Muktezayı hale uygun kimlik
Geçen Salı günkü yazıda Diyarbekir'de düzenlenen mevlid programı ile ilgili düşüncelerimi dile getirirken, bu tür gösterilerin bir bakıma "kimlik ibraz etme" mesabesinde olduğunu söylemiştim. Doğal olarak bazı itirazlar geldi. "Diyarbekir'in ve bölgenin kimliği Kürtlüktür" diye. Malum, batı tipi düşünce tarzı, insanı değişmez, değiştirilmesi dahi teklif edilmez kalıplara mahkum etme esasına dayanıyor. Bir bölgeye, bir topluluğa batı düşüncesinin öngördüğü bir kimlik, bir nitelik dayatıldığı zaman artık bütün gelişmeleri, bütün olguları bu kimlik perspektifinde görmek bir zorunluluk haline geliyor. Bu bağlamda bölgemiz için öne çıkarılan kimlik, malumunuz olduğu üzere "Kürtlük"tür. Her olayı, her olguyu "Kürde göre, Kürt için, Kürt tarafından" görmek çağdaş bir zorunluluk olarak öngörülüyor. Muktezayı hale uygun olsa da olmasa da. Bana kadar ulaşan itirazlar da bunun göstergesidir. Kuşkusuz "Kürtlük" bölgenin belirgin özelliklerinden biridir. Buna bir itirazım da yok. Ancak benim söylediğim, kimlik ibraz etmenin de yeri ve zemini olmalı. Yani muktezayı hal gözetilmeli.
Bilindiği gibi bir edebî sanat olarak belagat, söz, anlam ve maksat uyumu ile muktezayı hale uygunluk şeklinde tanımlanır. Diğer bir deyimle, etkili bir ifade için ilkin söz ve anlam uyumlu olacak, sonra bu ikisi maksada uygun olacak. Ama en önemlisi muktezayı hale de uygun olması gerekiyor. Muktezayı hale, yani durumun gereklerine. Nitekim anlam ve maksada uygun son derece uyumlu nice söz vardır ki muktezayı hale uygun olmadığı için beklenenin aksine bir etki meydana getirebiliyor.
Söylediğim gibi bölge insanının bir kimliği Kürtlüktür. Ama hiçbir insan tek bir kimlikle ifade edilemez, edilmemesi gerekiyor. İnsanın ailesi, aşireti, memleketi, mesleği, mezhebi, dini vs itibariyle farklı kimlikleri vardır. Bunların içinde sadece bir tanesini (haklı ve mücbir gerekçeler olsa bile), batı düşünce tarzının dayattığı şekliyle, her yerde, her zeminde, her münasebette kullanmak, kullanmak zorunda kalmak, insanın doğal bir özelliği olan edebî zevke, yani belagate aykırı olduğu gibi Türkiye'nin muktezayı haline de aykırıdır. Bu aykırılık salt Kürtlük kimliğinin öne çıkarılması ile de ilgili değildir. Türkiye'de eğitim sisteminin dayattığı bütün kimlikler, bir bakıma bağlamından koparılmış, gereğinden fazla öne çıkarılmış, başka bir deyişle genetiği ile oynanmış hormonlu kimliklerdir.
Türkiye gibi çok etnisiteli, çok dinli, çok mezhepli, çok kültürlü bir coğrafyada muktezayı hal, bütün bu toplulukların, herkesin ortaklaştığı bir kimliğini öne çıkarmasını gerektirmektedir. Bu yüzden Diyarbekir mevlidi için söylediğim "kimlik ibrazı"nı onaylayan bir yaklaşım içinde oldum. Kuşkusuz yine Türkiye sınırları içinde ve kültürü bağlamında Kürt, Türk, Alevi, Sünni vs kimlikleri öne çıkardığımız, çıkarmamızı gerektiren bağlamlar vardır ve olacaktır. O durumlarda bir tanımlama, tanıtma, tanıma, tanınma (tearüf) vasıtası olarak söz konusu kimlikleri ibraz etmenin hiçbir sakıncası yoktur. Ancak kimliğe dair mutlak bir soru sorulduğu zaman, bu soruya muktezayı hale uygun, sosyolojik olarak verilecek cevap "İslam"dır. Çünkü bunca kimliği bir arada barış içinde yaşatacak (teayüş) çatı kimlik, geçmişte olduğu gibi İslam'dır. Bu bağlamda İslam'ın dışındaki bütün kimlikler durumun gereğine uygun olmadığı, yani çatı işlevini göremediği için parçalayıcı, başkasını ötekileştirici bir etki bırakır. Yani belagate uygun olmaz.
Diyarbekir'in ibraz ettiği ve bugün de İstanbul'un Bağcılar meydanındaki mevlid programı vesilesiyle ibraz edilen kimlik Türkiye'nin muktezayı haline uygundur.