ABD kabuğuna çekilmek mi istiyor dünya saltanatı mı?

Ahmet Varol

Amerika Birleşik Devletleri, son yıllarda dış politikada attığı adımlarla dünya kamuoyunun kafasını karıştırıyor. Bir yanda onlarca diplomatik misyonunu kapatmayı planlayarak “kabuğuna çekilen” bir profil çizerken, diğer yanda küresel krizlerde belirleyici müdahaleleriyle “dünya saltanatı”nı sürdürme iradesi sergiliyor. Peki bu iki zıt yönelim ne anlama geliyor? ABD gerçekten kendi kabuğuna mı çekiliyor, yoksa yeni bir stratejik şekillenme mi yaşıyor?

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın planladığı büyükelçilik ve konsolosluk kapatmaları dikkat çekici. Özellikle Afrika, Avrupa ve Asya’daki diplomatik misyonlarda ciddi bir daralma öngörülüyor. Orta Afrika Cumhuriyeti, Lesotho, Güney Sudan gibi ülkelerdeki elçiliklerin kapatılması ve Avrupa’da Fransa, Almanya, İtalya gibi merkezlerdeki bazı konsoloslukların faaliyetlerine son verilmesi, diplomatik etkinliğin kısıtlanması anlamına geliyor.

Bu gelişmeler, ABD’nin “dünyanın jandarması” rolünü artık taşımak istemediği şeklinde yorumlanıyor. Özellikle iç politikada artan ekonomik ve toplumsal baskılar, kamuoyunun dış müdahalelere karşı duyduğu tepkiler, Washington’u daha sınırlı bir dış politika anlayışına itiyor olabilir.

Sadece diplomasi değil, askeri alanda da bir “geri adım” gözlemleniyor. Suriye’deki ABD askeri sayısının azaltılması ve bazı üslerin kapatılacağı yönündeki bilgiler, bu stratejinin askeri boyutunu da açığa çıkarıyor. Ancak Pentagon’un bu süreci “operasyonel ihtiyaçlara göre yapılan rutin bir yeniden tahsis” olarak tanımlaması, aslında bunun bir geri çekilmeden ziyade yeniden pozisyon alma çabası olduğunu gösteriyor. Suriye’den her ne kadar askerini çekmeyi düşünüyor olsa da elini tamamen çekmeye niyetli olmadığı anlaşılıyor. Bu yüzden de görüldüğü kadarıyla bölgede fonksiyonunu tamamen kaybetmiş durumdaki PKK’nın tarihin çöplüğüne atılmasına gönlü pek razı değil gibi anlaşılıyor. Dolayısıyla bu örgütün siyasi mekanizmasıyla ilişkisini sürdürmekten vazgeçmeye istekli değil.

Diplomatik ve askeri alanlarda daralma yaşanırken, ABD’nin doğrudan müdahaleci çizgisi ise devam ediyor. İsrail’e sınırsız destek verilmesi, Filistin halkının maruz kaldığı sistematik baskılara uluslararası zemin sağlıyor. Siyonist işgal rejiminin Filistin topraklarında bu derece arsızlaşabilmesi ve azgınlaşabilmesi ancak ABD’nin desteği sayesinde mümkün olabilmektedir. Dolayısıyla Filistin topraklarında savaşan sadece işgal rejimi değil aynı zamanda ABD’dir. 

Yemen’de İngiltere ile yürütülen saldırgan politika, bölgesel istikrarsızlığı derinleştiriyor. İran’a yönelik tehditkar söylemler ise Orta Doğu’daki gerilimi tırmandırmaya devam ediyor.

Bu bağlamda ABD, bir yandan askeri varlığını ve diplomatik görünürlüğünü azaltırken, diğer yandan vekil güçler, ambargolar, ticari savaşlar ve müttefikleri üzerinden nüfuzunu sürdürmeye çalışıyor.

ABD Başkanı Donald Trump döneminde başlatılan gümrük savaşları da bu stratejinin bir başka ayağını oluşturuyor. Çin’le girişilen ekonomik çekişme, Avrupa’ya yönelik ticari baskılar, küresel ekonomide Amerikan merkezli yeni bir düzenin kurulması çabasını ortaya koyuyor. Bu, klasik silahlı müdahalelerin yerini, ekonomik baskılar ve küresel finans kontrolü gibi daha yumuşak ama etkili araçlara bırakıyor.

Tüm bu gelişmeleri birlikte değerlendirdiğimizde, ABD’nin klasik hegemonyasını dönüştürdüğü görülüyor. Diplomatik ve askeri varlıkta görülen azalmanın, etkisizlik değil; daha az kaynakla, daha yüksek kontrol sağlamayı amaçlayan bir strateji olduğu anlaşılıyor.

ABD, artık doğrudan sahada olmak zorunda kalmadan vekil aktörlerle, teknolojik üstünlükle, finansal araçlarla ve uluslararası ittifaklar üzerinden “dünya saltanatı”nı sürdürmek istiyor. Dolayısıyla “ABD kabuğuna mı çekiliyor?” sorusuna verilecek cevap, “Hayır, Sadece kabuğunu değiştiriyor.”olacaktır.

Ama bu stratejiyi belirleyenin Trump olmadığı, onun da sadece bir aktör olduğu, bu ülkede hâlâ stratejiyi derin güçlerin belirlediği gerçeği gözden uzak tutulmamalı.