Olup bitene şaşırmalı mıyız?
Birey özgürlüğü ile bireyin hazcılığı aynılaştıran, liberal düzenle haz hükümranlığı arasında bağ kuran görüşlerin yükselen değer haline geldiği bir çağda yaşıyoruz. Açık toplum, çok kültürlülük ve birey özgürlüğünün uzantısı olarak hedonizm pek çok yerde ana tehdit olarak tanımlanır hale geldi.
Bunun karşı ağırlık ise milli kimliğe, bir anlamda öze, asli değerlere geri dönüş…
Türkiye’de, Avrupa’da, Amerika’da milyonlar bu güdüyle oy veriyor.
Bu güdünün Türkiye’deki adı, “milli ve yerli” hassasiyet ve politika…
Başka ülkelerde aynı içerik farklı isimlerle anılıyor, siyasallaşıyor.
Bu dalga, kendisine uygun iktidarları iş başına getiriyor.
Bu tür iktidarların ortak özelliklerini ise keyfileşme, şahsileşme ve otoriterleşme oluşturuyor…
Avrupa’daki birkaç çekirdek ülkenin dışına doğru hareket ettikçe, bu dalga kesifleşiyor. Çin, ABD, Rusya, Türkiye gibi ülkeler arasında dozları ve tarzları biraz farklı bir yönetim benzerliği kokusu bile saçıyor. Muhalifini öldüreni var, hapse atanı var, itibarsızlaştıranı, hareket alanını yok edeni var…
Bu iktidarlar yerleşik demokrasilerin, temelinde insan hakları ve siyasi liberal özgürlüklerin yattığı düzenleri tahrip ediyorlar. Kurumları, kurumsal aklı geri itiyor, yargı kararlarını görmezden geliyor, şahsa bağlı karar süreçlerini tesis ediyorlar. Milli fayda, güç, yayılma, başarı siyasetlerinin eksenini oluşturuyor.
Tarihin bu yükselen dalgası, özgürlük ve demokratik kazanımların karşısında duran bir dalga. Buna, faşizmin kuzeni olarak tabir edilmesi hiç de yanlış değil.
Trump’ın iktidarı devraldığı andan itibaren attığı adımlar ortada. Sınırları kapamak, ülke bürokrasini baştan aşağı kendisine uygun bir şekilde yapılandırmak, yargı kararlarıyla didişmek, sağdan soldan toprak talep etmek, Gazze’ye olarak el koyduğunu ilan etmek…
İrkiliyor muyuz?
Hem de nasıl…
Şaşırıyor muyuz?
Hayır…
Türkiye’nin durumuyla ne kadar benzer!
Ülkede olan çok şey irkiltiyor, ama şaşırtmıyor.
Yürütmeyi ve cumhurbaşkanını eleştirirseniz, gözaltına alınıp tutuklanabiliyorsunuz.
Bir gazetecinin yaptığı haber, devlet birimleri tarafından yalanlanıyorsa, hakkında soruşturma açılabiliyor.
RTÜK başkanı, bundan böyle “iyi gelişmelerden” söz etmeyen yayın organlarının cezai yaptırıma uğrayacağını açıklıyor.
Cumhurbaşkanı zaman zaman yargı kararlarını tanımıyor, mahkemeleri “yeniden görüşmeye ve doğru karar” almaya itiyor.
Kimi sanıklar ceza hukukunda olmayan suçlarla itham edilebiliyor.
Başta DEM olmak üzere bazı siyasi partilerin hakkında adli gerekçelerle görevden başkanları alınırken yerlerine başka bir siyasi değil, devlet memuru geliyor. Suçun şahsiliği yerine siyasi aidiyet suçu devreye giriyor. Toplumsal irade seçilmişler yerine atanmışlarla devletleştiriliyor.
Hakkında ideolojik siyasi olarak hüküm verilmiş kişiler, hapislerde sürünüyor.
Ana muhalefet partisi hakkında bir suçlama, soruşturma ve tutuklama furyası sürüyor.
Muhtemel bir seçimde Erdoğan’ın en büyük rakibi olacak İmamoğlu, siyasi yasak içeren davalarla kuşatılıyor.
Dizi sektöründeki bir tekele haline ilişkin takibat, bir “millileştirme ve yerlileştirme” operasyonu, daha doğrusu el koyma işlemine, (üstelik “darbe teşebbüsü” suçuyla) dönüşüyor.
Şaşırmıyoruz…
Vahim olan bu…
Şaşırmamak ya benimsemektir, ya alışmak ya da kabul etmek…
İnşa edilen siyasi düzen için de aynı durum söz konusu…
Milli ve yerli olma gerekçesi, yerleşik kurumlar ve gelenekleri alt üst etti ve ediyor. Milli ve yerli hassasiyete sahip yeni mensuplarıyla adliye düzenini talimat mekanizması haline getiriyor. Üniversiteler, birkaçı dışında, liyakatsızlıktan yerlerde sürünüyor. Direnene el konuyor ya da kapatılıyor. İşi belli bir hedefe ateş etmek olan, bundan nemalanan bir gruba gazeteci adı veriyor . Gazete ve televizyonlar “milli ve yerli yayıncılık yapmak üzere” iktidarın işaret ettiği yandaş sermaye tarafından kontrol ediliyor.
Velhasıl bir ülke yaratılıyor yeni baştan…
Şaşırtan şeyler olmuyor mu?
Arada bir oluyor…
Mesela Kürt açılımı…
Cuma günü o konuya, olma nedenine ve son durumuna, değineceğiz…