Kürtleri kim kurtaracak?
Kürt milliyetçileri Kürt çıkarını öngörecek bir düşünce sıhhatine sahip değil maalesef. Onlar devlet fikrini insana rağmen mutlaklaştıran bir çizgiyi savunuyor. Ben ise devlete malikiyetin önemini onlardan daha çok savunsam da hiçbir fikir ve amacın insanların (bu örnekte Kürtlerin insan olarak) selametinin önüne geçemeyeceğini savunuyorum. Devlet bile bir araçtır, bir put değil.
Yeni kuşak milliyetçiler devletsizlik eleştirisinden yola çıkıyorlar. Çıktıkları bu yolun sonunda devlet fetişizmi ile gerçek dünyaya yabancılaşıyorlar. Onlar için Kürdistan Kürtlerden daha önemli bir kutsal. Tüm Kürtler Kürdistan için harcanabilir. O yüzden hapiste de olsa Kürtler arasında değil Avrupada soyut bir Kürdistan hayali içinde yaşamayı seçerler. Sonuçlarını (Kürtler için sonuçlarını) hiç düşünmeden hayallerindeki sevgili için abartılı konuşmayı hamiyetperverlik sanırlar. Halbuki onların radikalizmi bir ziyade vatanseverlik (yani selim bir aklın neteweperwer’liġi) değil, bir milletin selametini tehlikeye atan bir dikkatsizlik, bir hikmetsizliktir. Birileri hendek kazarak kendi insanını, kendi şehirlerini heder etmişti. Bunlar da hayal kazarak tüm Kürtleri ateşe verip etrafı aydınlatacaklarını sanıyor. Kendilerini strateji üstadı görürler ama tefekkürden yana eksikler.
Onlar bu hararetle hareket ettikleri için başkasının ipiyle kuyuya inmeye hazırlar. Kürtlerin konumunu olduğundan daha kötü resmederek yılana sarılmayı olağanlaştırmaya çalışıyorlar. Çünkü gerçek olmayan bir Kürdistan fikriyle sarhoşturlar. Her idealizm mutlaka sarhoşluk verecek değil ama her sarhoşluk gerçek dünyadan kopmak demek. Tüm sarhoşluklar zevklidir, çünkü sorumsuzdur. Sarhoş, habbeyi kubbe yapar, dereyi deniz sanır, dostu düşmanı ayıramaz.
“Ama denize düşen yılana sarılır” derler. “Biz de düşmanlarımızın düşmanlarıyla beraber hareket etmekle doğru bir yol izliyoruz” diye düşünürler. Zaten sorun da tam orada başlıyor: Milliyetçi hissiyat gerçeği önemsemediği için mübalağa ile kendini hakikat olmayan mağduriyetlere duçar gösterir. Sömürge olmadığı halde sömürgeyim der. Zalimane ve nahak bir ilişki olan Türk-Kürt ilişkisi bir işgal değil içtihat gerektiren farklı bir durum olduğu halde “işgal altındayız” der. Her türlü kötülüğe maruz kalmış dünyanın en mağdur toplumu olduğunu iddia eder. “Bizden daha kötü durumda kim var ki?” der. Sonuç: “O zaman bize bunu yapanlar şeytandır, emperyalisttir. Türkler düşmanımızdır. Araplar düşmanımızdır. Farslar düşmanımızdır. Ve onların düşmanları olan başka emperyalistler ise (şeytanlıklarını gözlerimize de soksalar) bizim için yardımcı olacak dost aktörler yahut tepside şeker veren melekler gibi bize devlet verecekler” diye düşünür. Bu basitlik çocukçadır. Ama neden koca koca insanlar buna giriftar olur?
Bazısı itiraf edebilir, bazısı iftihar edebilir, bazısı inkar edebilir: Kürt milliyetçiliği devlete tapıyor. Ben ise Kürtlerin selametini esas kaygı ittihaz ediyorum. Kürt haysiyetini savunuyorum. Onların ezber hamiyetfuruşluğu Kürtlerin çıkarına değil. Benim dikkatli olmaya çağrım Kürtlerin çıkarını düşünmemekten değil. Zira Kürt çıkarı devlet fikrini değil Kürtleri merkeze almayı gerektiriyor.
Bana göre Kürtlerin çıkarı şunu bilmeyi gerektiriyor: Yüzyıl önce emperyalistler sana birşeyi vermeyi neden “başaramadılarsa” bugün de başaramayabilirler. Onların ipiyle değil, kendi ipinle kuyuya inmen lazım. Kendi ipin de kuyuya inmeyi makul bir hamle olarak göstermiyorsa makuliyeti elden bırakmamalısın. Kürtlerin çıkarı kendileri için doğru içtihadın ne olduğunu bulmakla aranır. Yoksa genel bir şekeri “ben de isterim” demekteki “bencillik hakkı” şarjörünü boşaltmakla değil. Bizim savaşımız da barışımız da gerçek muhataplarımız olan Türkler, Araplar ve Farslarla olur. Yoksa birilerinin tetikçiliğini kahramanlık sayan bir aculluk Kürtleri sadece hırpalatacak.
Mesela bugün seni baştan çıkarıp kendi amaçlarında amele olarak kullanmak isteyen serikatil seninle değil senden güçlü olanla anlaşacak. Sen de o hayranlık duyduğun katil kadar akıllı olsan nihai olarak anlaşmak zorunda olduğun muhatabın, birlikte yaşadığın milletler olduğunu, Avrupa’dan gelen işgalciler olmadığını anlarsın. Amerika bugün var, yarın yok. Ve sen onun umurunda bile değilsin. Serikatilin bile cinayet galerisinin genişliğine rağmen kalıcılığı şüpheli. Sen vatansız bir serseri değilsin. Amerika’dan, Avrupa’dan devlet dilenmekle devlet elde edemezsin; en fazla ağlak bir dilenci kalmayı garantilersin. Kürtler yersiz yurtsuz bir millet değil. Otokton ve evsahibi bir millettir. Evet, birlikte kurduğu devletin malikiyetini geri almak mücadelesi ile karşı karşıya olan bir millettir.
Kürtler ve Kürdistan bir gerçektir ve tecelli edecek. Bu, ancak yerinde ve evsahibinin yerliliği ile mümkün olacak. “Ey uluslararası toplum gel beni kurtar” düşüncesi çocukça bir avuntu ve yanılsamadır. Muhatabın, dostun, kardeşin, kavgalın, savaştığın, barıştığın ise Türkler ve Türkiyedekiler olacak. Türkiye bir Kürt devletidir. Kürtler egemenlikteki payını geri alacak. Bu mücadelede Kürtler olarak muhatabımız devleti birlikte kurduklarımızdır. Bir gaspı, bir inkarı elbet kıracağız. Bu mücadelenin katil rejimlerin manipülasyonuna alet ve kurban edilmesi vatanseverlik değil en fazla sathi ve kör bir milliyetçilik olur.
Yerli olmayan ve insanı merkeze almayan hiçbir şeye itimad edilmez. Ezber bir sol yerli olmayan uluslararası bir hakperestlik ise ezber bir milliyetçilik de yerli olmayan ulusal bir hayalperestlik olarak tecelli ediyor. Ayağın yere ve söylemin insana değmedikçe adil olamıyorsun. Çünkü dünyada bir çığır açmak isteyenlerin herşeyden önce insan haysiyetini yaralamayan bir çizgiyi tutturması gerekir.
Bakın Kürtlere şeker dağıtan serikatil bile ait olmadığı bir yere bir hayali empoze etmekte ısrar ettiği için bir serikatile dönüştü. Hem katlediyor hem de sürekli bir ağlaklıkla mağdurum diyor. Onunkisi bir başarı değil, insaniyetten bir istifadır. Yerli olmadığı ölçüde kalıcı da olmayacak.
Düz bir düşmanlaştırmadan yola çıkan kimi Kürt milliyetçileri ise evvela Türkleri düşmanlaştırdıkları için, ikinci olarak da düşmanım zayıf olursa ben güçlü olurum diye düşündükleri için Türkiye’nin başına gelebilecek her tür musibetin Kürtlerin lehine olduğunu zannederler. Halbuki bu büyük bir hatadır. Kürtlerin çıkarı zayıf değil güçlü bir Türkiye’yi gerektiriyor. Kürtlerin kolektif çıkarları güçlü bir Türkiye’de ve güçlü bir Türkiye üzerinden daha sağlıklı ve etkili bir şekilde takip ve temin edilebilir. Ortadoğu’da Kürtlerin istikbalini düşünerek mevcut realiteyi inceleyen herkes bunu anlayabilir. Ayrıca tarih gösteriyor ki Türkiye zayıfladığında Kürtler bundan Türklere göre daha çok zarar görüyor. Zayıf bir Türkiye ile Kürtlere gelecek olan iyilik değil kötülüktür.
Türkiye’nin bir Anadolu-Kürdistan federasyonu olarak yeniden kurulması Türkler ve Kürtler için bir kazan-kazan senaryosudur ve makul olan gelecek budur. Zayıf ve iç savaşa düşmüş bir Türkiye ise Türkler ve Kürtler için bir kayıp-kayıp senaryosudur. Bu söylediklerim Kürtlerin çıkarı esas alınarak varılan sonuçlardır. Ezber bir Türkiyelilik veya Türkiyecilikden beri olduğum gibi ezber bir Türk ve Türkiye düşmanlığından da beriyim. Ahlakı bir tarafa bıraksanız bile rasyonel düşünce açısından amaç üzüm yemek olmalı bağcıyı dövmek değil.
“Ama dağdan gelen birileri bize üzüm vereceğini söylüyor. İşimize geldikten sonra üzümün ona ait olup olmaması, bağcı mı yoksa dağdan gelip bağdakini kovan bir işgalci mi olduğu bizim için önemli değil” diyenler çıkacaktır. Çıkarın cazibesine kapılan bir ahlak(sızlık)ın bir akla ihtiyaç duymayacağını varsayabilir kimileri. Ahlaksız bir bencilliğin, ahlaksız olmamayı başardığı için otomatik olarak isabetli bir çıkar takibi olduğunu zannedebilirler. Ama kazın ayağı öyle değil.
Ortadoğu’daki serikatilin amacı hem doğrudan hem de süpergüç eliyle pert ett(ird)iği ve bir kısmını da doğrudan köleleştirdiği Arap devletlerini işgal ile genişlemektir. Bunlar komplo teorisi değil maalesef. Uzun erimli stratejik amaçlar. Kürtlere dair ilgiyi akide şekerini görmüş çocuk edasıyla “bize devlet verecekler” (he ya, öyle tepside verecekler) diye anlayan ve bir serikatil rejimin propagandasına gönüllü yazılan Kürt milliyetçileri tarihi bir hata işliyor. Sadece katil alkışlayıcılık diyebileceğimiz ahlaksızlığı değil (o anlayanlar için nazik bir ikaz idi) ondan da daha önemli olarak Kürtlerin güvenliğini ve selametini tehlikeye atıyorlar.
Zira serikatil olan rejimin amacı Kürtlere devlet vermek değil, Kürtleri Türklerle savaştırarak Türkiye’yi zayıf düşürmektir. Şimdi milliyetçi hamakat “ee, iyi, biz de onu istiyoruz” diyecektir. Çünkü sonraki hamleyi düşünebilecek bir derinlikten yoksun. O yayılmacı örgüt sana bir devlet vermeyecek, senin elinle zayıflattığı ama senden daha güçlü olan Türkiye ile yani zayıf düşmüş bir Türkiye ile kendi lehine olan şartlarla anlaşacak. Seni ise satacak. Hatta Türkiye’ye satacak, ikinizi de felç bırakarak. Tetikçinin kaderi senin de kaderin olacak. Şantaj için kullanılacaksın. Türkleri sana dövdürtüp sonra gidip zayıf düşürdüğü Türklerle anlaşacak, seninle değil. Norveç hayali kurarken seni en fazla Lübnan yapacak. Devlet değil kullanılan bir milis gücü mesabesinde kalacaksın, vatan toprakların (Kürdistan) paralize olmuş bir savaş bölgesine dönecek.
Evet, başkasının ipiyle kuyuya inmeyeceksin. Başkasının gazladığı dolmuşa binmeyeceksin.
Peki, Kürtleri kim kurtaracak? Kürtleri kendileri kurtaracak. Yerinde ve yerli olarak kendileri. Onlari Avrupa sokaklarındaki dilenci söylemler ve hamiyetfuruşluklar kurtarmayacak. Kürtleri Amerika veya başka bir işgalci rejim kurtarmayacak. Kendi ipinle, uzunluğunu ve sağlamlığını bilerek merdane ineceksin indiğin her kuyuya. Yılana sarılan en fazla yılan olur. Yılana sarılan nihayet yalan olur.
Kürtlerde hamiyet kılıcı olmalı ama aklın elinde. Zira, hak arayana sarhoşluk haramdır.