Beşir Hoca’nın gözünden yakın siyasi tarih

Mustafa Karaalioğlu

Hayatımı gözden geçirirken en öne aldığım husus, onu bütünlük içinde ve inandığım ilkelerle yaşayabildim mi, sorusu oluyor. Türkiye şartlarında yaptığımız işleri, bulunduğumuz görevleri de düşündüğümüzde, her şartta ilkelerimi korumaya, ikircikli tutumlara, iki yüzlülüklere sapmadan, olduğum gibi görünerek, düşündüklerimi her durumda usulüne uygun şekilde söyleyerek bir hayat yaşamaya çalıştığımı ifade edebilirim. Hep “açık toplumcu”, “özgürlükçü”, insanları iki yüzlülüğe teşvik etmeyen, düşüncesini özgürce ve korkusuzca ifade etme ve inandığı gibi yaşama imkanı sağlayan sistemlerden yana oldum ve o sistemleri çok sevdim. İslam inanç sistemimizin de bunun en önemli ifadesi ve garantisi olduğuna hep inandım ve inanıyorum.

Beşir Atalay, “Dünden Bugüne Anılar. Sadece Yaşayıp Yazdıklarım” kitabına başlarken hayata karşı sorumluluğunu bu cümlelerle özetliyor. 1947 senesinde Keskin’in Armutlu Köyü’nde başlayan ve hizmetlerle dolu bir hayatı böyle tanımlamak Hoca’nın hakkıdır. Her zaman inandıklarının, ilkelerinin arkasında durabilen bir adam oldu.

Çocukluk yıllarına anlatırken ailesinden şöyle bahsediyor: “Babamın, anneme ve bize sert söz söylediği veya bağırdığını hiç duymadık. Dışarıdaki sert imajının aksine, evde çok şefkatliydi.” Demek, Beşir Hoca’nın “dışarıdaki” sert imajının aksine dostlarına, öğrencilerin ve arkadaşlarına karşı şefkat ve yardımseverliği babadan miras.

Ortaokulun başı… 27 Mayıs darbesi. Menderes, Polatkan, Zorlu’nun idamları. Çocuk gözüyle darbeyle yüzleşme, sonraki yıllarda 12 Mart muhtırası ve 12 Eylül darbeleriyle devam edecek. Ve tabi 28 Şubat, ardından bu kez bakanı olduğu iktidarı hedef alan 27 Nisan e-muhtıra girişimi ve 15 Temmuz… 12 Eylül’de Atatürk Üniversitesi’ndeki akademisyen olduğu dönemi anlatıyor Hoca: “Üniversite kampüsleri ve ortamları en fazla asker kontrolüne giren yerlerdi. Kampüs içinde bir subayın yönetiminde askeri bir ofis kuruldu. Çok sayıda öğrenci ve öğretim üyesi gözaltına alınıyordu…”

Beşir Hoca artık doçenttir ve 12 Eylül karanlığında Erzurum’daki gençlerin abisi olarak öne çıkmaktadır. Doçentliğinin onaylandığı günün hemen sonrasında dekanın odasına çağrılır: “Bir grup sivil insan odadaydı, sorgulama için beni almaya gelmişlerdi. Önce yakındaki üniversite karakoluna gittik, baktım bizim gençleri toplamışlar. Sonra evde arama yapacaklarını söylediler. Evde küçük ikiz kızlarım vardı, köşe bucak aradılar. Kasetleri karıştırıyorlardı, plakları tarıyorlardı, kitaplar, mektuplar herşey… Sonra kızlarımı kucakladım ve evden ayrıldım, bir minibüse bindik. Gözleriniz artık bağlı olacak dediler ve siyah bir bezle bağladılar. Bir ifadeden sonra döneceksiniz dediler. Dönmemiz ise yaklaşık bir ay sürdü.”

Sonra, Erzurum soğuğunda 6 metrekarelik odada işkence günleri. Yemek yok, tıraş, duş yok, saçı taramak bile yasak. Bir bodrum katında 33 kişi… Beşir Hoca, gözaltı ve işkenceyi anlatırken, erken yaşta bir trafik kazasında kaybettiğimiz Kubilay Örten’in metanetinden özellikle bahsediyor.

Peki suçları nedir!

“Gittiğimizin ertesi günü yine göze bağlı sorguya çektiler. Dört kişiydiler yüzlerini göremiyoruz. Beni, dindar öğrencileri koordine ediyor diye sorguluyorlar. Onlara para yardımları yapmışım, öğrenci evlerine gidiyormuşum. Ben de hepsi doğru dedim. Öğrencilere maddi yardım yaparız, kitabevinin açılması için de maddi destek verdik. MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) ile zaten yakın ilgileniyorduk… Günler geçti, sadece sıkıyönetim mahkemesine çıkacağımız gün tıraş olmamıza, duş almamıza izin verdiler. Görenler gözaltı süresinde iyi bakılmış desinler diye…”

Zar ve çileli yıllar.

Eski bakan Prof. Dr. Beşir Atalay’ın anıları böyle devam ediyor. Kitap, Ak Parti’nin kuruluşu ve ilk Ak Parti hükümeti dönemine kadar Türkiye’yi anlatıyor.

Beşir Hoca’nın şahsi hikayesi eşliğinde, yakın siyasi tarihin arka planı için kesinlikle okunması gereken bir eser. (Beşir Atalay. Dünden Bugüne Anılar. Sadece Yaşayıp Yazdıklarım. Kapı Yayınevi)

SIRRI…

Haberi aldığım andan itibaren büyük üzüntü içindeyim. Ne var ki çaresiziz… Dostumuz, arkadaşımız ve herkesin dostu ve arkadaşı Sırrı Süreyya Önder’in yaşadığı aort rahatsızlığı ve kalp krizi hepimizi sarstı. Sırrı’nın Türkiye için ne kadar önemli bir isim olduğunu anlatmaya gerek yok. Sağlığına kavuşarak aramıza dönmesini; sohbeti, zekası, sağduyusu ve tebessümünden bizi mahrum bırakmamasını dört gözle bekliyorum. Hiç şüphesiz, bu ülkenin barışa ve huzura kavuşmasını görmeyi ve bunun keyfini yaşamayı en fazla hak edenlerden birisidir. Allah’tan acil şifa diliyorum.