1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Kirli yüzler
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Kirli yüzler

A+A-

İnsanın düşünceleri, sahip olduğu dünya görüşü onun ahlaki tutum ve davranışlarında içkindir. Bu görüşe göre ahlak teoride değil, pratikte saklıdır. “Ahlak”ın “huy (huluk)”la ilişkisi olduğundan yaratılıştan sahip olduğumuz iki eğilimden biri bizim davranışlarımızı belirlemeye veya etkilemeye koyulur. Kalb ahlakın vatanıdır, vatanı kalb gibi ahlak da duruma göre değişir. Kalb iyiliğe vatan olabildiği gibi kötüleğe de vatan olabilir.

İyi yönde ahlaki bir tutum içindeysek huyumuz, hareketlerimiz ve giderek kişiliğimizin aynası durumundaki yüzümüzdeki ifadeler, çizgiler, mimikler buna göre şekillenir. Kötü yöndeki bir tercihin de aynı şekilde etkisi söz konusudur. 

Suç işleyen, ama anne babasından korkan bir çocuğun psikolojisini yüz ifadelerinden anlamak mümkün. Yetişkinler, büyükler de aynı durumdadır. Bir insan hukuken suç, ahlaken ayıp veya cürüm sayılan fiilleri işliyorsa bunların çizgilerinin değişiminde etkisi olmayacağını söylemek mümkün değildir. Gözlerin ve genel olarak yüzün, ruhun aynası olduğu fikri doğrudur. Bunu sinema filmlerinde, tv dizilerinde de test edebiliriz. İyi rolde oynayan bir aktörün yüzü başka, aynı aktörün kötü rol oynaması durumunda yüzü, etrafa yaydığı elektrik başka olur.

Bu açıdan çevrenize bir bakın. 

Ya da geçmişte aranızda dolaşan, sizinle aynı davayı paylaştığını öne süren, sizler gibi yaşayan, ortak bir mücadele –ki Müslümanların mücadelesi her zaman ahlaki amaçlı olmak durumundadır; politik ve askeri mücadelelerin tamamı ahlaka ve hukuka hizmet etmiyorsa meşru değildir- içinde olan bazı “tanıdıkların, arkadaşların” şimdi nerelerde durduklarına bakın. Bugün sizinle aynı kulvarda değildirler, önlerine çıkan fırsatları zekice kullanıp kısa zamanda sınıf atlamışlardır. 

Yargılamanın faydası yok, hayat tercihlerimizden ibarettir, kimin niyeti ne ise himmeti de odur. İnandıkları gibi yaşama cesaretini ve erdemini gösteremedikleri için, yaşadıkları gibi inanmaya, özünde gayrımeşru ilişkileri barındıran hayat tarzlarını haklılaştırıcı düşünce ve ideolojilere sarılmaya başlamışlardır. Artık yüz yüze geldiğinizde size bakabilecek durumda olmadıklarından devamlı sizden kaçıyorlar. Bazıları henüz kalpleri büsbütün katılaşmış değil, belli ki derin bir meşruiyet krizi içinde kıvranıyorlar. 

Bedene arız olan sızıdan çok daha acı veren, ruhun sızıdır. Bu yüzden bin bir dereden su getirip savunmaya çalıştıkları fikir ve yeni kimliğin kimseye inandırıcı gelen tarafı yok. Lafın, güzel cümlelerin işe yaramadığı, geçer akçe olmadığı yer hayat tarzıdır. Müslümanın ne dediği kadar nasıl yaşadığı da hüküm vermek için iyi bir kriterdir. Son senelerde bundan iyice emin oldum.

(Haşiye, 1: Geçenlerde Fatih Çarşamba pazarından sebze meyve alışevirişimi tamamlamış eve dönüyordum, ağır ağır Fatih Camii avlusundan geçerken çeyrek asır önce beraber olduğumuz, teşrik-i mesai yaptığımız bir arkadaşa rastladım. Hemen yanıma gelip halimi hatırımı sordu, üstü başı hayli pahalı elbiseler vardı, yanında kendisi gibi iki kişi daha vardı. Kısacık sohbetten sonra pazar arabasındakilere bakıp biraz da hayretle:

-Üstad, sen mi pazar alışverişi yapıyorsun, diye sorunca pek hazırcevap olmadığım halde ona şöyle deyiverdim:

-Öyle. Başka nasıl olabilirdi ki! Seninle Halife Ömer’in tahıl çuvalını pazardan alıp kendi sırtında evine taşıdığını yıllarca anlatmadık mı ümmete!)

Şu veya bu şart ve konjonktürün önlerine açtığı ya da bin bir dolap çevirerek kendilerinin açtığı fırsat kapılarından pervasız duhul etmişlerdir; makam mevki, statü sahibi ve elbette para sahibi olmuşlardır. Artık eski dostlar değildirler, cüzdanları kadar egoları da şişkin. Bir kısmı sonradan görmeler olarak günde iki defa elbise değiştiriyorlar, olmadık araçlar üzerinde uçuyorlar, çocuklarının sünnet düğünlerine, doğum günlerine harcadıkları para asgari ücretlinin bir yıllık gelirinden fazla. Çoğu ait olmadıkları ve onları hiçbir zaman kendilerinden saymayacak olan bir dünyaya sığınmışlardır, kişilik profilleri kentin taşrasında, bedenleri kent soyluların semtlerinde. 

Belki geçmişlerini, beraber oldukları, hatta sömürdükleri ideolojileri, omuzlarına basarak yükseldikleri arkadaşlarını küçümsüyorlar, ama içlerinde derin bir huzursuzluk da yok değil. Çünkü bu yaşam tarzını ve bu tarzı finanse eden kaynakların haram ve günah yollardan temin edildiğini biliyorlar. Günah hiçbir zaman mutluluk vermez. 

Dün beraber oldukları insanlarla hep bunu söylediler, belki öyle var oldular; ne var ki bu insanların himmetleri dinleri değil, dünyaları olduğu için, bu bilgiyi hiçbir zaman imana dönüştürmemişlerdi. Şimdi amaçlarına ulaştılar ve muhakkak kendilerini zeki, kurnaz, başarılı zannediyorlar. Ama sadece bir “zan”dır bu, gerçeğin hiçbir veçhesini ifade etmez. Zeki oldukları doğru, akıllı oldukları doğru değil. Değil, çünkü akıl ahlakidir, kalbin nuru olan akıl, akıl sahibini cürüme, günaha, suça, zulme sevketmez.

Tarih, kendi davasına, halkına ve kökenine ihanet edenleri iyi kaydetmez. Onları ekranlarda, gazete sahifelerinde, gayya kuyusu sosyal medyada veya pazar dönüşünde Selatin camiilerinin avlusunda gördüğümde en çok yüzlerine dikkatle bakmaya çalışırım. Bana yüzleri öylesine kirli görünüyor ki, eminim onlar da sabah evden çıkmadan önce aynaya dikkatle baksalar, ne kadar kirlendiklerini göreceklerdir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar