SDG/YPG’nin Silahı
Yeni çözüm sürecinin kamuoyuna yönelik ilk adımı 1 Ekim’de Bahçeli tarafından atıldı. Zaman içinde mühim gelişmeler kaydedildi. Hızla ilerleyen sürece dair endişeleri ve itirazları olanların sarıldıkları en güçlü argüman, Öcalan’dan silahın bırakılmasına dönük kati bir çağrı gelse bile PKK’nin buna riayet etmeyeceğiydi. Çeyrek asırdan fazla bir süredir cezaevinde olan Öcalan’ın artık PKK üzerinde sınırlı bir otoritesi vardı, dolayısıyla PKK’nin varlığı ve geleceğiyle ilgili vereceği bir hükmün geçerliliği olmazdı. Öcalan’ın sözü yerde kalırdı.
Öyle olmadı, Öcalan’ın sözü yerde kalmadı. Öcalan 27 Şubat’ta, kesin bir dille, PKK’den silah bırakmasını ve kongresini toplayıp kendini feshetmesini istedi. PKK iki gün sonra, 1 Mart’ta, Öcalan’ın metnine bütünüyle katıldıklarını ve gereğini yerine getireceklerini bildiren bir açıklama yaptı. Akabinde KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu “PKK’yi feshedeceğiz, hiç kimsenin tereddüdü olmasın” dedi. Öcalan’ın çağrısını saygıyla selamladıklarını belirten Karasu, PKK’nin akıbeti hakkında karar verecek tek mercinin de Önderlik, yani Öcalan, olduğunun altını çizdi.
“PKK bir Önderlik hareketidir. PKK’nin politikasını, ideolojisini Önderlik belirlemiştir. Bu açıdan Önderlik bu hareketin ne yapacağını, ne edeceğini belirler. Biz bir bütün olarak bu hareketi, mücadeleyi temsil edemeyiz. Ama Önderlik bir bütün olarak bu hareketi temsil etmeyi ifade ediyor. Biz bu bilinçteyiz. Hep bu yaklaşım içinde olduk. Önderliğin izleyicileri, takipçileri olduk. Bugün de Önderliğin izleyicileri ve takipçileriyiz. Önderliğin ortaya koyduğu dönüşümü, PKK’nin feshini, silahlı mücadelenin sonlandırmasını gerçekleştireceğiz.”
“Örgütsel ve Kurucu Önderliğin Doğası”
Hâsılı PKK’nin Öcalan’a karşı durmayacağı bu beyanlarla netleşti ve bu meseleden hareketle sürece ilişkin bir endişe ya da itiraz geliştirilemeyeceği ortaya çıktı. Ancak bu kez bir başka konu vurgulanmaya başladı. Öcalan’ın çağrısı SDG/YPG’yi de kapsıyor muydu? SDG/YPG de silah bırakacak mıydı?
Evvela Mazlum Abdi bu suallere cevap verdi. Öcalan’ın çağrısından büyük bir memnuniyet duyduklarını ama bu çağrının kendilerine değil PKK’ye dönük olduğunu söyledi. DEM Parti’de ise kafalar karışıktı. Öcalan ile yüz yüze görüşen İmralı Heyeti’nin üyelerinden farklı sesler çıktı. Eş Genel Başkan Tülay Hatimoğulları, çağrının SDG/YPG’yi kapsamadığını belirtirken, Meclis Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder, çağrının “ilkesel olarak” PKK ile irtibatlı bütün grupları içerdiğini ifade etti.
İktidar kanadı da çağrının PKK’nin etki alanındaki bütün yapıları kapsadığı kanaatindeydi. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’e göre “PKK, PYD, YPG, SDG… Hangi adlı olursa olsun Irak’taki ve Suriye’deki bütün unsurları ve bütün uzantılarıyla terör örgütü silah bırakmalı ve kendi kendisini feshetmeli” idi. Bahçeli de aynı fikirdeydi:
“27 Şubat İmralı çağrısı PKK terör örgütüyle birlikte diğer bütün uzantı ve grupları açıkça bağlamaktadır. YPG’nin ve buna benzer terörist oluşumların anılan çağrıdan muaf ve istisna olduklarını iddia etmeleri, çatlak ses çıkaranların bu mesnetsiz görüşü bir plan dahilinde paylaşmaları örgütsel ve kurucu önderliğin doğasıyla tamamıyla çelişkilidir. Terör örgütünü kuran feshini istemiştir.”
“Sivillerin Kanını Döken ve Devletin Verdiği Yetkiyi Aşanlar”
Mesele mühim; o nedenle serinkanlı bir şekilde değerlendirmek gerekir. Örgütlenme yapısı ve ideolojik bağlılığı göz önünde tutulduğunda, Öcalan’ın çağrısının SDG/YPG’yi de kapsadığı aşikârdır. Varlığını bir nevi Öcalan’a dayandırması, kurulduğu andan beri var olan ve halen devam eden güçlü bağları bir yana, Öcalan’ın sürecin selameti için Avrupa ve Kandil’in yanı sıra SDG’ye mektup göndermiş olması bile tek başına çağrının kapsamını açığa çıkarmaya yeter. Eğer Öcalan ile aralarında kuvvetli bir ilişki olmasaydı, herhalde SDG süreçte bir muhatap pozisyonuna oturtulmazdı.
Velhasıl, Önder’in “çağrının ilkesel olarak bütün yapıları içerdiği” saptaması doğru; lakin sahadaki mevcut şartlar SDG’nin de PKK ile aynı anda silah bırakmasını mümkün kılmıyor. O nedenle bu iki meseleyi birbirine bağlı ama ayrı takvimlerde ele almak gerekir. Şöyle ki:
PKK’nin bir an önce kongresini toplayıp silaha veda etmesi, Suriye’deki Kürtler için de önemli gelişmelere kapı aralayabilir. Zira PKK silah bıraktığında Suriye Kürtlerinin hem Ankara hem de Şam ile ilişkileri daha sağlıklı ve daha güvenli bir zeminde ilerleyebilir.
Mamafih PKK’nin silah bırakması ile SDG/YPG’nin silahtan arındırılması eşzamanlı olarak yürüyebilecek süreçler değil, koşullar birbirinden son derece farklı. Başlıca iki nedenden ötürü SDG’nin hemen silah bırakması mümkün görünmüyor:
İlk olarak, hâlihazırda Suriye’de ülkenin her karışına nüfuz eden bir merkezi otorite yok. Bütün vatandaşların can ve mal güvenliklerini teminat altına alan bir güvenlik şemsiyesinden, hak ve özgürlüklerini tanıyan bir hukuk düzeninden söz edilemez. Aksine kaotik bir ortam var. Şam’daki yeni yönetimin emri altına giren kimi silahlı gruplar, sivil vatandaşlar için çok büyük bir tehlike arz ediyor.
Son günlerde Lazkiye ve Tartus’ta yaşanan sivil katliamı, bu tehlikenin ne denli büyük olduğunu gözler önüne seriyor. Esed rejiminin günahlarının hesabını masum Alevilerden soran ve gözlerini intikam bürümüş kişi ve gruplar, resmî bir üniformanın altında sivilleri katlediyor. Ahmet El Şara, “sivillerin kanını döken ve devletin verdiği yetkiyi aşanlardan hesap soracağız” dese de, bunun gerçeğe ne kadar tekabül edeceği ciddi bir soru işareti.
Yani Suriye’de kaotik bir ortam var; herkes gibi Kürtler de endişeli. Yarın ya da ertesi gün Kürtleri de hedef alan bir kıyıma kalkışılabilir. Hiç kimse böyle bir durumun olmayacağının garantisini vermez. Bu nedenle, kendilerini koruyabilecek güvenilir bir güvenlik teşkilatı teşekkül etmeden SDG’nin silah bırakması düşünülemez.
SDG’yi Yanına Çekmek
İkinci olarak, Suriye yeniden inşa ediliyor ve bu süreci yönlendiren iki güçlü yerel aktör var: Artık Şam idaresine dönüşen HTŞ ve SDG. 8 Aralık’tan bu yana bu iki aktör, Suriye’nin geleceğine dair hayati konuları müzakere ediyorlar. İki konu belirleyici nitelikte: Bir, yeni Suriye, ne tür bir idari yapıya sahip olacak? Ve iki, SDG Suriye ordusuna hangi yöntemle katılacak?
Her iki aktör ana temalar üzerinde mutabık olduklarını ama bazı hususlarda ayrı düştüklerini ve müzakere yoluyla aralarındaki ihtilafları çözmeye gayret ettiklerini defaatle dile getirdiler. Mesela, Suriye’nin tek bir ordusunun olmasında hemfikirler; ancak SDG’nin Suriye ordusuna nasıl entegre olacağı (otonom bir yapı olarak mı yoksa bireysel katılım yoluyla mı) konusunda aralarında bir anlaşmaya varabilmiş değiller.
Taraflar bu sorunları masada halletmek için konuşmayı sürdürüyorlar. Binaenaleyh bu müzakereler müspet bir neticeye varmadan ve sağlam bir anlaşma zemini oluşmadan SDG silahsızlanmaz. Şam’ın bile SDG’den istemediğini SDG’ye dayatmak saha gerçekleriyle uyuşmaz. Muhtemelen Ankara’da süreci yönetenler bunun farkındadır.
Bu sorunun çözümü belli bir takvim ister; PKK’ni silahsızlanması bu takvimin hızlandırır ve işlemesini de kolaylaştırır. Ankara’nın buna odaklanması ve SDG’yi itmek yerine kendi tarafına çekmeye çalışması daha hayırlı olur.