendi ırkına taraftarlık etmek, asabiyet davası gütmek İslâm’a aykırı değildir. Bu iki mefkûre birbiriyle çatışmaz aksine yekdiğerini tamamlar ve ilerleyip kuvvetlenmesini kolaylaştırır. Ne yazık ki, birçok gencimiz iman ve İslâm’dan nasipsiz kalmıştır. Bunları hiç olmazsa vatan ve ırk sevgisi adına İslâm’a ısındırmaya çalışabiliriz.” diyorlar. “İman-ı dinî”nin yanı başında bir de “iman-ı kavmî” ikame ediyorlar… “Irkları ile övünmenin İslâmî hislere hiç zarar vermeyeceğini” düşünüyorlar…
(Babanzade, “Türkçü-İslamcı” dediği grubu uyarıyor:) “Ey Türk” diyecek yerde “Ey Müslüman” diye hitap ediniz. Kendisine daima Müslümanlığından bahsediniz. Türklüğünden bahsetmeyiniz. Gayretini uyandırmak istediğiniz vakit Türklük namına değil, Müslümanlık namına hareketlendiriniz. Türk’ün tarihini İslâm tarihinden ayırmayınız… Halkı “çifte mefkûre” sahibi etmeyiniz. İçinizde üç vatan sahibi olmak isteyenler de varmış. Hâlbuki yine Türk meselidir, “Çatal kazık yere girmez!” derler. Siz bu çatal mefkûreyi, üç başlı vatan kaygısını kimin kalbine sokabilirsiniz? Siz yine halis İslâm gayesinden şaşmayınız. İslâm gayesi Türklüğü kurtarır. Türklük gayesi ise daire-i İslâm’ı hiçbir vakitte ihata edemez. Çifte gaye ile de hiçbir iş görülmez. İnsaf edin. Size uyanlar Türklüğü mü çok sevecek yoksa İslâmiyet’i mi? Her ikisini aynı derecede sevsin derseniz olmaz. Çünkü bir gaye, gaye olabilmek için aşk derecesinde sevilmelidir. Elbette tasdik edersiniz ki aşk bölünme ve ayrılık kabul etmez. Öyle ise Allah rızası için, Türklerin yüzünü Kâbe’den Turan’a çevirmekten vazgeçiniz. Her iki tarafa bakmayı kimseye tavsiye etmeyiniz. Zira cihetler yek diğere zıttır. Ân-ı vâhidde her ikisi birden görülemez… Kavmiyet zokası zehirlidir. Onu yutanlar zaten dinsizlikle malul hastalar ise bu zehir ile şifa bulamazlar. Eğer dindar iseler o zehri yuttuktan sonra felah bulamazlar. Herhâlde şuna emin olmalısınız ki İslamiyet’i şiddetle nehyettiği şeylerle barıştıramazsınız. Kavmiyetçilik davasının dinin yasakladıklarından olması dünyada ulaşılacak gaye olan Müslümanların vahdetini vücuda getirmek içindir.” (Sebilürreşad, 1914).