Ne kadar hazırız gerçekten?
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, DEM Parti sıralarına giderek el uzatmasıyla başlayan, kısa sürede Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Bahçeli’den gelen mesajlarla gündeme oturan hamleyi konuşmaya devam edelim. Hiç kuşku yok bu bir politik hamle ve parantezinde çok sayıda dinamik var.
İsrail’in, katliam ve soykırımla sürdürdüğü savaşı geniş bir coğrafyaya yayma arayışı, bölgedeki tüm taşları yerinden oynatmış görünüyor. Başından itibaren şu tezi savundum. Bu İsrail’in ABD ile ortak yürüttüğü bir plan. Dün İsrail tarafından katledilen Hamas’ın yeni lideri Yahya Sinvar’la ilgili operasyonun ardından ABD Başkanı Joe Biden’dan gelen “DNA bilgisi” ve İsrail’e destek verdiklerinin açıklanması bunun apaçık ifadesi.
Başından itibaren ABD’nin İsrail’i durduracak tek güç olduğu tezine bu nedenle itiraz ettim. Bu istihbarat, operasyon ve hedef ortaklığının farklı aşamalarında sadece roller değişebilir.
İRAN’IN İSTİKRARSIZLAŞTIRILMASI
Ortak plan derken, gizli saklı ya da gizemli bir süreçten söz etmiyorum. Burada stratejik hedeflerden ilki İran’ın bölgedeki vekil güçlerini zayıflatmak ve yok etmek. Böylece İran’ı Ortadoğu’dan geri çekilmeye, aynı zamanda da kendi için değişmeye zorlamak. Bu başlığın kolayca “rejim” değişikliğine gideceğini öngörmüyorum. İran’da uzun süreli bir iç kargaşanın ortaya çıkması, bu süreçte nükleer başlığı altında ortaya çıkabilecek tehdidin bertaraf edilmesi hedefleniyor.
İran’ın özellikle Arapların ağırlıkta olduğu coğrafyada etkinliğinin kırılması, bölgede istenen değişimin de zeminini oluşturuyor. Takip edenler bilir. Suudi Arabistan rejimi bu değişim sürecine kendisini uzun yıllardır hazırlıyor. Unutmayalım, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e saldırmasından hemen önce, Suud rejimiyle İsrail arasında, nükleer silah teknolojisi dahil bir normalleşme rüzgarı esiyordu.
Başından itibaren Gazze’de olup biteni seyreden bazı Arap ülkelerinin de benzer pozisyonlar almak istediğini söyleyebiliriz.
TÜRKİYE’NİN POZİSYONU
Burada ne yapacağı merakla beklenen ülkelerin başında Türkiye geliyor. Biliyorum, “Türkiye o kadar da önemli değil” diyenler tetikte bekliyor. Onlara dünyanın en önemli strateji merkezlerinde ülkemize dair neler söylendiğine bakmalarını tavsiye ederim. Nerede duracağımız, muhtemelen yayılacak olan savaştaki pozisyonumuz, daha da önemlisi bölgeye dayatılan değişimde dengelerimizi nasıl sağlayacağımız hayati önemde.
Dün bir televizyon programında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İsrail ile İran arasında bir savaş halinin olup olmayacağının sorulması üzerine, "Bunu yüksek bir ihtimal olarak değerlendirmek gerekiyor. Bölge devletleri tarafından, bizim tarafımızdan yüksek bir ihtimal olarak değerlendirmemiz, yapılabilecek en isabetli adım olur diye değerlendiriyorum.” cevabını verdi. Türkiye'nin olası bir dünya savaşına ne kadar hazır olduğu sorusuna da “Devletin birçok organının görevi itibarıyla bu soruya cevap vermek ve hazırlık yapmakla meşgul olduğu” karşılığını verdi.
SADECE GÜVENLİK HAMLESİ Mİ?
Dolayısıyla bu köşede “Bölgesel Kardeşlik Ekseni” olarak tanımladığım hamlenin, iç politikadaki çekişmelerin, iktidarda kalıp kalmamanın çok ötesinde bir zihin haritası olduğunu görmek durumundayız. Bunu sadece güvenlik kaygısıyla harekete geçmek olarak görenlerin, coğrafyamızdaki bazı dengelere ve ilişki biçimlerine bakmaları yararlı olabilir.
Türkiye, devletler içinde “yarı egemen devletimsi yapılar” oluşturup, bölgedeki çıkmaz sokakları ve fay hatlarını derinleştirmedi. İlişki kurma biçimi böyle değil. Bu nedenle yaptığı hamlelere “kardeşlik” merkezli kavramlar ve yaklaşımlar yüklüyor.
ZAAFIMIZIN FARKINDA OLMAK
Tam bu noktaya gelmişken, bazı hususlara değinmek yararlı olabilir. Üzücü ve bir o kadar da vahim bir gerçeğimiz var. Entelektüel hayatımız, kelimenin tam anlamıyla çorak bir vadi gibi. Herşey konuşuluyor, tartışılıyor gibi görünse de ortaya çıkan hasıla sadra şifa değil.
Her kritik süreçte, geleceğimizi ilgilendiren hamlede bu zaafımız gelip yakamıza yapışıyor. 40 yıldır terörle mücadele eden, ağır bedeller ödeyen bir ülkenin, bu yakıcı sorunun karşımıza çıkardığı her başlığa karşı çok daha duyarlı, üretken ve hazırlıklı olması beklenirdi. Öyle olmadı. Tercihlerimiz hep kolay olana yöneldi, sloganlara sıkıştırıldı ve bugün karşımıza çıkan devasa sorunlar karşısında okur-yazarlarımızın söyleyebilecekleri çok sınırlı.
O nedenle DEM’e el uzatmakla başlayan bu yeni hamlenin, gerek topluma doğru anlatılması, gerekse kavramsal çerçevesinin derinlemesine ele alınması konusunda çok fazla gayrete ihtiyacımız var. Ne akademinin zeminlerinde, ne de medyada yeterli katkı göremiyoruz. Elbette hamleyi şekillendirenlerin de bu tartışmaları besleyecek yaklaşımları artırıp hızlandırması gerekiyor.
Kaybedecek tek bir saniyesi yok Türkiye’nin.