Kürt Çıkarı
Düne göre çok daha uyanmış bir Kürt benliği var. Kendini Türklerle, Araplarla, Farslarla mukayese edebiliyor. Onlarda olan şey neden bende yok diye sorabiliyor. Bunlar hep sağlıklı gelişmeler. Lakin Kürt benliğinin sadece çıkarlara indirgenerek en temel insanî ahlaktan azade bir kör bencilliğe saplanması yanlıştır.
Kürt benliği uyanmadan yani ego sahibi olmadan kendini çeşitli fedakarlıkların içinde bulur. Genelde bunlar dünyayı kurtarmak isteyen evrenselci ideolojilerdir. Seküler veya dini bu tür fikirler çoğu kez Kürtlerin kendi yakın ve reel sorunlarını geri plana atıp uzak ve ütopik davalarda harcanmalarına, meşruiyet kaybına girmelerine, imkansızı isteyen bozguncu kategorisi içine düşmelerine yol açıyordu.
Aslında kötü olmayan bu idealler, aktivizm veya mücadelelerini daha acil konular için harcaması gereken Kürtler gibi bir kitle için lüks idi. Ortada bir sıralama hatası vardı. Küçük daireye enerjisi zar zor yetecek bir kitleye büyük dairenin yükü yükleniyordu. Kendi evinin kapısını tamir etmesi gereken Kürtlere geleceğin veya cennetin kapısını açma ihalesini yükleyen bir usulsüzlük söz konusuydu. Bunun yanlışlığını çeşitli vesilelerle dile getirdim.
Kürtlerin kendi çıkarlarını savunmaları gerekiyordu. Kendilerinden başlaması gerekiyordu. Nefsî müdafaa(bugünkü tabiriyle öz-savunma) bilinen bir doğal hukuk kavramıdır. Aynı şekilde hıfz-ı hayat yani kendini korumak, hayatını muhafaza etmek de her nefsin ödevidir. Kürtlerin kendilerinden başlamaları sadece bir hak değil aynı zamanda bir ödevdir, bir ahlaki ödev. Hatta Türkçe söylersek Allah’ın emridir, fıtratın gereğidir. Buna inanmakta zorlananlara şunu hatırlatmakla yetinelim: Uçakta oksijen maskesi takmanın usulü anons ile anlatılırken kendi çocuğunuza bile maskeyi takmadan önce kendi maskenizi kendinize takmanız gerektiği hatırlatılır. Çünkü kendi çocuğunuza yardımcı olabilmeniz için hayatta (oksijen alır) halde olmanız gerekir. Eğer insan isek önce nefsimizden sonra diğer nefislerden sorumluyuz. Fedakarlık bile feda edilecek bir benliğin önceden varlığını varsayar.
Benliği inkar edilenler, kendilerine kendilik hakkı tanınmayanlar dünyanın en hayırlı işlerini de yapsalar insan olmazlar. Melek olurlar ama insan olmazlar. Benliği olmayan bir iyilikseverlik insanî değildir. Kürtlerin insan olabilmesi için mes’ul birer nefis (ego, ene) haline gelmeleri gerekir. Nitekim geliyorlar. Ama kendinden öteye körlük de insanlıktan çıkmaktır. Sadece kendi ile meşgul bir “idiot” da olabilirsin ama başkasındaki kötülüğü alkışladığın an bir idiot’tan fazla, bir insandan da az bir şey haline gelirsin.
Bugün bu konuda düne göre çok daha uyanmış bir Kürt benliği var. Kendini Türklerle, Araplarla, Farslarla mukayese edebiliyor. Onlarda olan şey neden bende yok diye sorabiliyor. Ona helal olan şey bana niye haram olsun ki diye itiraz edebiliyor. Ben de sundan isterim diye talepte bulunabiliyor. Bunlar hep sağlıklı gelişmeler. Özne olma alametleri. Sorumluluk alma, muhatap haline gelme belirtileri.
Ancak uyanan Kürt benliğinin (uyanan her benlik gibi) karşı karşıya olduğu önemli riskler var. Bunların başında benlik (ve hatta bencillik) hakkını ahlaksız olma hakkı sanmak geliyor. Senin kendini sevmen sana haktır ama muhatabına düşman olmak zorunda hissetmen hak değildir. Çıkarını takip edip kendine çalışman haktır ama çıkarına diye hak ve adaleti kimsenin iplemediği bir aldatmaca olarak görmen hak değildir. Muhatabının kötülüklerine karşı kendini koruman haktır. Ancak muhatabın namussuzluk yaptı diye senin de namussuzluk yapman gerekmiyor. Kendini korumak namussuzlukta eşitlenmek demek değildir. Hiçbir gerekçe bir seri katilin cinayetlerini onaylamaya mazeret olamaz. Hiçbir duyarlılıkta öncelik eleştirisi, kötülüğü onaylamaya inkılab edemez. Kötülüğe karşı sesini çıkaramamak ve duyarsız kalmanın bir mazereti olabilir, ancak kötülüğü veya kötüyü alkışlamanın bir mazereti yoktur. İkincisi kötülüğe katılım olur.
Evet, Kürt benliğinin uyanıp çıkarını gözetmesi iyidir, haktır. Lakin Kürt benliğinin sadece çıkarlara indirgenerek en temel insanî ahlaktan azade bir kör bencilliğe saplanması yanlıştır. Kendi dışına körlük bir zaaftır, başarı değil. Hiçbir etik kaygı taşımayan bir bencillik, çıkarlarını gözeten bir insanlık hali değil, insanlığını terkeden bir çıkarcılık halidir. Bu da başkasında çirkin ve kötü saydığın her türlü kötülüğün dolaylı olarak onaylanmasıdır. Başkasındaki kötülük ve onursuzluğu, bizde de olsun diye onaylamak doğru değildir. Yani kötü olabilme hakkını savunmak ile kötülüğü savunmak aynı şey değil. Örgütlü bir kötülükle hizalanmak, onunla övünmek ancak bir kötülük özentisi, bir eziklik hıncı olabilir. Gerçekten güce değer veren ve çıkarını takip eden bir bakış açısı, başkasının manipülasyon şekerini kendi tatlı çıkarı sanmayacak kadar stratejik benliğe ve hakiki çıkarının nerede yattığını bilecek kadar uzun vadeli düşünme kabiliyetine sahip olur.
Ahlak ile çıkarın çatışan zıt kutuplar olduğu varsayımının kendisi bile yanlış iliklenmiş bir ilk düğme, bizzat çıkarın kendisini hakkıyla anlamamış bir tahlil kabiliyeti eksikliğidir. Hareket etmenin istikametini hesaba katmayıp hareket etmenin sadece kendisini kutsayan bir ezber içinde hareket edersen, bir çukura düşme ile ilerleme arasındaki farkı göremezsin.
Benliği inkar edilmiş bir ahlak ne kadar yanlış ise ahlakı inkar eden bir bencillik de o kadar yanlıştır. Kürtlerin bir aşırılıktan bir diğer aşırılığa, “benliksiz bir ahlakçılık”tan “ahlaksız bir bencilliğe” savrulmaları bir ilerleme değil bir yalpalamadır. Kürd’ü unutan bir solculuktan veya İslamcılıktan ahlakî duyarlılığı inkar eden bir Kürtlük anlayışına, bir kör milliyetçiliğe savrulmak, Kürt çıkarının bir gereği değil, en fazla onun bir yanlış okuması olabilir.