Ramazan kardeşlik eşitlik ve güvenlik ayı
Ramazan, kardeşlik duygularının güçlendiği dönem olarak bilinir. Peygamberimiz, “Ben ahlakî güzellikleri / erdemleri tamamlamak için gönderildim” buyururken bu kardeşlik düzenini kurmanın risâlet görevleri içinde yer aldığına işaret etmiştir. İslâmî öğretide kardeşlik ilkesi, en başta, –Hz. Peygamber’in ifadesiyle- insanların “birbirinin elinden ve dilinden” güvende olmalarını, yani bir güvenlik ortamını gerektirir.
Öteden beri Ramazan, kardeşlik duygularının güçlendiği dönem olarak bilinir. Yüce yaratıcı insanların sosyal varlık olmalarını murat ettiği için onları tek başlarına üstesinden gelemeyecekleri ihtiyaçlarla kuşatıp birbirlerine muhtaç kılmış; bu da karşılıklı hak ve sorumluklardan oluşan bir ahlak düzeninin kurulmasını gerektirmiştir.
Peygamberimiz, “Ben ahlakî güzellikleri / erdemleri tamamlamak için gönderildim” buyururken bu kardeşlik düzenini kurmanın risâlet görevleri içinde yer aldığına işaret etmiştir; davetiyle bu düzeni insanlığa sunmuş, uygulamalarıyla (Sünnet, sîret) örnek olmuştur.
***
Bu ahlak düzeninin zihinsel ve teorik temelini oluşturan ilkelerin başında, tüm insanlığın yaratılıştan kardeş, dolaysıyla eşit olduğu düşüncesi gelir. Kur’an bunu şöyle ifade eder:
“Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık. Gerçek şu ki, Allah katında en değerliniz, takvada en ileri olanınızdır...” (Hucurât 49/13).
Bu ayet, İslam’ın etnik ayrımcılığı reddettiğini gösterir. Ayetin başındaki ‘insanlar’ (en-nâs) kelimesinin bütün insanları kapsadığı hususunda ittifak vardır. İmam Mâtürîdî, 1100 önce bu ayetin anlamını açıklarken şu ifadelere de yer verir:
“Bütün insanlar birbirinin erkek ve kız kardeşleridir. O nedenle bazı erkek ve kız kardeşlerin, diğer bazılarına karşı, kendilerini yarattığımız ataları ve kabileleriyle övünüp üstünlük iddia etmeye hakları yoktur…” (Te vîlât, Beyrut 2005, V, 114-115).
***
İslâmî öğretide kardeşlik ilkesi, en başta, –Hz. Peygamber’in ifadesiyle- insanların “birbirinin elinden ve dilinden” güvende olmalarını, yani bir güvenlik ortamını gerektirir. Kur’ân-ı Kerîm, İslam’ın doğuşundan önceki inanç ve ahlak zihniyetine câhiliyye, o ortama tarihî müdahaleyi yapan harekete de İslam adını vermiştir. Şu halde câhiliyye ve İslam kültürel anlamları itibariyle karşıt kavramlardır. Kültürel anlamı itibariyle câhiliye, insan ilişkilerinde kibir ve küstahlığın, kuralsızlığın, şiddetin ve sonuçta güvensizliğin adıdır. İslâm ise bu ortamı üreten zihniyete karşı ‘kurtuluş, barış ve güvenlik’ ortamını vaad eden düzenin adıdır.
Câhiliye şairi Amr b. Kulsûm’un aşağıdaki beyti câhiliye teriminin kökü olan ‘cehl’in o dönemde ‘barbarlık’ anlamında kullanıldığını gösteren sayısız örneklerdendir:
“Sakın kimse bize karşı cahillik etmeye kalkışmasın!
Çünkü biz, o cahillerin cehlinden daha fazla cahilleşiriz.”
Burada şairin övünerek tekrarladığı ‘cehl/cehalet’ kavramının ‘barbarlık’ anlamında kullanıldığı açıktır. İslâm da ‘câhiliye’ye zıt anlam taşıyan ahlâkî bir dönüşümün adıdır. Bu dönüşümün önemli bir hedefi, insanın öncelikli ihtiyacını karşılamasıdır ki, o da güvenliktir. Âl-i İmran suresinin 103. ayeti güvenlik açısından İslam öncesiyle İslâmî dönemin farkını şöyle ortaya koyar:
“Hep birlikte Allah’ın kitabına/dinine yapışın, bölünüp parçalanmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Vaktiyle sizler birbirinizin düşmanları idiniz; sonra Allah kalplerinizi kaynaştırdı ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz...”
Bu ayetle ilgili Taberî’nin aktardığı şu açıklama, câhiliye dönemiyle İslâm dönemi arasındaki büyük insanî farkın çarpıcı bir ifadesidir: “Yani Allah buyuruyor ki: Siz o dönemde birbirinizi boğazlıyordunuz; güçlüleriniz zayıflarınızı yiyordu. Nihayet Allah İslâm’ı getirdi ve aranızda kardeşlik bağı kurdu...” (Câmi‘u’l-beyân, Kahire 2001, VII, 77).
Kur’an, kötülüklerin ‘en güzel şekilde önlenme’ye çalışılması halinde düşmanlıkların ‘sımsıcak bir dostluğa’ dönüşeceğini bildirdi (Fussılet 41/34). Hz. Peygamber, Kur’an rehberliğinde bir güven toplumunun temellerini oluşturacak ilkeler koydu; bunun hukukî ve ahlâkî temellerini attı.