D-8 üyesi ülkelerin 11. Liderler Zirvesi, Mısır’ın başkenti Kahire’de gerçekleştirildi. Ancak biz bu yazıyı zirvenin başlama saatlerinde yazdığımızdan değerlendirmemiz zirvede gündeme getirilen konular, serdedilen görüşler ve alınan kararlar değil zirve öncesi durumla ilgili olacaktır.
Çağımızın en önemli konularından biri globalleşme konusudur. Dünyada tüm insanlığa mal edildiği söylenen global teşkilatların yanı sıra muhtelif bölgesel global teşkilatlar da oluşturuldu.
İslam dünyasından 8 ülkenin üye olduğu D-8 Türkiye’deki Refahyol hükümeti döneminde zamanın başbakanı Necmettin Erbakan’ın öncülüğünde başlatılan bir dayanışma hareketidir ve İslam dünyasını Avrupa Birliği benzeri bir birleşmeye götürecek örgütlenmenin hamurunu oluşturması için kurulmuştur. Ancak, Türkiye’de 28 Şubat sürecinin araya girmesiyle bu amacın gerçekleşmesi bir bakıma engellendi. Sonrasında İslam dünyasında yaşanan çalkantılar da teşkilatın böyle bir ittifaka dönüşmesini zorlaştırdı. Buna rağmen yine de özellikle ekonomik alanda işbirliği yapılması konusunda önemli adımlar atılmasına öncülük ettiği söylenebilir.
Şu bir gerçek ki İslam ülkelerinin kendi aralarında ekonomik işbirliği içine girmeye büyük ihtiyaçları var. Bugüne kadar bu işbirliği ve dayanışmanın gerçekleşmemiş olması bütün İslam ülkelerini IMF, Dünya Bankası gibi kefen soyucu global teşkilatlara mahkum etti. Eğer ki İslam Kalkınma Bankası, Dünya Bankası’na mahkumiyete son verecek bir dayanışma kuruluşu ve kredi kaynağı haline getirilmiş olsaydı, İslam ülkeleri için iyi bir alternatif olabilirdi.
Bu tür işbirliği ve ittifak teşkilatları sadece ekonomik meseleler değil siyasi meseleler üzerinde de duruyor ve bölgesel sorunlar hakkında ortak tavır geliştirilmesi için öncülük etmeye çalışıyorlar.
Kahire’de 11. Liderler Zirvesi’nin gerçekleştirildiği tarih aynı zamanda İslam dünyasında önemli ve kritik hadiselerin yaşandığı döneme denk geldi.
Suriye’de Esed diktasına son verildi ve yeni bir dönem başladı. Suriye’deki bu değişim sadece zulüm rejimine son verilen ülke açısından değil tüm bölge hatta bütün İslam âlemi açısından büyük önem arz ediyor. Esed diktatörlüğünün çökmesinin uluslararası alanda da siyasi dengeleri ve politikaları etkileyeceği tahmin ediliyor. Dolayısıyla D-8 ülkelerinin de yeni sürece ve şartlara göre politikalar geliştirmesi gerekiyor. Bunun için de en başta Suriye’de yaşanan hadisenin bir kurgu, senaryo olmadığı, hayal dünyasında dolaşanların ürettiği komplo teorileriyle açıklanamayacağı, bir vakıa olduğu gerçeğinin görülmesi gerekir.
Suriye’deki zulüm rejiminin İran’dan ve Rusya’dan aldığı büyük çapta yardıma ve askeri desteğe rağmen direniş karşısında yenilgiyi kabul etmek zorunda kalması yeni süreçte diktatörlüklerin önünün açık olmadığı, halkların iradesinin baskın çıkması ihtimalinin bugün düne nispetle daha güçlü olduğu gerçeğinin görülmesine de vesile olmalıdır. Dolayısıyla iktidarlarını sürdürmek için demir yumruk politikasını kullanan yönetimlerin halkların iradelerinin önlerini açmak için bir yumuşak geçiş süreci başlatmaları kendi yararlarına olacaktır. Bunun için de en başta, hukuki açıdan suç sayılan bir fiil işlemedikleri halde sadece siyasi tercih ve görüşlerinden dolayı zindanlara doldurdukları insanları bir an önce özgürlüklerine kavuşturmaları gerekir.
Bu dönemin tabii ki en önemli ve en öncelikli konusu siyonist işgal rejiminin Filistin topraklarında sürdürdüğü korkunç katliamdır. İşgalci siyonistlerin bu derece cüretkar olmasında tabii ki ABD ve Avrupa’dan aldıkları sınırsız ve şartsız desteğin, işledikleri suçlardan dolayı hiçbir şekilde hesaba çekilmemelerinin önemli bir payı var. Fakat asıl önemli olan İslam dünyasının bu zulüm ve katliam karşısında çok etkisiz kalmasıdır. Eğer ki İslam dünyasında bir güç birliği oluşturulur ve siyonist katiller karşısında daha etkin bir tavır sergilenebilirse, Batı’nın siyonist katilleri desteklemekte, siyonist katillerin de vahşette bu kadar ileri gitmeleri zor olacaktır.