Bu mu devletin ‘baba’lığı?

Yusuf Ziya Cömert

“Yüreğimiz elimizde barış için geziyoruz” diyordu son konuşmalarından birinde Sırrı Süreyya Önder.

Boşuna söylemiyormuş. Elindeymiş yüreği.

“Feleğin çemberinden geçmiş” deriz başına çok iş gelmiş, çok badirelerden geçmiş, “Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüş” insanlar için.

Öyle biri midir Sırrı Süreyya Önder?

Gördüğü hazan bir kişi için fazla; gördüğü bahar bir kişi için az.

Ağır bir darbe aldı kalp nahiyesinden.

Şifa bulur inşallah, ahir ömründe bunca emek verdiği, uğruna bunca yol teptiği barışı görmek nasip olur.

TBMM resmi bir yer. Devlet kisvesi ve devlet suratı var orada.

Lacivert, siyah veya gri, bilemedin kahverengi takım elbise.

Herkeste boğazından göbeğine kadar bir kravat.

Büyük birini gördüğünde yılışmaya, ciddi birini gördüğünde kasılmaya hazır çok sayıda surat.

Koridorlarda, kulislerde hafif yana eğilmiş, gövdesi de bu eğime uygun olarak yanlamış bir sürü tip.

Niye yanlamış?

Muhtemelen birisine iş sipariş etmeyi planlıyor, ondan.

(Kulakları çınlasın, TBMM eski başkanı Nabi Avcı, ‘Alkibiades duruşu’ diye bir şey anlatmıştı. Onun gibi yamuk.)

Sonuçta herkes resmi.

Sadece kıyafetiyle, duruşuyla değil, ruhuyla, yürüyüşüyle, oturup kalkmasıyla.

Her enstantanede bir ince hesap var, Allah etmesin!

O resmiyet ortamının ortasında kendisi olarak var olan bir adam.

Neden kendisi olarak?

Arkasında bedeli ödenmiş yıllar, dibine kadar yaşanmış bir hayat var.

Böyle gördüm Sırrı Süreyya Önder’i, böyle tanıdım.

Allah’a şükür Ne Ak Partililer ne MHP’liler, kimse kötü söylemiyor Sırrı Süreyya Önder için.

Ak Partililer Meclis kürsüsünden, “Allah utandırmasın diyordunuz, Allah duanızı kabul etti, artık utanmıyorsunuz” deyişini bile mesele etmediler. Dua ediyorlar, şifa diliyorlar.

Bunu zannediyorum en çok MHP lideri Bahçeli’nin çözüm sürecini yeniden başlatmasına borçluyuz.

Yoksa, dostları, yakın çevresi dışında kimse şifa dileklerini, dualarını göndermeye cesaret edemezdi.

Sırrı’yla Kanal 24’te Selahattin Yusuf ve Tarık Tufan’la Kafa Dengi programını yaptıkları günlerde tanışmıştık.

Sohbet ehli bir adamdı. Kimsenin sohbetinden bezmiş olarak ayrılmış olabileceğine ihtimal vermiyorum.

Dikkatimi çeken bir şey; Türkiye’deki her kesimin dilinden haberdar.

Dini terimler aşina olmayan insanların dilinde sakil durur, sırıtır.

Sırrı’nın lisanında öyle bir acemilik de yok.

Bir de sanatkâr.

Oyuncu, yönetmen, senarist.

Bir defasında Berlin Duvarı’nın dibindeki ihtilaflı arsaya gecekondu yapan Osman Amca’nın filmini yapmayı düşündüğünü anlatmıştı.

Osman Amca, duvarın batı tarafında kalan ama resmiyette Doğu Almanya'ya ait olan arsaya yerleşmiş, polis geliyor, zabıta geliyor, kimse yerinden kaldıramıyor.

Neden?

Çünkü arsa Doğu Almanya’nın.

Doğu Almanya da duvarın Batı tarafında kaldığı için müdahale edemiyor.

Böyle bir hikâye.

Adını da koymuş: Bir Türk dünyaya kederdir.

Bildiğim kadarıyla hala çekilmedi o film.

Üzüldüm Sırrı’nın hastaneye kaldırıldığını haber alınca.

Bir taraftan da kızdım.

Neye kızdım biliyor musunuz?

Devlete.

Biliyorum, boşunadır devlete kızmak. Aslında devlet rolündeki insanlara kızıyorum.

Sırrı Süreyya Önder bu memleketin bir çocuğu.

Yerlilik iddiasındaki herkesten yerli.

Sen de biliyorsun, zekâsı, tecrübesi iş görüyor, sana da lazım oluyor.

Ara sıra işin düşüyor, ‘çözüm süreci’ diyorsun çağırıyorsun, iş gördürüyorsun, ‘terörsüz Türkiye’ diyorsun çağırıyorsun.

O da yüksünmüyor, İstanbul-Ankara, Ankara-Kandil, kara yolundan ne kadar lazımsa o kadar gidip geliyor.

Elinde silahı yok, fikri var, memleketi için iyi şeyler düşünüyor.

Sen de böyle bir adamı tutup hapse atıyorsun.

8-10 senesi bu memleketin hapishanelerinde geçti Sırrı Süreyya’nın.

Bunu sadece Sırrı Süreyya’ya değil, birçok insana yapıyorsun.

Kendi insanına niye bu kadar eziyet ediyorsun?

Bu mu devlet aklı? Bu mu devletin ‘baba’lığı?

Biraz vicdanlı, merhametli, müşfik olamaz mısın?