EDWARD CARR - The Economist
Avrupa'nın güvenliği tehlikeli ve derin bir uçuruma doğru sürükleniyor. 2025'te Rusya’nın Ukrayna'da üstünlük sağlaması bekleniyor. Başkan Donald Trump yönetiminde Asya'ya yönelen Amerika, acımasızca operasyonel hale gelecek. 1930'lardan beri Avrupa, cesur bir şekilde gerçekle yüzleşmeye, kararlı bir şekilde harekete geçmeye ve bütün bunlar için iyi bir yönetime bu kadar çok ihtiyaç duymamıştı. Ne yazık ki bugün Avrupa’daki liderler çok zayıf ve içlerindeki sorunlarla meşguller. Ayağa kalkmak yerine kafalarını daha fazla kuma gömmeleri daha olası.
Tehlike Ukrayna'da başlıyor. Sorun, sadece Rusya'nın doğuda yavaş ve amansızca ilerlemesinden kaynaklanmıyor. Evet, Ukrayna ordusu güç kaybetmeye devam ettikçe cephenin çökme olasılığı yüksek. Fakat asıl sorun, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Batı'nın Ukrayna'ya kendini savunması için yeterli para veya silah desteği sağlama konusunda isteksiz olduğunu bilmesi.
Dahası Putin, Batı'nın Rusya'yı durdurmayı başaramadığını biliyor. Bu durumda Avrupa, kuzey ve doğu sınırlarını savunmak gibi masraflı ve tehlikeli bir alternatifle yüzleşecektir. Bu noktada Putin, Avrupa'nın hem jeopolitik değişim konusunda kayıtsız hem de değişen jeopolitik gerçeklikle yüzleşmek için gerekli siyasi iradeden yoksun olduğunu varsayacaktır. NATO'yu bozmak için daha fazla şansı olduğuna karar verirse, davranışlarının daha da saldırganlaşması muhtemel.
Hangisi eksik: Para mı yoksa liderlik mi?
Trump'ın başkan olarak seçilmesi, Avrupa için tehdidi daha da derinleştiriyor. Ukrayna, soğuk savaşın sona ermesinden 30 yıl sonra Avrupa güvenliğinin hala ne kadar Amerikan gücüne bağlı olduğunu gösterdi. Ancak ABD küresel olarak aşırı derecede genişlemiş durumda ve Avrupa'nın kendi savunması için daha fazla sorumluluk alması gerekiyor. Demokrat bir başkan seçilmiş olsaydı bile Amerika'nın dikkati Asya'ya doğru kaymış olacaktı.
Trump bu süreci hızlandıracak. Öngörülemezlik Trump’ın dış politikasının merkezi bir özelliği olsa da, bazı sabit fikirleri de var. Küresel ittifakların, Amerika’ya maliyeti yüksek güvenlik sorumlulukları yükleyen sözleşmelerden başka bir şey olmadığı fikri bunlar arasında. Bu fikre göre, Amerika'nın ittifaklardan diplomatik ve askeri olarak kazanç elde etmesi çok önemli değil.
Amerika Avrupa'yı desteklemeye devam edecekse, Trump bunun karşılığında Avrupa’dan somut bir şeyler isteyecektir: Ticaret, askeri sözleşmeler veya doğrudan ödemeler şeklinde. Hatta Avrupa liderlerinin üstünden geçerek, Putin ile Ukrayna'yı paylaşmak için bir anlaşma bile yapabilir.
Her iki durumda da, açıkça işlemsel bir NATO'nun üyeleri olarak, Avrupa ülkeleri artık her hangi saldırıya uğradıklarında, ABD’nin yanlarında olacağına dair garantileri olmayacak. Bu noktada ABD’ye güvenemeyeceklerini hissedecekler. Putin de bunu biliyor ve bu, onun batısındaki yerleri istikrarsızlaştırması ve saldırması için daha fazla teşvik sunacak.
Putin’in amacı basit ama varoluşsal: Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra Rusya, düzenli, demokratik, Amerikan liderliğindeki dünyada çok fazla gelişemeyeceğini keşfetti. Rusya'nın bir büyük güç olarak küresel düzen içerisindeki yerini talep etmesinin tek yolu, NATO, Avrupa Birliği ve Batı demokrasilerinin güvenilirliği de dahil olmak üzere bu düzenin temellerini yok etmekti. Dolayısıyla Avrupa için de riskler varoluşsal: Sınır devletleri, Rusya’nın nefesini enselerinde hissetseler de, diğer birçoğu kendi dramlarına dalmış durumda.
Avrupa için hangisinin daha eksik olduğunu söylemek güç: Para mı yoksa liderlik mi? Küçük düşünen Olaf Scholz yönetimindeki Almanya kendini parçalıyor. Fransa'da azınlık hükümetinin akıbeti, Rus yanlısı Marine Le Pen'in iradesine bağımlı. Siyasi gruplar, 2027'deki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde kendilerine konum belirleme çabasındalar. Britanya'daki deneyimsiz İşçi Partisi hükümeti, iç reformlardaki beceriksiz çabalara gömülmüş durumda.
Bu ülkelerden hiçbiri geleceğe hazır değil. Trump'ın geri dönme olasılığı uzun zamandır açıktı. Hal böyleyken Avrupa, Trump'ın Ukrayna'nın fişini çekme tehdidine karşı tutarlı bir plan hazırlayamadı. Brüksel, AB parasının bir kısmını savunmaya yönlendirecek olsa da Avrupa, savunma sanayisinin yetersiz olduğu yönündeki tüm uyarılara rağmen sürekli silah sıkıntısı çekiyor. Dolayısıyla Avrupa’da ulusal savunma bütçelerinin artması gerekecek.
Avrupa'yı güvenli hale getirme görevi çok büyük ve yıllar alacak. Şimdi işe başlamak için daha da fazla sebep var. Bu noktada Avrupa’nın atması gereken üç stratejik adım var: Bunlardan ilki Avrupalı liderlerin, Rusya'nın sadece Ukrayna'yı değil, AB ve NATO'yu da yok etmek istediği fikrinden başlayarak, önlerindeki tehlikeler konusunda halklarına karşı açık ve net olmaları gerekiyor.
İkinci kritik adım, Avrupa ülkelerinin ortak bir siyasi cephe oluşturması. Hem Putin hem de Trump onları bölmek için çabalayacak. Avrupa’yı bölmek, Putin için kendi başına bir amaç; Trump içinse Avrupa'nın müzakerelerdeki nüfuzunu zayıflatmanın bir yolu. Britanya'nın AB'den ayrılması endüstriyel ortaklığın önünde açık bir engel. Ancak Britanya, NATO'nun ve Kuzey Avrupa ortaklığı olan Ortak Sefer Gücü'nün bir üyesi. Bu, oluşturulacak ortak siyasi cephe için bir başlangıç noktası olabilir.
Üçüncü ve son adım, Putin'e karşı caydırıcı bir savunma yapısı inşa etmeye başlamak. Avrupa'nın daha büyük silahlı kuvvetlere ihtiyacı var. Daha büyük kapasiteye sahip bir savunma sanayisiyle donatılmaları gerekiyor. Trump, Amerika'nın Avrupa için savaşmasına izin vermeyi reddederse, bir komuta yapısına ihtiyaçları var. Ucuz olmayacak. Avrupa, Ukrayna'nın yenilgisini önlemek için yeterli iradeyi toparlayamadı. Peki 2025'te, daha da kötü bir şeyi önleme kararlılığına sahip mi?
Bu yazı The Economist’te “If Europe wants peace, it must plan for war” başlığıyla yayınlandı. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.