Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’den: Barışa en yakın zamandayız, düne göre umudum misliyle fazla!
TBMM Başkanvekili ve DEM Parti Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Abdullah Öcalan ve DEM Parti Milletvekili Pervin Buldan
Yakın tarihin yapraklarını çeviriyorum. (*)
Öcalan, 21 Mart 2013 Nevruz'unda
şu çağrıyı yapıyor:
Zamanın ruhunu okuyamayanlar,
tarihin çöp sepetine giderler.
Suyun akışına direnenler
uçuruma sürüklenirler.
Kokular fena değildi.
Kürt sorunu konusunda 2012 yılı sonuna doğru mutfakta yeni bir şeyler pişirildiği anlaşılıyordu.
Bölgenin nabzını tutmak için
bir kez daha Iraklı Kürt liderler
Celal Talabani ve Mesud Barzani’yle
görüşmeye gittim.
Mam Celal Irak Cumhurbaşkanı,
Kak Mesud Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı’ydı ve tarih 2012’nin Kasım ayıydı.
Mesud Barzani (solda), karşısında Hasan Cemal
Barzani’yle Kürdistan dağlarının dimdik başladığı Masif’in en tepesindeki kartal yuvasında, Sere Reş’teki Başkanlık Sarayı’nda görüştüm.
Yanında, yıllardır en yakınında çalışan Başkanlık Divanı Başkanı Fuad Hüseyin vardı.
Mesud Barzani’yle ilk mülakatımı
1993’te Dohuk’ta yapmıştım. Kendisiyle geçen yirmi yıl içinde birçok kez görüştüm.
Bütün bu yıllar içinde değişmeyen bir şey vardır. Trajediye hiç doymayan bu topraklar
bir türlü durulmaz, fokur fokur
kaynama hâlleri devam edip gider.
Bu sefer de "Arap Baharı" sürecinde patlayan
Suriye İç Savaşı bölgeyi kan gölüne çevirmişti.
Sözü, Türkiye'nin Kürt sorununa getirince
Barzani şöyle demişti:
Burada siyasi bir irade lazım.
Silaha başvurmadan, barışçıl yollardan sorunu çözmeye yönelik bir irade...
Bu irade Ankara’dan hâlâ çıkmış değil.
Ama biz sorunun barışçıl yollardan çözüleceğine inanıyoruz.
Silahla bir yere varılamaz. Silahlı mücadelenin zamanı dolmuştur.
PKK’nin silahtan vazgeçmesi gerekir.
Burada siyasi bir irade lazım.
Silaha başvurmadan, barışçıl yollardan sorunu çözmeye yönelik bir irade...
Bu irade Ankara’dan hâlâ çıkmış değil.
Ama biz sorunun barışçıl yollardan çözüleceğine inanıyoruz.
Silahla bir yere varılamaz.
Silahlı mücadelenin zamanı dolmuştur. PKK’nin silahtan vazgeçmesi gerekir.
Milliyet, 14 Kasım 2012
Barzani, yol haritası ne olabilir sorusuna da şu yanıtı vermişti:
Önce bir ateşkes olması lazım, önce silahlar susmalı.
Sonra küçük küçük adımlar atılmalı, kolayından
başlayarak...
Bu süreçte anadilde eğitim, Kürt dilinde eğitim olmalı tabii.
Bu artık en temel, en basit haklardan birisi...
Bir ateşkesle birlikte, en kolayından küçük adımlarla
başlayacak bir yol haritası, bir süreç... Bu süreçte
Öcalan’ın rolü mü?... Kanaatimce PKK hâlâ Öcalan’a
bağlı...”
Celal Talabani ve Hasan Cemal
Mesud Barzani’den sonra, ilk mülakatımı 1992'de yaptığım Celal Talabani'yle görüşmek üzere
Süleymaniye’ye gitmiştim. Talabani Irak Cumhurbaşkanı'ydı.
“PKK silah bırakmak için bana geldi”
sözü ertesi gün, 16 Kasım 2012 tarihli
Milliyet’in manşetinde patladı.
Haberim şöyleydi:
Geçen yıl (2011) Eylül ayındaki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu sırasında
Tayyip Erdoğan’la buluştuk.
Kendisine dedim ki:
"PKK bana geldi. Silah bırakmaya hazır olduğunu söyledi, (Bunu söylerken, bana doğru eğildi, “Silah bırakmak"tan söz ediyorum, "ateşkesten değil" diye ekledi). Bunun için iki koşulu vardı. Biri genel af, öteki anayasadaki vatandaşlık tarifinin yeniden yapılması ve Türk sözcüğünün çıkarılması..."
Erdoğan bana genel affın kolay olmadığını, kamuoyunun buna hazır olmadığını söyledi.
Talabani de PKK’ya Barzani gibi
silah bırak çağrısı yaptı:
Silahlı mücadelenin süresi dolmuştur, artık dağdan iniş zamanıdır. Che’ler, Ho Şi Minh’ler çoktan tarih olmuştur. PKK’ye bunu her seferinde söylüyorum ama hâlâ ikna olmuş değiller.
Talabani, PKK ile diyalog kapısını yeniden açmak gerektiğini söyledikten sonra Barzani gibi o da Öcalan’ı işaret etti:
Diyalog kapısını bir tek adam açabilir, Öcalan... Ve ancak hapishanedeki o adam,
Abdullah Öcalan dağdakileri indirebilir.
Milliyet, 16 Kasım 2012
Türkiye, 2013 yılına girerken
barışın olgunlaştığına dair işaretler
su yüzüne vurmaya başlamıştı.
Durakta bir kez daha barış treni bekleniyordu.
Ama görülen oydu ki, Ankara’yla İmralı düne göre daha deneyimli, daha kararlıydılar.
Her iki tarafta da barış dili ağır basıyordu.
“Liderlik, acıların üzerinden
geleceği ve barışı yakalamaktır”
sözü her zamankinden daha geçerliydi.
Başbakan Erdoğan, 2013’ün Şubat ayı ortasında, “Artık silahlar değil, fikirler konuşsun, siyaset konuşsun!” diye mesaj veriyordu Mardin’den.
Öcalan ise İmralı’dan BDP milletvekilleri
Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder
ve Altan Tan eliyle Kandil’e ulaştırılmak üzere barışa dönük bir yol haritası gönderiyordu:
İlk adım, gerçek bir ateşkes...
Parmakların tetikten çekilmesi...
Sonrasında, yeni anayasa...
Yeni bir vatandaşlık tanımı...
Yerel yönetimler meselesi...
Anadilde eğitim...
Hapisteki KCK’liler...
PKK’lı silahlı güçlerin sınır dışına çıkması...
Genel af meselesi...
Ve iki konu başlığı daha:
Yeni anayasada başkanlık sistemi...
PKK’nin silah bırakıp dağdan inmesi...
Barış açısından 2013 yılı başlarındaki bu umut verici gelişmeler beni 20 yıl öncesine, Lübnan’da Suriye’nin denetimindeki Bekaa Vadisi’nde Öcalan’la yaptığım görüşmeye götürdü.
Tarih, 14 Nisan 1993.
PKK’nin tek taraflı ateşkes ilan ettiği bir dönem yaşanıyor Türkiye’de.
14 Nisan 1993, Bekaa Vadisi'ndeki bir evde Öcalan Hasan Cemal’in sorularını yanıtlıyor
Lübnan’ın Suriye denetimindeki Bekaa Vadisi’nde Bar İlias isimli bir kasabada, bahçe içinde bir ev.
Öcalan’la sohbet ediyoruz.
Gaz sobası ısıtıyor odayı.
Vakit gece yarısı.
Apo’nun elinden düşürmediği tespihin şık şık sesi...
Legal politika için Türkiye’de PKK’ya
bir şans tanınmasını istiyor.
Ankara’nın kendisini muhatap almıyor olmasına fazlasıyla tepkili, şöyle diyor:
Bizim katkımız olmadan çözüme
gitmek zordur.
PKK’nın tek taraflı ilan etmiş olduğu
ateşkesi konuşuyoruz, şöyle diyor:
Ben samimiyim, ciddiyim.
Mesajıma gelince:
Demokrasi paketinizi bekliyoruz.
Mevcut şartlar değişmeden dağdan inmek, silah bırakmak intihar olur.
Önce güvence ver!
Önce demokrasi yap!
Öcalan'ın 1993’teki bu sözlerinden
Çözüm sürecinin somutlaşmaya başladığı
2013’e kadar geçen yirmi yıl...
Öcalan’ın yirmi yıl önceki değerlendirmesini hatırlarken, aklıma ister istemez
vaziyet şimdi nasıl sorusu düşüyor.
Başbakan Erdoğan bir Özal, bir Demirel değil, siyaseten onlardan çok daha güçlü.
Yalnız Özal’ın değil, Kürt sorunuyla ilgili olarak şöyle ya da böyle adım atmak isteyen
bütün hükümetlerin elini kolunu bağlayan
asker faktörü de büyük ölçüde devreden çıktı.
Öcalan, 2013’te tam 14 yıldır İmralı’da,
devletin elindeydi ama 20 yıl önce Bekaa’da
bana söyledikleri artık hayal olmaktan çıkmış, gerçekleşme yoluna girmişti.
Sonunda devlet, "terörist başı"yla görüşme masasına oturmuştu.
Ankara, İmralı ve Kandil,
yani tüm taraflar artık "silah"la
bir yere gidilemeyeceğini görmüşlerdi.
20 yıl önce bu yol açılabilseydi,
20 yıl sonra bugün Türkiye’nin demokrasisi de,
ekonomisi de çok daha güçlü,
Türkler ve Kürtler de çok daha mutlu olurdu.
Türkiye 2013 yılı başlarında buna hazır mıydı, nihayet böyle bir noktaya geliyor muyduk?..
Aradan 11 yıl daha geçti ama boş geçti,
acılarla geçip gitti.
Bugün barış ve demokrasi hâlâ uzağımızda...
Peki, 2024'ün sonunda Türkiye'nin önünde
bir umut penceresi açıldı mı?
Bu soruya, dünkü yazımda olduğu gibi ihtiyatlı bir dille,
"evet açıldı" diyorum.
Aynı soruyu Pervin Buldan ile Sırrı Süreyya Önder'e de sordum.
Pervin Buldan’ın yanıtı:
Barışa en yakın zamandayız.
Sırrı Süreyya Önder’in yanıtı:
Düne göre umudum misliyle fazla!
Yeni yılda herkese barış ve güzellikler diliyorum.
* Hasan Cemal, Kürdistan Günlükleri, Everest Yayınları, Eylül 2014