1. YAZARLAR

  2. Mehmet Ocaktan

  3. Öcalan süreci ile demokrasinin de kapısı aralanır mı?
Mehmet Ocaktan

Mehmet Ocaktan

Öcalan süreci ile demokrasinin de kapısı aralanır mı?

A+A-

Suriye’deki yeni dönemle birlikte Türkiye’nin önünde yeni imkanların önü açılabilir, yeter ki ülkeyi yönetenler ‘fetih’ rüyalarına kapılıp bu imkanları heba etmesin…

Eğer yıllardır adeta bir tabu haline gelen korkularımızdan ve travmalarımızdan kurtulabilirsek, sürdürülebilir bir demokrasiyi inşa etmek hiç de zor değil aslında. Bunun için de öncelikle 20. yüzyıldan devraldığımız korkularımızdan kurtularak 2025’e gelmemiz gerekiyor.

Bu konuda Taha Özhan’ın Perspektif Online’de “Siyaset 2025’e girebilecek mi?” adlı yazısında çok önemli tespitleri var. Özhan yazısında şöyle bir yol haritası sunuyor: “Elimizdeki yazılı “toplumsal sözleşmenin” daralttığı gömlek yetmiyormuş gibi görünmeyen yasaklar, korkular ve tabuların baskıladığı demokrasimiz fazlasıyla yorulmuş durumda. Tam da bundan dolayı mecali ancak seçim yapmaya yetiyor. Daha ötesi için tam demokratik bir anayasaya, sağlıklı bir hukuk düzenine, şeffaf ve verimli bir kamu idaresine, adil bir gelir bölüşümüne, devlet desteği olmasa çökmeyecek sivil topluma, kamu kaynağı ve imtiyazı olmasa hızla tökezlemeyecek olan şirketlere, medyaya, üniversitelere ihtiyaç var.”

Şimdi önümüzde, Devlet Bahçeli’nin başlattığı adına ister “Öcalan süreci”, isterse “tartışma süreci” diyelim, kimsenin yok sayamayacağı ve de dikkate alınması gereken yeni bir durum var. Anlaşılan o ki Bahçeli’nin bu kararlı tutumu, hem Öcalan’ın durumu ile ilgili düzenlemenin hem de yeni bir toplumsal sözleşmenin önünü açma ihtimali yüksek yeni bir dönemi de beraberinde getirebilir.

Diyelim ki Bahçeli’nin başlattığı bu sürecin sonunda Öcalan ‘silah bırakma çağrısı’ yaptı ve PKK büyük oranda bu çağrıya uydu. Eğer büyük bir yol kazası olmazsa, bu adımların çözümle sonuçlanması mümkün. Zira Suriye’deki yeni durumla birlikte PKK’nın alanı büyük ölçüde daralmış durumda, dolayısıyla Öcalan’ın çağrısına uymaktan başka bir seçeneği yok.

Ama biliyoruz ki bu çağrı, SDG, PYD, YPG için geçerli değil, zira bu yapılanmanın öncelikli muhatabı Suriye’deki yeni yönetim. Yani SDG’nin, yeni Suriye’nin oluşumunda nasıl bir kompozisyonla yer alacağı konusu Colani önderliğindeki yönetimle birlikte şekillenecek. Ayrıca Kürt bölgesi üzerindeki Amerikan sahipliğini de dikkate almak gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerini, Amerika ve Avrupa’yı yok sayarak “Suriye’nin hakimi benim” benzeri stratejik bir hamle hatası yapmadan hareket edebilirse, aynı zamanda Kürt sorununun çözümü konusunda da önemli bir avantaj elde edebilir.

Peki bütün bu gelişmelerin, Türkiye’nin demokrasisine nasıl bir pozitif katkısı olacak?

Lafı hiç dolandırmadan söyleyelim, eğer Türkiye 20. Yüzyıldan kalma arkaik korkularına teslim olmadan hem bölgesini hem de dünyayı doğru okuyabilirse, sürdürülebilir bir demokrasinin yolunu rahatlıkla tahkim edebilir.

Hatırlayalım, Bahçeli ilk İmralı çağrısında demişti ki: “Terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın.”

Bu çağrı çerçevesinde, eğer süreç pozitif yönde ilerlerse, yolun bir yerinde Öcalan belki Meclis’e gelemez ama bugüne göre daha rahat bir pozisyonda olabilmesi için yasal düzenleme yapılması gerekecektir. Bu yasal süreçleri işletecek olan da siyasal iktidardır. Bunun anlamı, ‘umut hakkı’ kapsamında iktidarın, Öcalan için iyileştirici adımlar atması demektir.

Şimdi hep birlikte düşünelim, Öcalan için iyileştirici adımların atıldığı bir Türkiye’de Kürt siyasetinin önemli ismi Selahattin Demirtaş’ın, Osman Kavala ve arkadaşlarının, halkın iradesiyle seçilmiş Can Atalay’ın hâlâ cezaevinde tutuluyor olmalarını, dahası uyduruk bir ‘ahmak’ kelimesi yüzünden Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak getirilmesini hakkaniyetle bağdaştırmak mümkün olabilir mi?

İşte Türkiye’nin esas derin problemi de bu noktada başlıyor. Muhtemelen ‘Öcalan süreci’ olumlu sonuçlansa bile siyasi iktidar, demokrasinin önünü açacak pozitif bir adım atmaya yanaşmayacaktır.

Kabul edelim ki bu iktidar yargıyı, yasamayı, yürütmeyi kontrol etme lüksüne alışmış durumda ve bu yüzden de avantajını kaybetmek istemeyecektir.

Günün sonunda korkularımızla, yasaklarla ve de arkaik bir ‘kuvvetler birliği’ sistemi ile baş başa kalırsak şaşırmayalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar