Bizim bugünümüz, onların yarını

"Biz ise tarihin dışına itilmiş değiliz. Bugünümüz, geçmişte mücadele eden ve bu uğurda şehit düşenlerin bize bıraktığı mirastır. "

İbrahim el-Emin - El-Ahbar gazetesinin yayın yönetmeni

Siyaset dünyasındaki terimler, büyük bir mücadelenin içinde olan tarafların sunduğu anlatıların vazgeçilmez bir parçasıdır. Çok da geriye gitmeye gerek yok. Hatırlayın, düşman Gazze’de soykırım savaşını başlattıktan birkaç hafta sonra, bazıları bize "yarından" bahsetmemizi söyledi. Biraz daha dikkatli bakıldığında, bu başlığın esasında düşmanı destekleyenlerin ve müttefiklerinin soykırımı durdurma sorumluluğundan kaçmak için kullandığı bir hile olduğunu görmek mümkün. Aynı zamanda, bu başlık, düşman Amerikan ve İsrail'in işbirlikçilerinin, savaştan çıkar sağlamayı bekledikleri bir umut ışığıdır.

"Yarından sonrası" fikri, savaş öncesi var olan her şeyin savaş sonrasında da devam etmemesi gerektiği anlayışına dayanır. Yani, esasında bu düşünce, düşmana mutlak bir teslimiyeti temsil eder. Örneğin, Gazze’de "yarın" hakkında konuşmaya başlayanlar, sanki direniş sona ermiş gibi davranıyor ve o dönemin sona erdiğini varsayıyorlar. "Yarından" söz ederken, insanların "yarınlarına" odaklanmasını, böylece "bugün" hakkında hiçbir tartışma yapılmamasını istiyorlar. Düşmana karşı direnişe katılmaktan halihazırda kendilerini muaf tuttuklarından, halkın "bugün" için hiçbir şey yapmasına gerek olmadığını yaymaya çalışıyorlar.

Tüm bunlar, tartışmayı netleştirmeyi ve şu anda net bir tavır sergilemeyi zorunlu kılıyor: Biz "bugünümüz" adına verdiğimiz mücadelenin tam ortasındayız ve "yarın" hakkında herhangi bir tartışmaya dahil olma niyetimiz yok. Bu, düşmanların işi; ülkeyi bir uçtan diğerine taşımak isteyenlerin ve "bugünün" görevlerinden kaçanların programıdır. Bu da bizim işimiz değil.

"Bugünümüz", uzun günlerden oluşan, tek bir başlık altında, yani direniş ve dayanma altında birleşmiş bir zaman dilimidir. Bu büyük düşman topluluğuna karşı direniş mücadelesine katılmayı kendine görev edinen herkes, onların tartışmalarına ve gerçekmiş gibi sunulan hayali senaryolarına kapılmamalıdır. Aksine, tamamen "bugünümüzün" gereklerine odaklanmalıdır. Bu gereklilikler, bu kutsal direnişte nasıl bir rol oynayacağımızı ve nasıl katkıda bulunacağımızı şekillendirir. Bu sorumluluktan kaçmak isteyenler ise yalnızca kendi hayal dünyalarında var olan "yarından" yana olanlardır. Özellikle, bu insanlar da biliyor ki, geleceği belirleyecek olan tek şey, şu an yaşadığımız ve bizim inşa ettiğimiz bugündür.

Tıpkı Gazze’de olduğu gibi, Lübnan’da da düşman ülkeye vahşi saldırısını başlattıktan sadece birkaç gün sonra, düşmanın projelerine hizmet edenler hemen "yarından sonrasını" sormaya başladılar. Düşmanın savaşı kazandığı ve şu anda devam eden direnişin beyhude bir çaba olduğu varsayımıyla, öfke ve kinle hareket ediyorlar. "Yarından sonrasından" ne kastettiklerini dikkatlice incelediğimizde, aslında bize uzun yıllardır dayatılmaya çalışılan aynı hayaller ve hedeflerle karşılaşıyoruz. Bu, canavar devletin kurulmasından beri direndiğimiz ve düşman Amerika ve İsrail'in onlarca yıldır sayısız savaşla başaramadığı hedeflerdir. Fakat karakterlerine uygun olarak, yine deniyorlar ve direnişin sürmesini "inkâr ve kibir" olarak nitelendiriyorlar. Bunu büyük bir küstahlıkla yapıyorlar, zira projeleri, direnişin hiçbir sonuç vermeyeceği, maliyetinin altından kalkılamaz olduğu ve bize sadece yıkım getireceği düşüncesine dayanıyor. İnsanları, savaşın çoktan kazanıldığını kabullenmeye ve tam bir teslimiyete davet ediyorlar. Hatta bazıları daha önce teslim olmayı "kurtuluş eylemi" olarak bile savundu. Bu da esasında düşmanların asıl istediği şeyin özüdür.

Ama acaba bu insanlar, düşmana "yarından sonrasıyla" ilgili bir şey sordular mı? Düşmanın bu konuda net bir tasavvuru var mı? Düşman Amerika ve İsrail'in "yarından sonrasıyla" ilgili kendi akıbetlerine dair ciddi bir tartışma var mı? Elbette böyle bir tartışma bulamazsınız. Neden mi? Zira onlar kendilerini "yarından sonrasıyla" ilgilenmek zorunda hissetmiyorlar. Bu kavramı, kendi akıbetleri için değil, sadece başkalarına dayatılacak bir reçete olarak görüyorlar. Zaten savaştan zaferle çıkacaklarına inanarak hareket ediyorlar.

Düşmanların "bugün" yaptığı şey ise, bölgemizdeki Amerikan ve İsrail işgallerine karşı ortaya çıkan en güçlü direniş hareketine karşı tarihin en acımasız savaşını yürütmektir. Bu düşmanların tek bir stratejisi var: Ötekini yok etmek için tek yöntem olarak öldürmek. Bu ya doğrudan bir soykırım şeklinde –şu anda Gazze ve Lübnan'da olduğu gibi– ya da insanları yalnızca makineler ve sayılardan ibaret bir hale getirerek, ruhlarını öldürmek suretiyle gerçekleşiyor. Bu, kapitalizmin en acımasız ve kirli aşamasına ulaştığı dünyada, özellikle Batı’nın kontrol ettiği "kalkınma" ve "ilerleme" yanılgısıyla sürüklenenler için geçerli.

Biz ise tarihin dışına itilmiş değiliz. "Bugünümüz", geçmişte mücadele eden ve bu uğurda şehit düşenlerin bize bıraktığı mirastır. Aynı zamanda, geleceğimizi bizim istediğimiz gibi şekillendirecek olan yoldur. Bu nedenle, bizi yorgun düşüren ve büyük fedakarlıklar gerektiren seçenekleri göze alıyoruz. Fakat bu yolda, bizi bu kölelikten gerçek anlamda özgürleştirecek daha fazlası da var.

"Bugünümüz, bize büyük zorluklar dayatan bir gündür. Aynı zamanda, gündemimizi de belirler. Bu gündemin maddeleri ise direnişi korumak, devamlılığını sağlamak ve onu beden, halk ve üretim araçlarıyla güvence altına almakla sınırlıdır. Bizim "bugünümüzde" başardığımız her şey, onların "yarınlarını" yok etmeye yöneliktir. Bu savaşın düşmanlara uzun vadede bir var olma şansı vereceğini sananlar, bugün yapılan fedakarlıkların ne anlama geldiğini bilmiyorlar. Direnişçilerin şu anda gerçekleştirdiği eylemler, "bugüne" ait gerçek eylemlerdir. Bu, yarınlarımızı inşa eden gündür ve o günler, geçmişte can veren şehitlerimizin izinde şekillenecek!

Çeviri: YDH

MAKALELER Haberleri

Siyasetin ahlakı
Ölüm aşçıları ve çıkış ikilemi
İsrail'in Lübnan'daki dört savaşı: Korkutucu karşılaştırmalar
Basiretsizlik Kol Geziyor
Ebedi savaş, işgal ve diktatörlük