Önce Suriye halkına saygı
Suriye üzerinden tartışmaya devam edelim. Burada ortaya çıkacak her sonucun, hem ülkemizin hem de bölgemizin geleceğini doğrudan ilgilendireceğini dikkate alarak elbette.
Böyle kritik dönemlerde insanların kafaları karışık olabilir. Hepimizin her şeyi anlamaya zaten gücü yetmez. Ama bazı konularda zihinlerin özellikle bulandırılmak istendiği de çok açık.
HER ŞEY İSRAİL İÇİN Mİ!
Birinci ve en hassas başlık. Bu noktada sürekli ve yalanlarla örülü ağır bir propaganda var. Suriye’de yaşanan sürecin, “İsrail kazançlı çıksın” diye planlandığı. Burada hedef tahtasına oturtulan ülke de Türkiye.
Bu sözde tezi savunanların farklı kategorileri var elbette.
Bir kısmı, Türkiye ne yaparsa onun aleyhinde pozisyon alanlar. Ülkemiz içinde ve dışında onlara rastlamak mümkün.
Bir diğeri, Suriye’deki Rusya-İran ittifakını allayıp pullayıp İsrail’in varlığını tehdit eden bir güç olarak pazarlayanlar. Bu iki ülkenin Suriye’nin zayıf düşmesinden, paramparça olmasından, kendi halkını katletmesinden ve pek çok terörist unsuru, özellikle de Türkiye aleyhine desteklemesinden söz etmek akıllarına gelmiyor elbette.
Şam’da sırtını Rusya ve İran’a yaslayıp ülkesinde olup biteni umursamayanların, gider ayak İsrail’e kendi ülkesinin stratejik sırlarını nasıl verdiğini de görmüyorlar.
AVRASYA BLOĞU VE GAZZE
Birkaç soru sorabiliriz bu başlık altında. Acaba Rusya dünyanın neresinde ve hangi somut adımlarla İsrail aleyhine bir politika izlemiş? Avrasya’nın büyük güçleri, Gazze’deki soykırıma dair ne yaptılar mesela? Moskova’nın Şam’a olan ilgisi ve merhameti, bulduğu ilk fırsatta onu Ukrayna pazarlığına yem etmek miydi?
Türkiye-İsrail ilişkilerinin seyri ortada. Daha birkaç gün önce Türkiye’yi saldırganlıkla ve şiddet kullanmakla suçladılar. İsrail, Suriye’de bugüne kadar hep dışlanan geniş kesimlerin oluşturacağı bir siyasi dengeden asla hoşnut değil ve bunu kendisi açısından tehdit olarak görüyor.
Ayrıca Türkiye’nin Suriye denklemindeki kurucu rolünden ve giderek artan nüfuzundan rahatsız olanlar; kendi dönemlerinde bu ülkenin içini boşaltmak yerine, neden temsil kabiliyeti olan bir sürece destek olmadıklarının hesabını versinler.
SURİYE KÜRTLERİ
İkinci ve en az ilki kadar hassas olan başlık, Suriye Kürtlerinin geleceğine dair tartışmalar.
1 Ekim 2024 ve sonrasında uç veren, ancak esasen uzun süreli bir hazırlığın sonucu olduğu anlaşılan hamlelerin, Suriye denkleminde doğru okunması gerekiyor.
Ankara’nın bu meselede kendisine anlayış gösterilmesine ihtiyacı yok. Söyledikleri çok açık. Burnunun dibinde teröre dair herhangi bir yapı ve tehdit görmek istemiyor.
Ancak bu tavrını, 40 yıldır ülke içinde ifade ettiği gibi Kürtlere yönelik bir ayrım ve düşmanlık olarak şekillendirmiyor. Aksine bölgedeki Kürtlerin de yeni kurulacak Suriye’de diğer tüm topluluklara birlikte aynı devletin çatısı altında, aynı bayrak ve orduyla yaşamasını istiyor.
Bu yaklaşım Suriye’nin bütünlüğü ve barışı için olduğu kadar, bölgenin güvenliği ve geleceği için de gerekli. Kürtlerin sağlıklı biçimde siyasi sürece katılımının yolu da bu.
YPG/PKK silah bıraktığı takdirde DEAŞ’ın canlanacağı tezi ise gerçek dışı bir yaklaşım.
DEĞİŞİM SORGUSU
Üçüncü başlık, özellikle batı medyası tarafından üst perdeden ve sorgulayıcı bir boyut kazanan değişim tartışması.
HTŞ ve genel anlamda Suriye muhalefetinin, nasıl bir siyasi süreç inşa edecekleri ve kendi geçmişlerini bu gidişata ne kadar yansıtacakları konusu, daha ilk günden itibaren tartışılıyor.
Bu konuda, Suriye’de yaşayan her ferdin ve topluluğun kaygılı olmaya da, geleceğine dair sorular sorup cevap aramaya da hakkı var. Unutmayalım, Suriye çok farklı inançların var olduğu, deyim yerindeyse çok renkli bir ülke. Esad ve Baas zulmünün ardından yeni bir baskıcı yönetimi elbette kabullenmeyecektir.
HTŞ lideri Ahmed Eş-Şara’nın ilk günden itibaren yaptığı açıklamalara ve röportajlara dikkatle bakıyorum. Yaşanan acı tecrübeleri, elbette az önce söylediğim toplumsal dengeleri gözetme anlamında son derece dikkatli davranıyor. Bu yaklaşımda Türkiye’nin katkısının ve desteğinin ciddi boyutlarda olduğunu da artık hepimiz biliyoruz.
Muhatabından aldığı cevaplara rağmen, sürekli satır aralarına kuşkular ve suçlamalar sıkıştıran, dahası tepeden ve küçümseyici bir yaklaşım sergileyen zihniyetin, Suriye’deki siyasi sürece olumlu katkısı olacağını düşünmüyorum. Siyasi süreçlerde bu tartışmaların sağlıklı biçimde yapılmasının önünü açmak, Suriye halkına saygı duymak için yeterli.
Türkiye tecrübesinin belki de en kıymetli olduğu nokta burası.