“Bir millet uyanıyor”

Vahdettin İnce

Birinci dünya savaşı yıllarında İngiliz ajanı Lawrence tarafından, İttihat-Terakki beyinsizlerinin zulümleri bahane edilerek yönlendirilen Arap kabileleri Akabe körfezinde konuşlanmış Osmanlı kuvvetlerine saldırırlar. Osmanlı güçlerinin, aşiret kuvvetlerini darmaduman edecek topları var ama toplar denize doğru sabitlenmiş, arkadan gelen bu saldırı karşısında işe yaramamış. Osmanlı o topları denizden gelecek bir dış saldırıya karşı körfeze yerleştirmiş, arkadan Müslüman ahaliden bir saldırı olabileceği aklına bile gelmemiş. İttihat ve Terakkinin ektiği zulüm tohumlarının bir kar topu gibi büyüyüp memleketi altında bırakacağı da akıllara gelmemiş doğal olarak. Ne zaman okusam bu hadiseyi, hep hüzünlenirim. Emperyalistler tarafından içine alındığımız bu zalim kıskacı içime sindiremem, yadırgarım.

Palandöken dağlarının eteklerindeki otelin lobisinde otururken okul arkadaşım Prof. Dr. Gürbüz Deniz, gece boyunca uyuyamadığından şikayet etti. Evin dışında yatamıyorum, yerimi yadırgıyorum, dedi. Geçen yüzyılın seksenli yıllarındaki öğrencilik günlerimden beri ne zaman Erzurum'la ilgili bir olay veya gelişme duysam, bir Erzurumluyla karşılaşsam, hep o soru aklıma gelir: Niçin böyle Erzurum? Sanki yerinden memnun değilmiş gibi, hep ikircikli, diye düşünürüm. Gürbüz hoca böyle deyince, Erzurum da yerini yadırgıyor demek ki, diye içimden geçirdim ve sebeplerini düşünmeye başladım. Malum Erzurum'un dindarlık oranı yüksek, ırkçılık barındırmayan Milliyetçi bir kimliği var ve böyle olmasında da şehre ruh ve kimlik kazandıran tarihsel konumlanışının etkisi büyüktür.

Bir hafta önce Türkiye Yazarlar Birliği ödül töreni münasebetiyle Erzurum'a gitmiştik. Bu çerçevede Belediyenin ve Yazarlar Birliği Erzurum şubesi başkanlığının organizasyonuyla Aziziye tabyalarını da görme imkanını bulduk. Rehber, Tabyaların şehrin doğusunda Ruslardan gelecek bir saldırıya karşı yapıldığını söyledi. Birinci dünya savaşında askerin Ruslar karşısında hezimete uğramasının adından Erzurumluların kadınlı erkekli nasıl bu tabyalarda çarpıştıklarını ve yüzlercesinin şehit düştüğünü anlattı. O savaşın kadın kahramanlarından biri olan Nene Hatun'un mezarı da oradaydı. Erzurum'un şehir kimliğinin en belirleyici unsuru işte bu dış düşmana karşı gerçekleşen tarihsel konumlanışıdır. Erzurum, bu kimliği benimsemiş ve bu doğrultuda bir duruş sergilemiş bütün kritik zamanlarda. Ama Cumhuriyetten sonra bu tarihsel kimliğin motiflerinin altında Erzurum'a başka bir hedef gösterilmiş ya da dayatılmış ustaca. İnönü 21 Ağustos 1935 tarihli "Şark Seyahat Raporu"nda şöyle diyor: "Erzurum'un kalkınmasını az senelerde temin edebilirsek, şimalde hududa karşı ve içeride Kürtlüğe karşı sağlam bir Türk merkezini yeniden kurmuş oluruz". İşte Erzurum'un yerini yadırgama süreci de bu raporun resmi politika haline getirilmesiyle başlamış. Nitekim sağ sol çatışmasının yaygın olduğu yıllarda solcular Rusya ile ilişkilendirilince, Erzurum'un tabyalardan ruh almış kimliğinin hemen karşı cephede yer alması kolay oldu. O süreçte Erzurum'un duruşunu yadırgadığı söylenemez. Sağ sol çatışması bitince, malumunuz Türkiye'de Türk-Kürt karşıtlığına oturtulmak istenen bir şiddet süreci başladı. Bu süreçte Erzurum'dan istenen de Kürt karşıtı bir duruştu. Çeşitli ötekileştirici isimler altında bu duruşu hazmetmesi için yoğun bir çaba sergilendi. Ama Erzurum, yerini, kendisine sunulan konumu yadırgadığını her fırsatta da gösteriyordu. Bu duruşun bütün memlekete olduğu gibi Erzurum'a da tarihsel kimliğe uygun olduğunun gösterilmesi için Kürtlük adı altında "Türklüğe kast etmiş" bir şiddet unsurunun PKK'nin şahsında üretilmesi de zor olmadı. Deyim yerindeyse bir el, Türkiye'ye ve bu arada Erzurum'a tarihsel kimliğinin motiflerini kullanarak yeni misyonlar biçiyordu.

Bu yazıyı zihnimde tasarlarken düşüncelerimi bir dostuma anlattım. Çok haklısın, dedi. Ardından şöyle devam etti: Terörün gemi azıya aldığı yılları hatırlıyorsun değil mi? O günlerde Erzurum'a bir şehit cenazesi gelmişti ve kalabalık, Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bir semte doğru yürüyüşe geçmişti. Tehlike büyüktü. Büyük bir felaketin çıkması an meselesiydi. Vali, komutan, bütün resmi zevat ne yaptıysa kalabalığı durduramadı. Sonra rahmetli Naim hoca geldi. Megafonu eline alarak bir aracın üstüne çıktı ve "Ola ne edirsiz, Kürde mi saldırsiz? Hemi de aziziyede Ruslara karşı birlikte çarpıştığınız Kürde, he mi? Çabuk dağılın" dedi. Ve bir rüyadan, bir illüzyondan uyanmış gibi o öfkeli, o acılı kalabalık hemen dağıldı. Eğer Erzurumlu bu dayatılan Kürt karşıtlığını içine sindirmiş olsaydı, Rus topunun durduramadığı dadaşı kimse durduramazdı.

"Terörsüz Türkiye", "iç cepheyi tahkim etme", "yeni çözüm süreci" gibi isimlerle gündeme gelen ve neticede örgütün lideri Abdullah Öcalan'ın örgütün kendini feshederek silah bırakmasını istemesi ile birlikte genelde Türkiye'nin, özelde Erzurum'un kendisine dayatılan bu zoraki karşıtlık yükünden de kurtulduğunu hissettiğini, dolayısıyla son çözüm sürecini "satın aldığını" gözlemledim Erzurum'da.

Bir iki kişi hariç tamamı Türklerden oluşan yolcularıyla minibüs "Sümmani baba kültür evi"ndeki aşıkları izlemeye giderken, dengbêj Şakiro'nun dinletilmesini de bu rahatlamanın bir göstergesi olarak okudum.

"Kürt karşıtlığı" kamburundan kurtulan Erzurum, kardeşliğin tadını çıkarmaya hazır.