Kürt ‘açılımının’ nedeni Suriye değil, Türkiye!
Bahçeli’nin ‘silaha veda daveti’ ile başlayan Kürt ‘açılımının’ nedeni baştan itibaren merak konusu oldu ve aydın dünyası bu hamlenin Suriye ile bağlantılı olduğu konusunda hızla hemfikir hale geldi. Bu yorumun dışında kalan birkaç kişi de bir süre sonra farklı tezi, yani bu ‘açılımın’ esas olarak Türkiye ile ilgili olduğu görüşünü beyan etmekten vazgeçti. Benim vazgeçme sebebim genel aydın tavrıyla ilgili umutsuzluğa kapılmamdı. Bu meseleyle ilgili aydınların ‘düşünmemeyi’ tercih etmeleri ve ‘yüreklerinin yolunu’ izlemekle yetinmeleri heves kırıcıydı.
Halen devam eden genel tavır, ‘açılımın’ Suriye ile ilgili olduğunu söyleyip geçmek şeklinde. Başlarda birçok yorumcu Suriye’deki büyük değişimin öğelerini sıralıyor (Esad’ın gitmesi, Rusya ve İran’ın yerelde zayıflaması) ve herhangi bir nedensellik bağı kurmadan, iktidarın hamlesini buna bağlıyordu. Sonrasında HTŞ ülkeye hakim olmasına rağmen hüküm değişmedi: ‘Açılımın’ nedeni Suriye idi…
Bu kanaatte buluşanların ortak bir yönü var ve nedenselliği atlayarak olaya ‘neden’ atfetmenin zemini de galiba bu ortak yön: Söz konusu aydınlar Kürtlerin hak ve özgürlüklerini kazanması konusunda duyarlılar. Bu duyarlılık Rojava’daki oluşumun güçlü kalması, hatta daha da güçlenmesi isteğini uyandırıyor ve analizler bu arzuyu tatmin eden bir yöne kayıyor.
Nitekim ‘açılım’ için ille Suriye kaynaklı bir neden sunmak zorunda kalanlar nihayette şu tezi öne sürdüler: Esad gittikten ve Rusya ile İran bölgeden çekildikten sonra Suriye’de bir boşluk doğdu, YPG/SDG’nin güçlenme ve özerkliğe yönelme ihtimali arttı, Türkiye bu ihtimalden çekindiği, kendisini tehdit altında gördüğü için silah bırakma teklifi yaptı.
Oysa muhakeme mantıklı varsayılsa bile, önerme aşırı zayıftı. Birincisi, Türkiye devletinin (bütün askeri üstünlüğüne karşın) zayıf olduğunu, SDG ile savaşmaktan korktuğunu ve ‘çaresizce’ silahsızlanma teklif ettiğini öne sürmüş oluyordu ki, iktidarla ilgili bu kadar naif olunması şaşırtıcıydı. İkincisi, eğer gerçekten de YPG bu denli güçlüyse, özerkliğe yürüyorsa, Türkiye’nin silah bırakma teklifine gülüp geçmez miydi? Bu durumda ortada bir ‘süreç’ değil, olsa olsa Türkiye’nin acizliğini ortaya koyan (dolayısıyla söz konusu aydınların ciddiye almaması gereken) bir çaresizlik hamlesi ile karşı karşıya olurduk. Ne var ki bu analizi yapmalarına rağmen, aydınlar iktidarı ciddiye aldılar ve kendi tutumlarında bir garabet görmediler.
Ancak mesele daha sıkıntılı, çünkü ‘açılımın’ Suriye nedeniyle olduğu muhakemesi de mantıklı değildi: Birincisi, Esad gitmesi ve İran’ın etkisinin azalması YPG’yi zayıflattı. Rojava yönetiminin gücü Esad ile yapılmış anlaşmalara dayanmaktaydı ve dolaylı olarak rejimin onayını almıştı. Esad iktidardan düşünce bu meşruiyet zemini ortadan kalktı. İkinci olarak, Esad ve İran’ın bıraktığı boşluk anında ve doğal (meşru) olarak Sünni Arap gruplarca dolduruldu. Nihayet üç, söz konusu Sünni Arap gruplar içinde ÖSO ile zaten organik bütünleşme içinde olan ve bir süredir HTŞ ile de yakınlaşmış olan Türkiye’nin gücü arttı. Hele Rusya’nın denklemin çeperine itildiği, ABD’nin ise fazla müdahil olmak istemediği bir ortamda, silahlı kuvvetleri güçlü ve Müslüman bir ülkenin Suriye’de bir anda ‘aşırı’ güçlü hale geleceği aşikardı.
Derken HTŞ birkaç gün içinde Şam’a girdi, müesses nizamı yıktı, yeni bir devletleşme sürecine girdi ve kendisini hızla Batı dünyasına kabul ettirdi. Bunun tek anlamı Türkiye’nin elinin daha da yükselmiş olduğu, buna karşılık YPG’nin nehrin akıntısına göre yol alma mecburiyetiydi.
Ama gelişmeler orada soluklanmadı… HTŞ yönetimi merkezi devlet dışında hiçbir grupta silah bulunmayacağı kararını tebliğ etti, tüm özerkleşmiş unsurlar devlet sistemine entegre olmaya davet edildi ve nitekim YPG ile HTŞ süreçte ve üretilecek rejimin mahiyetinde anlaştılar.
Bu gelişme trafiğinde Türkiye ön aldı, Suriye’deki yeni dinamiğin hazırlayıcısı oldu, Esat’ın gitmesi için ağırlık koydu ve Suriye’deki yeni rejimin nitelikleri konusunda etkili olmayı sürdürüyor. Diğer deyişle Rusya ve İran’ın olmadığı bir ortamda Esad rejiminin çökmesinin asıl Türkiye’ye yarayacağını ve YPG’nin pasif durumda kalacağını bu iktidar zaten öngörüyordu.
Kısacası iktidarın (devletin) bakışıyla, Suriye’deki dönüşüm Türkiye için bir tehdit değil fırsattı…
Şimdi gelelim bütün bu değişim dönüşümle iktidarın Kürt ‘açılımının’ ilişkisine: Birçok kişi için şaşırtıcı olabilir ama neredeyse hiçbir ilişki, hele hele nedensellik ilişkisi yok! Bütün bunlar PKK silah bıraksa da bırakmasa da, Öcalan çağrısında Suriye’den bahsetse de bahsetmese de, (daha geriye gidelim) Bahçeli silahsızlanma davetini yapsa da yapmasa da muhtemelen gerçekleşecekti. Çünkü Suriye’nin apayrı, kendine has bir dinamiği var ve Türkiye’den neşet edecek hiçbir ‘sözün’ bunu değiştirecek gücü yok.
Bu bağlamda Öcalan’ın mesajının YPG’yi kapsayıp kapsamadığı boş bir tartışma. Bu konuda söyleyebileceğimiz tek şey devlet ile Öcalan’ın bir biçimde anlaşarak, çağrıda Suriye veya YPG kelimesinin kullanılmamış olması. Ancak bir anlık düşünme bile bunun ne denli makul bir tercih olduğunu gösteriyor: Suriye’de belirsizlik varken, geleceğin ne getireceğini biliyormuş gibi davranılması abes olurdu. Ayrıca çağrıda YPG’nin silah bırakmasının zikredilmesi belki de YPG’yi HTŞ karşısında nispeten zayıf düşürebilirdi.
Sebep ne olursa olsun, belli ki YPG’nin hareket ve pazarlık alanına dokunulmak istenmedi ve nitekim YPG de ağırlığını koruyarak Suriye devletiyle anlaştı. Çünkü eli zayıflamıştı ve bu anlaşmayı yapmadığı takdirde muhtemelen gelecekte hiçbir meşru hak talebinde bulunamayacaktı.
Tekrar altını çizmek istiyorum: Yaşananlar ve onun öncesindeki en az bir yıllık dönem gösteriyor ki iktidarın silah bırakma davetinin Suriye ile herhangi bir nedensellik ilişkisi bulunmuyor. Türkiye güçlü ve nispeten rakipsiz olduğu bir konjonktür yakaladı, bu gücünü daha da artıracak şekilde kullandı ve Rojava’daki oluşumun siyasi bağlamda sahneden çekilmesini sağladı. Ve de bu sonuç PKK silah bırakmasa bile, Öcalan çağrısında YPG dememiş olsa bile gerçekleşti!
Yazının buraya kadarki kısmını ‘gürültünün temizlenmesi’ babından görün… Şimdi soruya geri dönmenin (bir kez daha) zamanı: Acaba bu iktidar niçin silah bırakmayı hedefleyen bir Kürt ‘açılımı’ yaptı?
Cümlenin bir öznesi var: İktidar. Onun bir eylemini anlamaya çalışıyoruz. O halde ilk yapılacak şey bizzat söz konusu öznenin, yani iktidarın bu ‘açılıma’ nasıl bir anlam atfettiğinin irdelenmesi olmalı. İşin ilginç yanı iktidar bu konuda hiç de çekingen davranmıyor, her fırsatta kendi niteliğini, bakışını, vizyonunu, ideolojisini ve zihniyetini tekrar ve tekrar kamuoyuna anlatıyor.
Örneğin bir Kürt ‘açılımı’ yaşanırken aynı anda DEM Parti belediyelerine kayyum atanmasının (iktidarın anlam dünyasında) niçin ‘çelişkili’ olmadığını söyleyip duruyorlar. Ne var ki nasıl ‘açılımın’ nedenini ille Suriye’de arama dürtüsüne yenik düşülüyorsa, bu iki uygulamanın da ‘kendi içinde çelişkili’ olduğu tezine yaslanma kolaycılığına kaçılıyor.
Oysa anlama faaliyetinin ‘altın’ kuralı şu: Karşınızdaki kişide ‘çelişki’ görüyorsanız ve o kişi söz konusu (sizin çelişkili gördüğünüz) eylem ya da fikri tekrarlıyorsa, çok muhtemelen o kişiyi anlamıyorsunuz demektir.
İktidarın anlam dünyasını irdelemek üzere onlarca örneğe geri dönmek yerine Bahçeli’nin geçen hafta sonu yaptığı yazılı açıklamaya bakalım.
Metnin önemli bölümü PKK’ya yönelikti ve özetle şunu söylüyordu: Terör Türkiye’ye ihanettir; ‘ateşkes’ ilanı boş laftır çünkü ahlaki, hukuki ve meşru zemini yoktur; melez kimlik ve anayasa değişikliği gibi siyasi talepler gayrı meşrudur; örgüt mensuplarının geleceğini devletin eline bırakmalıdır; örgüt kendisini feshetmediği takdirde bedelini öder… (Diğer deyişle iktidarın ‘açılım’ anlayışı bu! Bizlerin zihninde var olabilecek bir başka ‘açılım’ değil).
Ancak Bahçeli’nin açıklamasında iktidarın anlam dünyasını anlamaya ve Kürt ‘açılımının’ hangi zemine oturduğunu idrak etmeye yarayacak önemli bir bölüm daha var. Şöyle deniyor: “İkinci Dünya Savaşı sonrasında tecelli eden hakim ve havi uluslararası sistem ölümcül darbelerle tasfiyenin eşiğindedir… Türk ve Türkiye Yüzyılı, dünya sallanırken milli güvencenin yüzyılı, bin yıllık kardeşlik hukukunun yüz akı, doğudan batıya, kuzeyden güneye muazzez milletimizin gönül akını ve gövde gösterisidir.”
Acaba bu bölüm, PKK’nın silah bırakması gibi ‘pratik’ gündeme ilişkin yapılan bir açıklamaya niçin girmiş? Çünkü daha önce de iktidarın tüm metinlerinde iz sürebileceğimiz üzere, asıl ‘büyük’ mesaj bu! PKK’nın silah bırakması tarihsel ufkun eşiğinde, koparıp atılacak bir ayrık otu sadece.
Bahçeli (ve dolayısıyla devlet) eski dünyanın çöktüğünü, yeni dünyanın yeni bir ‘hiyerarşi’ ima ettiğini, Türkiye’nin önem ve göreceli gücünün gelecekte (kaçınılmaz olarak) artacağını, söz konusu hiyerarşide yerinin yükseleceğini ve bunların yeni fırsatlar getireceğini söylüyor. Türk ve Türkiye Yüzyılı’nın (büyük harfle!) büyük bir milli yürüyüşün, devlet etrafında tecelli etmiş manevi iradenin ‘kendisini realize etmesini’ sağlayacağını öne sürüyor.
Diğer deyişle (aynen Müslümanlar gibi) bu topraklardaki Kürtleri de Türk devleti ve Türklük şemsiyesi altına girmeye, onunla birlikte ‘yükselmeye’ davet ediyor. Yaralı ve tatmin olamamış bir benliği tedavi olmaya, yücelmeye çağırıyor. Bunun için yapılması gereken Kürtlerin siyasi taleplerinden vazgeçmesi, Kürt meselesinin ‘siyasi’ bir mesele olmaktan çıkması ve Kürtlerin şu anki (İttihatçı) rejimin makbul vatandaşları olmaktan kıvanç duymaları.
Ve bu ideale ulaşmanın önündeki ilk ve en kritik engel de açıktır ki PKK’nın varlığı ve silahlı mücadelesi. Çünkü bu ‘varlık’ devam ettiği sürece Kürt meselesi de bir ‘siyasi’ mesele olmaya devam edecek, rejimin toplumu ‘millileştirme’ süreci aksayacak, Türkiye’nin bölgesindeki fırsatları kullanarak dünya skalasında ‘sınıf atlaması’ gecikecek, hatta belki de engellenecek.
İktidarın daveti silahların gömülmesi ve örgütün feshi olsa da asıl hedef Kürtlerin siyasetinin rejimin siyaset algısına tabi olması, ona uyum sağlaması, bu meselenin Türkiye’nin ‘yürüyüşünün’ önünde bir engel olmaktan çıkması.
Suriye’de ne olursa olsun, nasıl bir gelişme yaşanırsa yaşansın…