Atasoy Müftüoğlu/İktibas Dergisi
On beşinci yüzyıldan bu yana devam edegelen sömürgecilik, Batı dışı toplumlarda, İslam dünyası toplumlarında, bu toplumların zihin/beden/ruh dünyalarında halen onarılamayan, telafi edilemeyen derin bir tahribata-yıkıma ve kırılmaya neden oldu. Günümüzde sömürgecilik, yeni bir bağlamda-düzlemde çok daha derin yıkımlara neden olabilecek şekilde dijital sömürgecilik yoluyla küreselleşiyor. Bütün bunlar yaşanırken, Batı siyasal düşüncesinin, emperyalizm ve sömürgecilikten ibaret olduğunu somut bir biçimde görmüş oluyoruz. Dijital sömürgecilik bütün toplumlarda etkili olabilecek şekilde, bilgi’yi, hafızayı ve bilinçli bir şekilde düşünmeyi bütünüyle değersizleştiriyor. Gündelik hayatın dijitalleşmesi bütün toplumlarda sosyal izolasyonlara neden oluyor, ortak anlam alanları, ortak değer/kültür alanları, iletişim-etkileşim alanları birer birer kayboluyor. Dijital iletişim bireyleri insani ilişkilere, kalbi ilişkilere, topluma ve toplumsal sorumluluklara yabancılaştırırken, sosyal ağlar yalnızlıkları yoğunlaştırıyor. Hayatlarını sosyal ağlarda geçiren insanlar, gerçek hayatın sorunlarından, sorumluluklarından uzaklaşıyor. İnsanların emojiler yoluyla anlık iletişimi, gerçek-derinlikli iletişimi imkânsız kılıyor.
Konformist kültürlerin etkisi-baskısı, şimdi’yi yenilememizi imkânsız kılıyordu, şimdi de, dijital kültür şimdi’yi anlamsız ve ruhsuz hale getiriyor. Bütün toplumlarda bilinç kaybı kitleselleşiyor, yanlış bilinç toplumsallaşıyor. İslam toplumlarında, Türkiye’de de, kamusal hassasiyet, varoluşsal/yapısal sorunlarla ilgili olmaktan çok, milliyetçi popülizmler doğrultusunda şekilleniyor. Toplumlarımızda toplumsal/siyasal riyakarlık, ikiyüzlülük normal karşılanıyor, yüzleşme konusu yapılamıyor. Ayrımcılıkları, adaletsizlikleri haklı göstermeye çalışan ideolojik önyargılar, etnik önyargılar, partizan önyargılar derinleşiyor. Siyasal çıkarcılık; siyasal keyfilikleri, siyasal suikastları, siyasal rehineleri örtbas etmeye çalışabiliyor. İslam toplumlarında, halklar, her dönemde hamaset kültürü aracılığıyla körleştirilebiliyor. Günümüz toplumlarında ekonominin sağlığı, insanların zihinsel/ruhsal/bedensel bağlığından çok daha önemli hale gelmiş bulunuyor. Bugünün dünyasında tarih sona ermiyor, yeni bir bağlama, faşizan bir bağlama geçiyor.
İçerisinde yaşadığımız dönemde, Batılı seküler kimliğin dayanışması etkili bir biçimde sürerken, İslami parçalanma ve edilgenlik de, anlamsız bir biçimde, ısrarla sürdürülüyor. Müslüman halklar/toplumlar, İslam’ın evrensel niteliklerini temsil edemeyecek şekilde İslam yerli-milli sınırlara kapatıldığı için, bugün, İslami bir gelecek vizyonu/programı üzerinde çalışılmıyor. Evrensel İslami nitelikleri temsil edebilecek pratik düşünürlerden oluşan kadrolara sahip olmadığımız için, yapısal/ tarihsel/hayati sorunları çözme yeteneğine de sahip değiliz. İslami bilinç, küresel insanlık/düşünce/kültür dünyasına hitap eden küresel bir kapsayıcılıkla, küresel bir dikkat ve merak’la başlar. İslam üzerinde, sağcı-yerli-milli bir tekel kurmaya çalışmak, İslam’a hem hakaret hem de ihanet anlamı taşır. Sağcı-yerli-milli bir zihin dünyası analitik niteliklerden yoksun olduğu için, tarihsel-küresel sorunlara bütünüyle nüfuz edemez. Bütün sağcılıkların, her yerde, her dönemde, entelektüel yoksulluk ve yoksunlukla malûl olduğunu kaydetmek gerekir.
Seküler/entelektüel haçlı seferleri ve hâkim sömürgeci yorumun mutlakıyetçiliği sebebiyle, yüzyıllardır bir otorite ve meşruiyet kaybı krizi yaşayan İslam’ın, her şeyden önce bu otorite ve meşruiyet kaybını telafi etmesi gerekirken; bu konuda sorumluluk almaya cesaret edemeyen dini hayat/ilahiyat hayatı, sağcı-yerli-milli-muhafazakâr çevreler, spekülatif, sansasyonel magazinel tartışma konularıyla vakit öldürüyor. Seküler entelektüel abluka ve kuşatmanın hamaset yoluyla kaldırılabileceğini düşünen dini hayat, ilahiyat hayatı, bu konuda sıfır başarı ile yoluna devam edebiliyor.
İktidar çıkar ve ayrıcalıkları doğrultusunda İslam’ı eşi ve benzeri görülmemiş bir şekilde istismar eden, araçsallaştıran ucuz bir propoganda ve çıkar nesnesi haline getiren, otoriter-sağcı-muhafazakâr popülizmleri, siyasal İslamcılık olarak tanımlamakta ısrar etmek zihinsel bir patolojiden ibarettir. İslam toplumlarında, Türkiye’de olduğu gibi, etnik ve dilsel azınlıkların, nüfusun çoğunluğunun kültürel ideallerine mecbur bırakılması da aynı şekilde zihinsel bir patolojidir. Burada, tarih boyunca İslam imparatorluklarının asimilasyona ihtiyaç duymadıklarını kaydetmek gerekir. Eleştirel düşünceye, farklı düşünceye hayat hakkı tanımayan toplumlarda, hiç bir biçimde bir medeniyet bilinci oluşturulamaz.
İslam dünyası toplumları, hakikatin ifadesi olmak üzere, entelektüel anlamda, ahlaki anlamda müdahaleci filozoflara/düşünürlere/alimlere sahip olmadıkları için, bu toplumlarda iktidar ve cemaat çıkarları doğrultusunda, her tür keyfi-çıkarcı yorum ne yazık ki, kolaylıkla toplumsallaşabiliyor. Günümüzde İslami bünye/camia, yeniden düşünmeyi, eleştirel anlamda düşünmeyi imkânsız kılan patolojik ufuk darlıkları içerisinde bulunuyor. Aziz İslam’ı katı bir otokrasinin, kabile otokrasisinin sınırları içerisine kapatan, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’daki temsilcisi Suudi Arabistan, ülkeyi, İslam’a rağmen liberalleştirme yolunda hızla ilerliyor. Suudi Arabistan emperyalist çıkarlar-talepler doğrultusunda Haccın imkânlarından da yararlanarak, İslam’ı siyasal bir dünya görüşü olmaktan çıkararak, yerel bir maneviyat biçimine dönüştürmeye çalışıyor. Bu nedenledir ki, hac mevsiminde İslam’ın, Müslümanların varoluşsal meseleleri hiç bir şekilde Müslüman kitlelerin gündemine getirilmiyor. Suudi Arabistan’da eleştirel alimler, eleştirel aydınlar korkunç işkencelere tabi tutularak idam ediliyor. Bu çok ağır şartlar içerisinde, tarihe müdahale misyonuna, entelektüel idrak ve özgürlüğe sahip, ulusaşırı bir siyasal vizyonu temsil eden, sıradışı başlangıçlar yapabilecek bir kadronun/topluluğun, bir gelecek programı oluşturarak, İslam’ın somut gücü etrafında kapsayıcı bir bilinç oluşturmaları gerekir.
İslami birlik ve dayanışma sağlanmadıkça, İslami özgürlük sağlanamaz.
Müslümanlar, İslam’ın, Müslüman halklar için, ortak bir bilinç/sorumluluk/ahlak/dayanışma ülkesi-vatanı olmaktan çıktığını, 7 Ekim Hamas-İsrail savaşı ve Masum Müslüman kitlelere yönelik soykırım sırasında edilgenliklerini, sessizliklerini ve iradesizliklerini, koruyarak gördüler. İslam dünyasında halklar, ulus-devlet çıkarları adına, kimi zaman ideolojik mistifikasyon aracılığıyla, kimi zamanlarda da, milliyetçi-muhafazakâr mistifikasyonlar aracılığıyla, devlet ideolojinin istediği doğrultuda sessizleştirilebiliyor, etkisizleştirilebiliyor, kontrol edilebiliyor. Bizler, bugün, Müslümanlar olarak, ne yazık ki tecrübe etmediğimiz, temsil etmediğimiz, toplumu/dünyayı/tarihi etkileyemeyen, dönüştüremeyen İslami bilgileri/ilkeleri/değerleri biriktirmeye devam ediyor, tecrübe etmediğimiz bilgi-ilke ve değerlerin İslami anlamda bir değer taşımayacağını idrak edemiyoruz.
Günümüzde, Müslümanlar seküler dindarlığı içselleştirmiş oldukları için, kuramsal İslami çerçeve ile, pratik İslami çerçeveyi birleştiremiyor, bu nedenle de, bireysel dindarlıkla iktifa ediyor, tarihsel/evrensel/siyasal İslami misyonu üstlenemiyor. Bu nedenle de İslam, yanlış bir zeminde, konformist bir din algısı zemininde toplumsallaşıyor. Konformist kültür, her tür basiretsizliği, sorumsuzluğu, keyfiliği, ilkesizliği bir hayat tarzına dönüştürüyor. Konformist kültür her tür edilgenliği ve bağımlılığı içselleştiriyor. Konformist kültürün belirleyiciliği nedeniyle, gerçek değişim umudunu kaybediyor, gelecekten kaçıyoruz. Hayalperest coşkunluklar, popülist coşkunluklar üreten konformist kültür, bu hayalperestliği sebebiyle kendisini sorgulama ihtiyacı duymuyor. Konformist kültür, toplumsal yanlış bilincin, milliyetçilik ve muhafazakârlık yönünde gelişerek, toplumu, İslam’a yabancılaştırdığını görmüyor. Her milliyetçiliğin derin bir patolojinin tezahürü olduğunu, her ırkçılığın/faşizmin habis bir ur olduğunu bilmek gerekiyor.
Sorumsuz/düşüncesiz/sağcı/romantik çoğunluklarla birlikte olmaktansa, sorumlu/ilkeli/gerçekçi/eleştirel azınlıklarla birlikte olmanın çok daha hayırlı bir tercih olduğunu, onurlu bir tercih olduğunu bilmek gerekir. Romantik çoğunlukların ölümcül iyimserlikleri sebebiyle, bugün, geçmişin ve yerelliğin konusu haline getirilen İslam, geleceğe ve evrenselliğe açılma cesareti gösteremiyor. Emperyalist Batı dünyası, her zaman kendi kurdukları dünya düzeninin sonuna kadar kötüye kullandılar, istismar ettiler. Avrupa uygarlığı kendisini her zaman çok muğlak sözcüklerle tanımladı. Avrupa kimliği her zaman, çok açık bir biçimde karşıtlıklarla tanımlandı. Siyasetin bütünüyle iflas ettiği günümüz dünyasında, Avrupalı olmayan halklara, özellikle de Müslüman halklara kapalı, etnik-dini bir Avrupa oluşuyor. Emperyalist dünya, modern zamanlar boyunca bilim teknoloji aracılığıyla büyük insanlık suçları işledi, bugün de işlemeye devam ediyor. Bilim ve teknoloji dünyayı iyileştirmiyor, mekanik-materyalist-pozitivist bir dünya oluşturuyor, dünyayı insanileştirmiyor. İslami anlamda, evrensel entelektüel İslami bir mevcudiyet ortaya koyamadığımız için, Batı bugün, hala kendisini bilgi ve iktidarın öznesi olarak görmeye devam edebiliyor. İslam’a yabancılaşmanın kötürümleştirici etkisi sebebiyle özgürleştirici bir İslami gündem oluşturamıyoruz.
Çıkarcı-ilkesiz-sorumsuz muhafazakârlıkların bir hayat tarzına dönüşmesi sebebiyle, günümüzde, Müslümanlar, ne yazık ki ikinci el hayatlar yaşıyor, ikinci el varoluşlar-ilişkiler sergiliyor. Çıkarcı-ilkesiz muhafazakârlıklar düşük kaliteli bir toplum oluşturuyor. Düşük kaliteli toplumlarda maddi eşitsizlikler, yasal eşitsizlikler, siyasal ve toplumsal eşitsizlikler ve kurumsal işlevsizlikler utanç verici bir şekilde sıradanlaşıyor. Maddi, yasal, siyasal toplumsal eşitsizlikler toplumları adalet fikrine/duygusuna bütünüyle yabancılaştırıyor. Adalete yabancılaşmak, insanlığa yabancılaşmakla sonuçlanıyor. Adalete ve insanlığa yabancılaştığımız için, göçmenlere yönelik olarak barbarca ve gayriinsani tepkiler gösterebiliyoruz. İdeolojik karşıtlıklar, etnik ve mezhepçi karşıtlıklar, kamplaşmalar eşitlik kültürünü paramparça ediyor. Gerçeklikten kopuk, popülist güvenlikçi söylem korku-dehşet toplumu oluşturuyor.
Günümüzde, ideolojik-etnik-mezhepçi önyargılar, Türkiye örneğinde de görülebileceği üzere, inatçı önyargılar haline gelmiş bulunuyor. İnatçı önyargıların hâkim olduğu bir toplumda, sağlıklı bir gelecek vizyonu oluşturulamaz. İnatçı önyargıların, ekonomik-kültürel-ahlaki farklılaşmalara neden olduğunu görmek gerekir. Adaletsizlikle malûl olan toplumlarda bugün, ilgili toplum, ne yazık ki, toplumsal gerilimlere/patolojilere mahkûm edilmiş oluyor. Müslümanlar olarak, içerisinde yaşamakta bulunduğumuz toplumlarda, sadece güç-iktidar ve tahakküm ihtirasları konuştuğu için, bilgi-kültür-bilgelik-ahlak konuşmuyor. Adaletsizliğin, eşitsizliğin neden olduğu kötülükler, yabancılaşmalar, karşıtlıklar, düşmanlıklar, toplumsal öfke ilgili toplumları ahlaki anlamda derin uçurumlara sürüklüyor.
Bugün, Müslümanlar olarak, eleştirel yeni bir tefekkür üzerinde yoğunlaşarak, yeni bir perspektif açarak, maruz kaldığımız, yapısal-genel edilgenlikler sebebiyle, İslam’ın-Müslümanların, varoluşun/tarihin/dünyanın siyasal koşulları/gidişatı üzerinde neden etkili olamadığını, bu edilgenliklerin nasıl, hangi yollarla aşılabileceğini çözümlemek zorundayız. Bir toplumda, büyük sayıların-kalabalıkların ilgisini-bağlılığını kazanabilmek için, hamaset kültürü yoluyla üretilen propoganda bayağılıkları, utanmazlıkları ve yalanları, İslami niteliklerin, niteliksel hassasiyetlerin nasıl barbarca yok edildiklerini gösterir.
Siyonist terör ve vahşet devleti İsrail, İslam dünyası olarak anılan-bilinen dünyanın, emperyalist vesayet ve bağımlılıktan gerçek anlamda kurtulamadıkları için, somut anlamda, İslami siyasal bir mevcudiyet ve iradeye sahip olmadığını, bu mevcudiyetin, folklorik ve romantik bir mevcudiyetten ibaret olduğunu gördüğü için; somut İslami mevcudiyetin/bağımsızlığın/onurun/iradenin, ifadesi olan Filistin-Gazze ve Lübnan’daki İslami direniş hareketlerine yönelik olarak, tarihte eşi ve benzeri görülmemiş ölçüde yıkıcı bir savaş-soykırım başlattıysa da, tarihte eşi ve benzeri görülmemiş, dünya emperyalizminin imkânsız saydığı, onurlu bir direniş mücadelesi ile karşılaştı. Bu onurlu direniş mücadelesi sırasında, Arap ve Türk dünyası ülkeleri İslami öncelikleri hiç bir şekilde umursamayarak, yerli-milli öncelikleri öne çıkardılar. Bu ülkeler, Siyonist terör devleti ile ilişkilerini her alanda sürdürür, büyük bir debdebe/ihtişam ve sefahat içerisinde saltanatlarını devam ettirir; uçsuz bucaksız kibir ve gösteri konvoylarıyla, uçsuz bucaksız bir görgüsüzlük ve israf sergilerken, Gazze’de, aziz direniş halkının aziz çocukları açlıktan ölmeye devam ettiler.
İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatının, Müslümanlar olarak maruz kaldığımız olumsuz/kirli/gri/yabancılaştırıcı süreçleri farkederek; acımasız, imkânsız gibi görünen yüzleşmelere cesaret etmesi gerekir. Kalbimize dokunan, içimizi yakıp-yıkan-acıtan, bilincimizi zorlayan büyük meselelere kayıtsız kalamayız. Bugünün muhafazakârlığı, anlamlı şeyleri muhafaza etmek yerine, sadece, pragmatik-faydalı şeyleri muhafaza ediyor. İslami duyarlılık-hassasiyetin ve temel ilkelerin yerini; yerli-milli duyarlılık-hassasiyet ve ilkeler alıyor. Türkiye’de, milli maçları seyretmek üzere, büyük kentlerde, büyük kitleler meydanları doldururken, adanmış genç gruplar tarafından düzenlenen Filistin-Gazze etkinlikleri, ancak, polis şiddetine maruz kalmayı göze alarak gerçekleştirilebiliyor. İslami-dini etkinlikler, ancak yerli-milli sınırlar, yerli-milli dindarlığın sınırları, resmi bakışlar-yorumlara sadık kalınmak suretiyle hayata geçirilebiliyor. İslam’ı araçsallaştıran bütün resmi etkinlikler, insanları düşüncesiz yandaşlara dönüştürüyor. Düşüncesiz yandaşlar, kendi çıkarları için, istenilen doğrultuda eğilip bükülebiliyor.
7 Ekim 2023 Hamas-İsrail savaşı sırasında İslam dünyası olarak bilinen dünyanın, İslam ülkesi olarak bilinen ülkelerin, siyasal süreçler üzerinde belirleyici bir güce sahip olmadıkları, bu ülkelerin, hiç bir tevil’le örtbas edilemeyecek şekilde, siyasal kötürümlükle malûl oldukları anlaşıldı. Filistin direniş hareketleri Avrupa-Amerika emperyalizmlerine karşı direnir ve mücadele ederken; eylem gücü ve iradesine sahip olmayan, bu siyasal kötürümlükle malûl ülkeler, Avrupa-Amerika emperyalizmleriyle nasıl uzlaşabileceklerini müzakere etmeye devam ediyor. İslam dünyası ülkelerinde koşulların ve karanlık gidişatın merhametine terk edilen halklar, ilkeli ve ölçülü umutların nasıl mümkün olabileceğini bilmedikleri için, romantik umutlarla oyalanmaya devam ediyor.
Araçsal-ırkçı-ideolojik akıl-güç tarafından dışlanan, ötekileştirilen halklar, İslami hareketler, direniş hareketleri için, bugünün dünyası karanlık bir dünya olma özelliğini koruyor. Bu dünyada, entelektüel-siyasal iklim, ırkçı-ideolojik akıl tarafından, pratik anlamı-karşılığı olmayan kavramlar tarafından kirletiliyor. Seküler ya da muhafazakâr kişi kültüne inanan, dini ya da siyasal liderleri kutsallaştıran toplumlarda, hiç bir zaman acımasız yüzleşmeler ve özeleştiriler yapılamıyor. Kutsallaştıran liderler toplumun ufkunu kapatıyor. Kişi kültüne inanan halklar/toplumlar, renksiz/gri varoluşlar oluşturuyor, niteliksiz/ehliyetsiz/kültürsüz propoganda nesneleri yetiştiriyor. Türkiye, uzun yıllar boyunca zihinsel yozlaşmanın somut ifadesi olarak, tekelci bir sekülerlik içerisinde yaşadıktan sonra, içerisinde bulunduğumuz dönemde de, tekelci bir muhafazakârlık içerisinde yaşıyor. Sözünü ettiğimiz bu muhafazakârlık, faşizmin iktidara taşınmasına katkıda bulunabiliyor.
Bugün, acımasız yüzleşmeler gerçekleştirmesi gereken İslami düşünce-kültür hayatı, bir yanda sömürgeci bilginin, bir diğer yanda da yanlış bilincin tahakkümü altında yaşadığı için, toplumlarımızın karşı karşıya bulunduğu yapısal maduniyet’le nasıl yüzleşilebileceğini bilmiyor, bu maduniyetin nasıl aşılabileceğine ilişkin bir gündem oluşturamıyor. Konformist kültür ve yanlış bilinç temelinde, geleneksel bir kültürle, tekdüze bir tarih anlayışıyla bütünleşen apolitik toplumların, yapısal bir maduniyetle hesaplaşmaları beklenemez. Yapısal maduniyetle hesaplaşması gerekirken bunu yapamayan, bunu yapabilecek kadrolara sahip olamayan toplumlarda, Türkiye’de de, bugün, sağcı-muhafazakâr popülizm ne yazık ki, toplumsallaşıyor. Bu tür popülizmler sebebiyle, ilgili toplumlarda gerçek bir toplumsallaşma gerçekleştirilemiyor.
İslami bilinci, özgürlüğü ve umudu yeniden başlatabilmek için, incitici/bunaltıcı/kişiliksizleştirici, rencide edici bağımlılıklara, teslimiyetçiliklere, edilgenliklere neden olan yapısal maduniyetin farkına varmak, bunun için eleştirel analizlerle birlikte, yoğun sorgulamalar yapmak gerekir. Bugün, İslam toplumlarında, ucuz ve bayağı popülizmler, yerli-milli muhafazakârlıklar, Müslüman halkların gerçekleri bütün boyutlarıyla görmelerini engelliyor. Toplumlarımız/halklarımız, gerçekleri görmeyen, gerçekleri görmek istemeyen umutlarla aldatılıyor. Bu tür umutlar sebebiyle, İslam toplumları, yapısal değişime dair düşüncelerle ilgilenmiyor, aşırı nostaljiyle malûl muhafazakârlıklarla ilgileniyor. Bu muhafazakârlıklar, İslam dünyası toplumlarının, neden, sömürgeci dayatmalara maruz kaldıklarını çözümleme iradesine sahip olmadıkları için, yerleşik gücün tiranlıklarıyla uzlaşma yolunu seçiyor.
İslam toplumlarında, toplumlarımızı, her tür dayatmaya açık hale getiren, nedenlere-süreçlere müdahale etmek üzere, bağımsız-eleştirel bir tasavvur üzerinde sistematik çalışmalar yapmak gerekir. Sömürgeciler arasında ideolojik/ırkçı/dini bir dayanışma yaşanırken, sömürülenler, ulus-devlet bencillikleri sebebiyle, basiretsizlik ve sorumsuzluk biriktiriyor. Bugün, İslam ülkesi olarak bilinen ülkeler arasında, basiretsizlik kol geziyor. Kendilerini İslam’a nisbet eden ulus-devletler, patolojik mülahazalarla, beraber olmak, beraber yürümek istemiyor. Bu nedenle de, toplumlarımız, modern-seküler epistemoloji tarafından dışlanan/aşağılanan, yerel bir bilgi’ye dönüştürülen, bilgi ve dünya görüşünü özgürleştiremiyor. İslami bilgi ve dünya görüşünün özgürleştirilebilmesi için, evrensel bir bilinç perspektifi temelinde, etnik-mezhepçi-kabileci sınırları aşan, evrensel büyük bir düşünce ve dayanışma ailesiyle birlikte, radikal eylemci entelektüel kadrolar oluşturmamız hayati önemi olan bir konu haline gelmiştir. Adaletsizlikler, haksızlıklar, eşitsizlikler pahasına, kâr-çıkar-tahakküm amacı güden, karanlık bir dünyada, emperyalizm ve sömürgecilik karşıtı, yeni bir dünya düzenine olan derin ihtiyaç, bütün toplumlarda kendisini somut olarak hissettiriyor. İslam toplumlarında, bilinçli, radikal devrimci bir dönüşümü konuşabilmek, bu dönüşümü gerçek kılabilmek için, sağcı-muhafazakâr-konformist popülist kültürün sınırlarını aşmak gerekiyor.