‘Ne iyi ne kötü!’
ABD Başkanı seçilen Donald Trump'ın önce adaylığını sonra da zaferini engelleyemeyen Amerikan müesses nizamını zor günler bekliyor. Her ne kadar ezici bir zafer elde etse de müesses nizam, arkasındaki oligarşik bürokrasi gücüyle zaman içinde Trump'ın siyasi manevralarını önemli ölçüde sınırlayacak, proje ve hamlelerini manipüle edecek ve hatta onu oyun dışı bile bırakabilecek birçok dinamiğe sahip durumda.
Haliyle küreselci lobiyle öteki Amerika'nın savaşı Trump'ın seçilmesiyle daha da kızışacak. Bir bakıma 'Amerika geri dönüyor' diyerek ülkelerini 'otokrasilere karşı demokrasi cephaneliği' şeklinde tanımlayan Demokrat Parti'nin sahip çıktığı ideolojik ilkeler yerini öyle kolay kolay Trump'ın savunduğu 'Önce Amerika' sloganı ile ifade edilen pragmatik hedeflere bırakmayacaktır.
Ancak Trump'ı dize getirmek bu kez zor olacak. Zira empoze edilen algının aksine Trump hiç de öngörülemez ve tutarsız bir eksantrik değil. Tavırları ve uçarı karakterine rağmen dünya görüşü bakımından oldukça istikrarlı biri aslında. Eski röportajlarına bakıldığında 1980'lerden bu yana aynı düşünceleri savunduğu görülüyor.
***
Kuşku yok ki muhalifleri gibi Trump da ABD'yi evrenin merkezinde görüyor. Ancak fanatiklerden ayrıldığı nokta şurası: "Evet, ABD küresel sistemin merkez gücü. Ancak ABD'nin bu pozisyonda bulunması onun her şeye hükmeden ve müdahale eden bir hegemon olması anlamına gelmemeli."
Muhafazakâr ideallerle kapitalist hedefler arasında bir çelişki görmeyen ve Amerika'nın girişimcilik ruhu üzerine kurulu bir ülke olduğuna inanan Trump, bu nedenle merkezi hükümetin her şeyi kontrol etmesine karşı çıkıyor. Devletin aşırı düzenlemelerine, bürokrasinin kapsamlı yetkilerine ve derin devletin sahip olduğu imtiyazlara alerji duyuyor.
Amerika'yı solun ve küreselcilerin işgalinden kurtarmaya yemin eden Trump bu nedenle 'partisiz aday' konumundaki liberteryen Elon Musk ile bağımsız aday Robert Kennedy gibi isimleri de yanına alma ihtiyacı hissetti.
***
Çünkü tarihçi Tarık Cyril Amar'ın da vurguladığı üzere Amerika, egemen olamayacağı yeni bir dünya düzenine giriyor. Trump, akıllı davranıp bu yeni düzende ABD'ye ayrıcalıklı bir yer bulmaya çalışıyor.
Önceliğini eski Amerika'ya değil yeni Amerika'ya veriyor. Eğer bunu yapmazsa imparatorluk sadece gerilemekle kalmayacak aynı zamanda çökecektir de! Bunu gören Trump asıl gücünü gerileyen imparatorluğu kurtarmaya harcayacak.
Savaş yanlısı olmayan Trump hedefini ticari ve diplomatik yollarla gerçekleştirmeye çalışacak. Belki de bu yüzden Çin'i bir numaralı rakip olarak görüyor.
Zira Trump, İran dâhil Rusya ve Türkiye gibi aktörlerle savaşmanın değil uzlaşının yolunu arayacak.
Bu nedenle Ortadoğu'da İran'ı hedefe koyarak bölgesel savaş peşinde koşan Siyonistler hayal kırklığına uğrayabilir.
Bu açılardan Trump dünya için bir tehditten çok bir fırsat konumunda. Daha doğrusu ne iyi ne kötü ya da hem iyi hem kötü bir seçenek diye algılanıyor. Aralarında Rusya ve Türkiye'nin bulunduğu bazı ülkeler için ise Trump'ın gelişi 'farklılık ve değişim' demek. Russia Today'den Fyodor Lukyanov'un tanımlamasıyla Trump hem Moskova hem Ankara için "ABD ile ilişkilerin şu ana kadar olduğu gibi olmaması" anlamına geliyor.