Bahçeli doğruyu söyledi

Taha Akyol

MHP lideri Bahçeli’nin Meclis açıldığı gün DEP grubuna giderek tokalaşması doğru bir davranıştı. Zira o seçmen kitlesine dayalı partileri dışlamak değil, sistem içinde bulundurmak, normal ilişkiler halinde olmak gerekir.

Ama ister istemez insanın aklına geliyor; Bahçeli’nin DEM hakkındaki eski sözleri, hatta DEM’i kapatmıyor diye AYM’ye yaptığı hakaretler?!.

Bahçeli sabahki grup konuşmasında, Sinan Ateş davasının siyasallaştırılmış olmasını eleştiren Özgür Özel’e “Özgür Özel sana diyorum, iddiaların aynen şahsın gibi çürüktür” diye konuşmuştu. Akşamki resepsiyonda ise Özel’e şöyle dedi:

“Birbirimizi kırmıyoruz inşallah. Üzülme! Bazen siyaseten söylememiz gerekenler oluyor.”

Bahçelinin bu sözleri doğrudur, siyasi tarihimizin özeti gibidir: Tabanları motive etmek veya karşı tarafı etkisizleştirmek için “söylenmemesi gereken” sözler söylenmekte, hatta hain suçlamalarını yapılmaktadır.

İKİ BAHÇELİ

Devlet Bahçeli’yi “Ülkücü Asistanlar” döneminden tanırım. Son derece nazik, kibar, saygılı bir insandı. DEM’le tokalaşan, Özel’le konuşan MHP lideri, o Bahçeli’ydi.

Merhum Ecevit ve merhum Mesut Yılmaz’dan, “Bahçelinin çok kibar bir insan olduğunu” defalarca duymuştum. Kafalarındaki sert “Ülkücü” imajından çok farklı olması onlarda güzel bir sürpriz etkisi yapmıştı.

Fakat bizim gibi ülkelerde… “Vurduğu yerden ses getiren lider” kültü ve “lidere mutlak itaat” kültürü zamanla insanları nasıl da değiştirebiliyor?.. Bugün Bahçeli deyince akla gelen sert, müsamahasız, yüzü gülmez bir lider tipidir. DEM’le tokalaşan, Özgür Özel’le konuşan Bahçeli, eski Bahçeli idi, yüzü gülüyordu, nezaketten, yumuşamadan bahsediyordu. Halbuki “lider Bahçeli”, Erdoğan’ın yumuşama, normalleşme girişimine nasıl öfkeyle karşı çıkmıştı, değil mi?

BİZDE SİYASET

Benim fikir ve değerler dünyamın mimarlarından merhum Ali Fuat Başgil’in şu sözünü, ömrüm oldukça zaman zaman okurlarıma hatırlatmaya devam edeceğim:

“Siyaset, insan ihtiraslarının en çok kabardığı bir sahadır.” (Vatan, 20 Ocak 1949)

Çünkü siyaset, büyük bir prestij ve güç kazandırıyor, bu da ihtirasları körüklüyor. Öyleyse iktidarın kuvvetler ayrılığı, anayasal denetim gibi kural ve kurumlarla sınırlandırılması, siyasetin “ihtirasları en çok kabartan” bir faktör olmasının önlenmesini savunuyordu Başgil. Hâlâ başaramadık bunu.

Merhum Metin Toker, “İsmet Paşa’yla On Yıl” adlı kitabının yeni baskısında İnönü ve CHP ile Bayar-Menderes ve DP arasındaki ateşli kavgaları ve zaman zaman “bahar havası”na girdiklerini anlatır. Kavganın yerini böyle normal medeni ilişkiler aldığında, hele de Menderes’le İnönü güzel sözler ettiğinde parti tabanlarının “cıvıdığını” yazar!.. Haydi, teşkilatları, tabanları aktive etmek için yeniden kavga… Böyle böyle tırmanmıştı gerilim, taşlı sopalı kavgalardan silahlı sehpalı siyaset eşkıyalığına kadar…

HAİN SUÇLAMALARI

Onun için diyorum ki Bahçeli’nin söylediği doğrudur: Siyasi güç kavgasında tabanı tutma, teşkilatları aktive etme duygusu liderleri şu veya bu ölçüde “söylenmemesi gerekenleri” söylemeye sevk ediyor. Neticede kutuplaşma illeti, yakamızdan düşmüyor.

Siyasi tarihimizde, karşı tarafı “hain” diye suçlamak da maalesef yaygındır. Cumhuriyetin ilk döneminde vardır. Kazım Karabekir, Rauf Orbay “hain” olabilir miydi?!

1950-60 arasında CHP’liler ve DP’liler birbirlerini hainlikle suçladılar, meydanlarda taşlı, sopalı kavgalar yaptılar. Darbe lideri Org. Cemal Gürsel, “sabık iktidar vatanı Ruslara satmaya kararlıydı” diye resmi beyanat verebilmişti, utanmadan, arlanmadan! (18 Haziran 1960)

1970’lerde birbirimize kurşun yağdırmadık mı?

Merhum Turgut Özal yeni bir dönem açmak istemiş, geçmişin zehirli siyaset dili önemli ölçüde bırakılmıştı. İhanetle suçlama dilini son on yılda AK Parti lideri Erdoğan yeniden devreye soktu. Muhalefet “Dış güçler”in uzantısı ve “terör işbirlikçisi” idi. Eleştiren ekonomistler “mandacı iktisatçılar”dı…

Dikkat edelim; “siyasette söylenmemesi gereken” sözler, olmaması gereken husumet ve kutuplaştırma nutukları, bizleri etkileyip siyasi ihtiras arabalarına at olarak koşmak içindir. O sözleri ayıklayarak dinleyelim, okuyalım… Bakalım geriye ne kalıyor; bilgi olarak, veri olarak, program olarak, öneri olarak, tefekkür olarak?..