İsrail bölgede her geçen gün yeni mevziler kazanmak için yerel müttefikler ararken biz ne yapıyoruz?
Soru budur, lakin cevap felaket iç karartıcıdır.
Zira, ihtilaflarımızı bir kenara bırakıp kenetleneceğimize, ihtilaflarımıza meşruiyet arama aymazlığından vazgeçmiyoruz hâlâ!
Üstelik dünya sisteminin patronlarının İsrail'i alabildiğine desteklediğini bildiğimiz halde. Dahası, kendimizden başka kimsemizin olmadığı apaçık gerçeklik olarak ortada dururken...
Eli sopalı ekran uzmanlarına bakacak olursanız, "İsrail nedir ki, şappadak işini bitiririz."
İsrail'i, İsrail'den ibaret zannetme gafletinin sonu yok.
Madem öyle şuncağızı hatırlatalım: Ekim 73'teki "Yom Kippur Savaşı"nda Mısır, İsrail'e hiç beklemedikleri anda öyle saldırıda bulunmuştu ki sadece 67'nin değil tüm İsrail yenilgilerinin rövanşını almıştı. İsrail'in adeta nefesini kesmişti. O kadar ki İsrail Başbakanı Golda Meir panik içinde ABD Başkanı Nixon'u arayıp, atom bombası kullanmanın dışında seçeneklerinin kalmadığını söylemişti. Nixon da ivedilikle Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'a vaziyeti anlatmıştı. Sonuç mu? Mısır, İsrail'in işini tam bitirecekken ateşkes kararı almak zorunda kalmıştı.
***
İsrail'in Arz-ı Mevud hedefi, Türkiye başta olmak üzere İsrail'e biat etmeyen Ortadoğu'daki tüm ülkelerin ve halkların mahvıyla kaimdir.
Kendi mahvına neden olacak şekilde siyonist planlara taş döşeyen "sömürgeleştirilmiş zihinlerin" varlığı da anlaşılmaz değildir.
Anlaşılmaz olan, her daim siyonizme karşı çıktığını dile getirenlerin mezhep ve etnisite yangını çıkan her yere benzinle koşmalarıdır.
Neden böyle yapıyorlar?
Kalplerinde hastalık olduğundan mı yoksa çok iyi kurgulanmış bir tuzağa düştüklerinden mi?
***
Geçen gün Daily Sabah'ta "Qatar-Türkiye alliance and Israeli threat to the Middle East" başlıklı çok çarpıcı bir makale okudum.
Son günlerde özellikle Katar-Türkiye ittifakını hedefe koyan, dahası, bölgedeki tüm devletlerin dış politikalarını İsrail'in çıkarlarına göre belirlemeyi icbar eden İsrail'in terörist Başbakanı Netanyahu'nun 1995'te yayımladığı "Fighting Terrorism" (Terörizmle Mücadele) adlı kitabında, Ortadoğu'daki Batı karşıtı duyarlılığın "iki düşünce akımı" ortaya çıkardığını dile getirmiş. Devamını mezkûr makaleden okuyalım: "Bunlardan biri Mısır'ın Nasır'ının ve Suriye ile Irak'taki Baas Partisi'nin Pan-Arap milliyetçiliği, diğeri ise Müslüman Kardeşler ve diğer İslamcı örgütlerdi. Ancak Netanyahu'ya göre bu iki akımın en az bir ortak noktası vardı: 'Arap monarşilerinin (ve İran'daki Şah yönetiminin) zayıflığına ve ihanetine, ayrıca Batılı güçlerin İslam dünyasını bölüp onu aşağılanmış, bölünmüş ve kültürel olarak sömürgeleştirilmiş hâlde bıraktığına duyulan derin nefret.' Yani her ikisi de kendi yöntemleriyle bir tür 'bağımsız düşünce' sergiliyordu. Netanyahu'nun çözüm önerisi ise oldukça açıktı: Bu iki akım arasında derin bir ayrılık yaratmak..."
Tamam, "Baas rejimleri" nihayetinde yıkılmaya mahkûmdu ve yıkıldılar. Lakin, siyonistlerin tuzağı çok daha korkunç hâl aldı, onu ne yapacağız? Netanyahu'nun mahut kitabındaki "çözüm önerisinin" bölge insanını etnisite ve mezhep asabiyeti üzerinden derin ayrılıklara düçar ederek kıyasıya savaştırmak şeklinde "güncellendiği" anlaşılıyor.
Bağımsızlık dışındaki tüm farklılıkları teferruat bilip küresel istikbâra karşı tek yumruk olmaktan başka çare yok.