Medya sermayesi siyasal baskı altındaysa
Bir süre önce The Washington Post’un sahibi Jeff Bezos, gazetenin görüş sayfalarında yalnızca “kişisel özgürlükler ve serbest piyasa” yanlısı yazılara yer verileceğini ve karşıt görüşteki yazıların yayınlamayacağını duyurdu. Bunun üzerine ilgili bölümün editörü istifa etti, 100 bin civarında dijital abone ayrıldı. Ardından gazete yönetimi görüş sayfasıyla ilgili tasarrufun siyasi bir mahiyeti olmadığını ve bunun haber sayfalarını etkilemeyeceğini açıkladı. Ancak herkes neyin ne olduğunun farkında. Gazeteyi bugünkü Trump iktidarıyla uyumlu hale getirme çabası içinde patron.
Nitekim “Görüş sayfası” duyurusundan bir hafta sonra gazetenin baş editörü ekibine bir yazı yazarak haber merkezinin okuyucu alışkanlıklarına göre yeniden organize edileceğini bildirdi. Bu yazının ortaya çıkmasının ardından Beyaz Saray basın sözcüsü “Öyle görünüyor ki, The Post da dahil olmak üzere ana akım medya, ülkenin yarısından fazlasını hor görmelerinin gazete satışlarını artırmadığını sonunda öğreniyor” diyerek alınan kararı tebrik etti.
Online satış sitesi Amazon’un ve uzay araştırma şirketi Blue Origin’in sahibi Jeff Bezos, 2013’te satın aldığı ve yakın zamanlara kadar yayın politikasına karışma gereği duymadığı gazetesine çeki düzen vermek üzere son seçimden kısa süre önce harekete geçmişti aslında.
ABD’de, biliyorsunuz, medya organları seçimlerde destekledikleri tarafı açıkça ilan ederler. Demokrat çizgideki The Washington Post da 2008 ve 2012’de Barack Obama’yı, 2016’da Hillary Clinton’ı ve 2020’de Joe Biden’ı desteklediğini açıklamıştı. 2024’e gelindiğinde ise gazete yönetimi Kamala Harris’e yönelik bir destek açıklamasına hazırlanırken, patron Jeff Bezos gazetesinin bu yarışta bir adayı desteklemeyeceğini duyurdu. Bunun anlamı Cumhuriyetçi Parti adayı Trump’a örtülü destekti. Nitekim duyurunun yapıldığı gün Bezos’un şirketinin iki yöneticisi Trump ile bir araya gelmişti.
Bu sürpriz karar üzerine gazetenin genel yayın yönetmeni, yayın kurulu üyelerinden üçü ve iki köşe yazarı istifa etti. Ayrıca 250 bin okuyucu aboneliğini sonlandırdı.
Ama bunlar Jeff Bezos için pek bir anlam taşımıyor olmalı. Çünkü çok daha büyük sorunları var. Trump 2016 başkanlık seçimleri sırasında “Eğer başkan seçilirsem Amazon’un sahibinin sorunları olacak. Çok sorunları olacak” demişti. O ilk dönemde çok fazla sorun yaşamadı gerçi Bezos ama bu ikinci dönemde başına neler gelebileceğinden emin olamıyor. (Dünyadaki geri kalan herkes gibi…) Orun için de “İtaat et rahat et” prensibini uygulamaya karar vermiş görünüyor.
Dolayısıyla Washington Post’un sahibinin bu dönemde gazetesine çeki düzen vermeye uğraşması siyasi anlamda çok şaşırtıcı değil. Ekonomik veya ticari anlamda da şaşırtıcı değil aslında.
Başka bir açıdan bakarsanız, “Amerika’yı aslında perde arkasından büyük sermaye grupları yönetiyor” ezberini de “Orada devlet piyasaya karışamaz” inanışını da havada bırakan bir olay var karşımızda…
Her yerde olduğu gibi Amerika’da da siyasetin gücü paranın gücünden üstün. Baksanıza, Jeff Bezos çapında bir iş insanı bile hükümetten korkuyor. Daha doğrusu insanların serveti ne kadar fazlaysa hükümetten o kadar fazla korkuyorlar. Çünkü kaybedecekleri şeyler servetleri ölçüsünce artıyor.
Özellikle de hükümet gücünü siyasi veya ticari amaçları için kullanmaktan çekinmeyen bir kadronun iktidarında korkular doğal olarak tavan yapıyor.
Şu da var: Graham ailesinin elinde olduğu dönemde siyasi iktidarın hışmından çekinmeyip Watergate skandalı gibi haberler yapabilen “The Post”un bugün -215 milyar USD serveti olan- Bezos’un elinde kendi gölgesinden korkar hale gelmiş olması…
Bunun tek sebebi bugün iktidarda Trump gibi güç manyağı birinin bulunması değil, medya sermayesinin sektör dışı kaynaklara bağımlılaşması da önemli bir sebep. Medya sektörü dışında işleri olan sermaye grupları siyasi iktidarlar karşısında çok daha kırılgan olabiliyorlar. Bunu 1990’lardan itibaren Türkiye’de biz de yaşadık ve gördük. Söz gelimi Aydın Doğan ve Dinç Bilgin siyasi iktidarlar karşısında vaktiyle Erol Simavi’nin, Kemal Ilıcak’ın durduğu gibi duramadılar. Çünkü kaybedebilecekleri -ve tabii aynı zamanda kazanabilecekleri- çok fazla şey vardı.
Türk basınının 28 Şubat sürecinde durduğu yer de bugün geldiği nokta da aynı sebebe dayanıyor: Sermayenin kırılganlığı.
Bilhassa AK Parti iktidarlarının son on yıllık döneminde otosansür ile başlayan kontrollü yayıncılıktan medya sahipliklerinin el değiştirmesine kadar uzanan süreçte yaşananlar ise Amerikalıların ancak bugünlerde tanıştıkları çok farklı bir dünya.