‘Küp içindekini sızdırır’
İhlâsla yaptığı ibadetleri iç dünyalarında yapıcı tesirler icra eden kimselerin dış dünyaları, yani davranışları da güzel olur. Çünkü ahlâk insanın iç dünyasında yerleşmiş melekeler bütünüdür; o melekeler erdemli olursa dışa da iyi ve erdemli davranışlar taşar. Bin yıl önce Râgıb el-Isfahânî bunu “Küp içindekini sızdırır” özdeyişiyle ifade eder. İnanan insanın ihlâs ve samimiyeti Allah karşısında mütevazı olmasını gerektirir. Kula yakışan, Rabbinin karşısında tevazu halinde olmaktır.
Yüce yaratıcıya karşı görevlerin ahlâkî mahiyetini belirleyen en önemli unsurlardan biri ihlâs, diğeri tevazudur. Din dilinde ihlâs, ibadetleri ve her türlü iyiliği gösterişten, menfaat hesaplarından arındırıp, yaptığını Allah için yapmaktır; ibadet ve iyiliklerin arkasındaki niyet ve irade dürüstlüğüdür.
İslam kaynaklarında ihlâsın zıddı olarak sahte inançlar için nifak yani münafıklık, sahte eylemler (ameller) için riya terimleri kullanılır. Amelde dürüstlük ve samimiyete ihlâs, konuşmada doğruluk ve dürüstlüğe de sıdk denir.
İhlâs ile yapılan ibadetlerin, insan psikolojisi üzerinde manevi ve ahlâkî terbiye sağlayan güçlü etkilerinin olduğu bilinir. İbadetlerin ihlâsla yapılıp yapılmadığı dışa yansıyan ahlâkî davranışlarla belli olur. Kur’an’da “…Kuşkusuz namaz çirkin ve kötü davranışlardan meneder…” (Ankebût 29/45) buyrularak, namaz örneği üzerinden, ihlâsla yapılan; yani riya, gösteriş, menfaat gibi dünyevi beklentiler karıştırılmadan, sırf Allah rızası için yerine getirilen ibadetin bu ahlâkî etkisi açıkça ifade edilmiştir.
Hz. Peygamber, yine namaz örneği üzerinden, kötülük ve çirkinliklerden alıkoymayan ibadetlerin faydasızlığını, “Birinin kıldığı namaz, kendisini kötü ve çirkin davranışlardan alıkoymuyorsa, onun kıldığı namaz kendisini Allah’tan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz” şeklinde dile getirmiştir. Başka bir hadislerinde Peygamber efendimizin, “Bir kimse yalan söylüyor, yalan dolanla iş yapıyorsa, onun (oruç tutarak) aç susuz kalmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur” buyurduğu rivayet edilir.
İhlâsla yaptığı ibadetleri iç dünyalarında yapıcı tesirler icra eden kimselerin dış dünyaları, yani davranışları da güzel olur. Çünkü meşhur tanımıyla ahlak insanın iç dünyasında yerleşmiş melekeler bütünüdür; o melekeler erdemli olursa dışa da iyi ve erdemli davranışlar taşar. Bin yıl önce Râgıb el-Isfahânî bunu “Küp içindekini sızdırır” özdeyişiyle ifade eder.
Kendini sadece dünyaya, para-pula adayanlarda ihlâs olmaz. Onun için Peygamberimiz, gözü paradan başka bir şey görmeyen insan için “paranın kulu” (abdü’d-dînâr) deyimi kullanmıştır. Zira nasıl ki, toplumsal bakımdan köle ‘özgür olmayan insan’ demekse, ahlâkî alanda ihlâstan uzaklaşıp olumsuz içgüdülerine teslim olmuş insan da ‘özgür olmayan insan’dır.
Tevazu erdemine gelince, Kur’an ahlakı bakımından inanan insanın ihlâs ve samimiyeti Allah karşısında mütevazı olmasını gerektirir. Zira“Göklerde ve yerde ululuk O’na aittir. O sonsuz güç ve hikmet sahibidir” (Câsiye 45/37). “Ulu ve büyük olan yalnız Allah’tır” (Hac 22/62; Sebe’ 34/23). Bu sebeple pek çok ayette büyüklük taslayanlar eleştirilmiştir. Çünkü Allah rab, insan abd (kul) olup, kula yakışan, Rabbinin karşısında tevazu halinde olmaktır.
Kur’an’da ‘İslâm’ ile aynı kökten muhtelif kelimeler ‘tevazu’ anlamında da geçmektedir. Buna karşılık gerek Câhiliye gerekse Kur’an dilinde ‘cehl’in kültürel-terimsel anlamı ‘bilgisizlik’ değil, ‘kibir, sertlik ve barbarlık’tır. Bu anlam kastedilerek Kur’an’da İslam öncesi döneme ‘câhiliyye’, onun karşıtı olan sisteme ise ‘İslâm’ denmiştir. Bu anlamıyla İslam ‘Allah ve insanlar karşısında tevazu ve saygı’ anlamlarını içerir.
Sonuç olarak insanoğlunun bütün anlamlarıyla İslam’dan uzak kalması, hakiki tevazudan da uzak kalması ve zalimleşmesidir (mesela bk. Alak 96/6-7). Kur’an’da bu anlamda kullanılan en dikkat çekici kavramlardan biri ‘istiğnâ’dır. İstiğnâ kibirdir; Allah’a karşı ‘ben’ iddiasıdır. Kur’an bakımından ‘Rab-abd’ (kul) ilişkisinden kopan insanın, hakikatte mal, yönetme tutkusu gibi ilkel güdülerinin kölesi olması kaçınılmazdır (Özellikle bk. Kehf 18/32-43; Kasas 28/76-84).