
Kutuplaşmanın Ontopolitiği: Toplumun Yarılmasından Hakikatin Çöküşüne
Kutuplaşma, salt bölünme değil; bir çürüme formudur. Varlığın müşterek zemini çöktüğünde, siyaset, kültür ve etik de çürür. Ortak dil kaybolur, karşılaşma imkânsızlaşır ve her özne, kendi içinde kilitli bir yankıya dönüşür. Böyle bir toplumda yalnızca siy
Bir toplumun çöküşü, daima sessiz bir ontolojik çöküntüyle başlar. Bu çöküntü, yalnızca siyasal dizgelerin çürümesiyle değil, varlığın müşterek bir zemin olmaktan çekilmesiyle belirginleşir. Kutuplaşma, bu anlamda yüzeyde beliren bir semptom değil, derinlikte işleyen bir varlık kaybıdır. İnsanlar arasında yalnızca fikir ayrılıkları zuhur etmez; bizzat hakikatin kendisi, bölünerek farklılaşır, parçalanarak çoğullaşır ve nihayet kendi kendine çökerek herhangi bir ortak referans olmaktan çıkar.
Modernliğin inşa ettiği kamusal alan, bir zamanlar düşüncenin, müzakerenin ve müşterek hakikat üretiminin mekânıydı. Ancak geç-modern evrede, bu alan parçalanmış, yerini yankı odaları, epistemik kabuklar ve algoritmik bölmeler almıştır. Bu yeni durumda bireyler, yalnızca farklı görüşlere sahip değildir; onlar, farklı dünyalarda yaşar, farklı geçmişleri hatırlar, farklı gelecekler düşler ve farklı varoluş kiplerinde şekillenirler. Böylece kutuplaşma, yalnızca bir kültürel ya da siyasal ayrışma değil; radikal bir ontopolitik çatlaktır.
Martin Heidegger’in “Varlığın unutuluşu” diye tanımladığı çağdaş duruma (Heidegger, 2001) tam da bu noktada kulak vermeliyiz. Çünkü bu unutuluş, hakikatin teknik olarak erişilemezliğinden ziyade, onun gündelik yaşantıdan geri çekilmesi, artık varlığın değil görüntünün hüküm sürdüğü bir düzene geçilmesidir. İnsanın kendi varoluşunu artık düşünceyle değil, aidiyetle; hakikatle değil, kimlikle temellendirdiği bir zamandayız. Ve bu, yalnızca bireysel bir deformasyon değil, toplumsal varlığın metafizik bir dağılmasıdır.
Jean Baudrillard’a göre simülasyon evreninde gerçekliğin kendisi ölmüş, onun yerine sürekli yeniden üretilen ve yeniden paketlenen temsiller geçmiştir (Baudrillard, 2010). Bu temsil, sadece bir yansıma değil; hakikatin yerine geçen, onu silen ve yerine kurgusal bir ‘doğrular evreni’ koyan bir yapıdır. Kutuplaşma bu bağlamda simülakrik üretimin toplumsal düzeyde hegemonik hale gelmesidir. Artık her kamp, kendi simülakrını mutlaklaştırmakta, hakikatin yerine “bizim doğrumuz”u koymaktadır.
Bu durum, Hannah Arendt’in (2006) “gerçekliğin parçalanması ve onun yerine propaganda-tabanlı sadakat sistemlerinin inşa edilmesi” olarak tarif ettiği totaliterleşme formlarıyla derin bir akrabalık içindedir. Modern toplumda hakikate sadakat, yerini gruba sadakate bırakmıştır. Artık önemli olan neyin doğru olduğu değil; kimin söylediğidir. Bu durum düşüncenin yerini sadakatle, eleştirinin yerini kimliksel bağlılıkla, anlamın yerini ise düşmanlaştırıcı bir aidiyet siyasetiyle değiştirmiştir.
Gilles Deleuze’ün (2014) ontolojisinde “fark”, yaratıcı bir akıştır. Ne var ki kutuplaşmış toplumlarda fark, yaratıcı bir potansiyel olmaktan çıkmış; varoluşsal bir uçuruma dönüşmüştür. Fark, artık temasın imkânı değil; temasın reddi, mutlak ayrışmanın zemini haline gelmiştir. Birbirine dokunamayan, birbirini duyuramayan, ortak bir dilde buluşamayan varlık kipleri ortaya çıkmıştır. Bu, yalnızca farklılık değil; mutlak yalıtılmışlıktır.
Bu yalıtılmışlık, dijital çağın teknik düzenekleriyle pekiştirilmekte, Byung-Chul Han’ın “psikopolitika” (2019) adını verdiği yönetim biçiminde, bireyin kendi benliğinin yankısıyla sürekli meşgul olması sağlanmaktadır. Artık iktidar dışsal bir baskı değil; bireyin iç dünyasını biçimlendiren bir algoritmik yönlendirmedir. Kutuplaşma burada yalnızca bir politik ayrışma değil; bir dijital çobanlık biçimidir. Her birey, kendi yankı balonunda yalnızlaştırılmış bir sürü üyesidir.
“Sen Varsın, O Halde Ben Yokum”
Bu yalnızlaştırılmış varlıklar, Carl Schmitt’in (2021) siyaset tanımı çerçevesinde “düşman” üzerinden şekillenir. Dost ve düşman ayrımı, sadece dışsal bir cepheleşme değil; içsel bir varlık kipidir. Artık bireyler, sadece karşıt fikirleri dışlamaz; karşıtın varlığını, kendi varlıklarının tehdidi olarak kodlar. “Sen varsın, o halde ben yokum” biçiminde işleyen bu negatif ontoloji, siyaseti yaşamın üzerine inşa eden değil, yaşamı sürekli savunma ve saldırı kipinde tüketen bir istisna rejimine dönüştürür.
Kutuplaşma, zamanın kendisini de parçalar. Artık toplumun müşterek bir geçmişi yoktur; her kesim kendi mitolojisini üretmiş, kendi travmalarını kutsamış, kendi kahramanlarını yüceltmiştir. Gelecek ise herkes için farklı bir distopyadır. Bu zamansal yarılma, yalnızca tarih bilincini değil; umut ve eylem kapasitesini de tahrip eder. Zira birlikte bir gelecek tahayyül edemeyenler, yalnızca geçmişin enkazında yaşar.
Slavoj Žižek’in “Gerçekliğe geri dönüş mümkün mü?” (2010) sorusu, bu bağlamda sadece teorik değil, aynı zamanda etik bir sorudur. Eğer hakikat yalnızca teknik olarak değil, ontolojik olarak da dağılmışsa, geri dönüş ancak yeni bir hakikat rejiminin inşasıyla mümkündür. Bu ise mevcut epistemolojik kodların, kimlikçi kapanmaların ve dijital yankı düzeneklerinin radikal bir eleştirisini gerektirir.
Kutuplaşma, salt bölünme değil; bir çürüme formudur. Varlığın müşterek zemini çöktüğünde, siyaset, kültür ve etik de çürür. Ortak dil kaybolur, karşılaşma imkânsızlaşır ve her özne, kendi içinde kilitli bir yankıya dönüşür. Böyle bir toplumda yalnızca siyasal düzen değil, bizzat insan olmanın koşulları da aşınır.
Ve işte tam bu nedenle kutuplaşma, yalnızca bir yönetim sorunu değil; bir varoluşsal buhrandır. Bu buhran, felsefî açıdan çözümlenmeden ne teknik reformlarla, ne kültürel projelerle, ne de politik birliktelik çağrılarıyla aşılabilir. Kutuplaşmanın ontopolitiğiyle yüzleşmek, hakikatle yeniden bir varlık bağı kurmayı gerektirir. Ve bu bağ, ancak düşüncenin yeniden temellendirilmesiyle, hakikatin tekrar felsefî bir olanak olarak tahayyül edilmesiyle mümkündür.
Kaynakça
Heidegger, M. (2001). Varlık ve Zaman (Çev. Kaan H. Ökten). Agora Kitaplığı.
Baudrillard, J. (2010). Simülakrlar ve Simülasyon (Çev. Oğuz Adanır). Doğu Batı Yayınları.
Arendt, H. (2006). Cumhuriyet Krizi (Çev. B. Çorakçı). İletişim Yayınları.
Deleuze, G. (2014). Fark ve Tekrar (Çev. Derya Önder). Otonom Yayıncılık.
Han, B.-C. (2019). Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri (Çev. Ayşe Tekin). Metis Yayınları.
Schmitt, C. (2021). Siyasal Olanın Kavramı (Çev. Abdurrahman Aydın). Metis Yayınları.
Žižek, S. (2010). Önce Trajedi Sonra Komedi (Çev. Tuncay Birkan). Encore Yayınları.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.