Yarışın yakın geçeceği, sayımın uzun sürebileceği, itirazların söz konusu olabileceği, sonucun bir iç-savaşa bile yol açabileceği konuşuluyordu.
ABD seçiminde bu beklentilerin hepsi yanlış çıktı: Donald Trump rakibi Kamala Harris karşında itiraz edilemeyecek bir zafer kazandı.
Yalnız kendisi başkan seçilmekle kalmadı, Kongre’nin iki tarafında da çoğunluğu partisine kazandırdı.
Amerika sorgusuz sualsiz “Trump ülkesi” oldu.
Tablonun böyle olacağı, sandıklar açılır açılmaz zafer konuşması yapması beklenirken, Harris’in karargahının daha gecenin ilk saatlerinde boşalmasından anlaşılıyordu.
Bir de, Demokratlar’ın zaferinin ilânını bekleyen ekran yorumcularının yüzlerine yansıyan yenilmişlik ifadesinden…
Trump Beyaz Saray’daki ikinci ikameti sırasında ülkesini istediği istikamete doğru yönlendirmede hiçbir engelle karşılaşmayacak.
Potansiyel engelleri, zaferini kutlama konuşmasında, isimlerini de vererek tehdit etti.
Özellikle de ‘düşman’ diye andığı muhalif medyayı…
Oylarıyla ülkelerini Cumhuriyetçi Parti’nin kırmızı rengiyle donatan seçmenler, istediklerine kavuştular. Bundan sonrası onları ilgilendiriyor.
Yalnız onları mı?
ABD’de başkanlığa yeniden Donald Trump’ın gelmesi Türkiye dahil dünyanın her tarafındaki ülkeleri ve o ülkelerde yaşayan insanları da ilgilendiriyor…
Trump sıradan bir politikacı değil. Aslına bakılırsa, Trump ‘politikacı’ bile sayılmaz. Kendine has fikirleri olan, aynı fikirlere sahip geniş bir kadroyu -Neo-Con’ları- arkasına alan ve projesiniABD gibi gücü sınırlarını aşan bir ülkenin başkanı olarak dünyaya dayatmak arzusunda bulunan bir ‘ideolog’ o…
Bunu sağlamak için de, her yolu deneyen ve her imkanı kullanan, gerekirse yalana başvurmaktan da çekinmeyen biri…
İlk döneminde (2016-2020) projesini hayata geçirmeye çalışmış, yenildiğinde, tamamlayabilmek için taraftarlarını isyana teşvik etmekten de çekinmemişti.
Şimdi bu ikinci dönemi ve seçmenler kendisine eskisinden daha büyük bir güç sundular.
Günün sorusu şu: Sandığın sağladığı dört yıl sürecek bu gücü Trump nasıl kullanacak?
ABD’de yapacaklarını da elbette izleyeceğiz, ama ülkemizin tam ortasında bulunduğu geniş coğrafya ile ilgili tasavvurları hiç kuşkusuz daha önemli.
Avrupa ile ilişkiler? NATO ile?
Ya Ukrayna’nın savaşı?
Ortadoğu’da ‘İbrahim Mutabakatı’ ile zorladığı yapılanma, İsrail’in Hamas’ı yok etme projesi duvarına çarpınca, çok rahat ‘3. Dünya Savaşı’na dönüşebilecek bir bölgesel çatışmayla işlevsizleşiverdi.
İsrail’in ölüm kusan azgın saldırganlığına göz yumacak ve savaşın yayılmasına mı yol açacak, yoksa Gazze’de ateşkese onun sayesinde mi ulaşılacak?
Ve tabii bizim ülkemizi -Türkiye’yi- doğrudan ilgilendiren konularda neler yaşanacak?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ilişkilerinin bir dargın bir barışık sürdüğü biliniyor. Dargınlık döneminde Türkiye’ye yaptırımlar gelmiş, ikili ilişkiler zora girmişti. Barışık olduğunda bile, ancak çok yakın arkadaşlar arasında kullanılabilecek sorunlu bir dili yazışmalarına yansıtmıştı Trump.
Trump’ın başkan seçilmesini isteyen ülkelerin ön sıralarında yer aldığımız kamuoyu yoklamalarına yansıdı.
Umarım, Trump’lı ABD’nin Türkiye’ye ve yakın coğrafyasına dönük muhtemel politikalarının artı ve eksileri şimdiden hesaplanmaya başlanmıştır.
Trump’ın yeniden başkan seçilmesi başarısının arkasındaki ideolojik güçlerden Heritage Foundation’un, 100’den fazla Neo-Con vakfın kadrolarının da desteğini alarak hazırlattığı, önceki iki yazımda dikkat çektiğim, 900 sayfalık ‘Project 2025’ belgesini didik didik ederek işe başlamalarını tavsiye ederim.
Belgenin 185. sayfasındaki şu bölümü meraklı gözler için sunuyorum:
“[Yeni yönetim, önceki] Trump yönetiminin diplomatik başarılarının üzerine koyarak Suudi Arabistan da dahil olmak üzere diğer Arap devletlerini Abraham Anlaşmaları'na katılmaya teşvik etmelidir. Bu politikalar, Biden yönetiminin Suudi Arabistan ile olan uzun süreli ortaklığın zayıflatılmasını uygun olduğu ölçüde tersine çevirmeyi de içermelidir. Filistin Yönetimi’ne yapılan yardımlar kesilmelidir. Diğer bir ana öncelik ise Türkiye'yi Batı’nın ve NATO’nun bir müttefiki olarak tutmaktır. Bu, Türkiye’nin Rusya veya Çin’e yönelmesini engellemek için güçlü bir yaklaşımı gerektirmekte olup, Ankara'nın güvenliği için varoluşsal bir tehdit olarak gördüğü YPG/PKK Kürt güçlerine ABD'nin desteğini yeniden gözden geçirmeyi gerektirebilir.”
Belgenin bu bölümüne göz atarken, iktidarın büyük ortağından farklı olarak, Devlet Bahçeli’nin özellikle son cümleyi daha önce okuduğunu ve Trump’ın seçileceğini de öngördüğünü düşünmedim değil.
ABD’de, başkan, seçilir seçilmez göreve başlayamıyor. Görevdeki başkan Ocak ayı ortalarına kadar Beyaz Saray’ı boşaltmıyor. Bir ara dönem yaşanıyor; o ara dönemdeki başkanın durumuna ‘lame duck’ (topal ördek) adı veriliyor.
Seçime katılanlar, bakan ve üst düzey görevlere atayacakların isimlerini belirleme çalışmalarına daha kampanya devam ederken başlıyorlar.
Daha önceki seçilmesi öncesinde, 2016’da, kadrolara isim belirleme çalışmalarında 500’den fazla kişiyi çalıştıran Trump, seçildiği gün hepsinin işine son vermişti.
Kendi kadrolarını bizzat kendisinin birkaç kişinin yardımıyla belirleyeceğini söyleyerek…
Öyle yaptığını yıllar sonraki açıklamalardan biliyoruz.
Her bakanlığa gönderdiği adamlarının o bakanlıkta hangi görevlerin yerine getirildiğini bilmedikleri görülmüş…
Enerji bakanlığına gidenler, o bakanlığın aynı zamanda nükleer silahların korunmasından da sorumlu olduğunu bilmiyorlarmış…
Tarım bakanlığına gönderilen kişi, hayatında büyük kent dışında bir yerde bulunmamış biriymiş…
En önemli kadroların dört yıl içerisinde birkaç defa boşaltılıp doldurulması gerekmişti.
“Değişmiştir” diyenler var Trump için, değişmiş olamayacağını ileri sürenler de…
Trump’ın yeni görev süresi, ülkesinde ve dünyada taşların yerlerinden oynadığı sallantılı bir dönem olacak gibi…