Din diye diye dine verilen zarar

Yusuf Ziya Cömert

15 Temmuz’da darbeciler, darbe sürecini insanların uyanık olduğu akşam saatlerinde değil de 16 Temmuz’da sabaha karşı başlatsaydılar muvaffak olabilirler miydi?

Hem de köprüleri kapatarak başladılar, herkesin asabı bozuk, herkesin canı burnunda, herkesin ağzında türlü türlü küfürler…

Anlayabildiğim kadarıyla gündüz, öğleden sonra MİT’e bir ihbar geldi.

MİT Başkanı Hakan Fidan ihbarı ciddiye aldı, Genelkurmay’a gitti. Hulusi Akar’la görüştü. Kuvvet komutanlarından bilgi aldı. Onlara bir darbe girişimi söylentisinden bahsetti. Onlar da bazı görüşmeler yaptılar. Tedbirler aldılar. Uçuşları yasakladılar. Hakan Fidan ihtiyaten o sıralar Marmaris’te olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın korumasıyla görüştü, tedarikli olup olmadıklarını sordu. Sonra günlük takvimlerine devam ettiler.

Hakan Fidan’ın bu sorgulamaları darbecilerde deşifre olduklarına dair bir şüpheye sebep olmuş olabilir mi?

Mümkün.

Bir ihtimal, bu sebeple darbe girişimini erkene aldılar.

Bir ihtimal diyorum. Bundan emin değilim.

Herkes uyanıkken darbeye kalkışmak için biraz da salak olmaları lazım.

Ya da aşırı özgüvenli.

Yani, kâinat imamının gözetimindeyiz, Allah bizimle, bu yüzden başarısız olma ihtimalimiz yok.

Bu, saf bir şakird tavrıdır. Eli silahlı olanların kafasının içinde şeytanların cirit atıyor olması lazım. En azından o saatte devlete ve millete dalmalarının doğru olmadığını düşünecek kadar.

Başka aydınlanmamış noktalar da var.

Mesela, darbe girişiminin tam ortasında Adil Öksüz’ün yakalanıp, arsa bakmaya geldim diyerek hâkimin ve savcının elinden kurtulabilmesi.

O adam Adil Öksüz değil de herhangi bir vatandaş olsaydı bugün hala cezaevindeydi.

Bunun nasıl mümkün olduğunu henüz kimse izah etmedi.

Neyse, millet direnişe geçti ve sayısız isimsiz kahraman darbeyi savuşturdu.

Sonra?

Sonra darbe girişimini cezalandırma safhasına geçildi.

Bundan tabii bir şey olamaz. Yaptın, cezasını çekeceksin. Bu adaletin gereğidir.

Kaç kişiydi suç işleyenler?

Dönemin içişleri bakanı Süleyman Soylu’nun 15 Temmuz 2020’de yaptığı bir açıklamaya göre 15 Temmuz 2016’dan itibaren dört yılda hakkında adli işlem yapılan şahıs sayısı 597 bin 783.

Tutuklama sayısı 94 bin 975.

Kendi kendime, herhangi bir resmi veriye dayanmaksızın bazı kaba genellemeler yapmam gerekirse…

Evvela bu rakamların olması gerekenden fazla olduğunu zannediyorum.

İktidarın, kendisi için kullandığı ‘yanılma,’ ‘hatadan dönme’ toleransını darbe gerçeği aşikâr olduktan sonra hatasından dönebileceklere tanımadığını zannediyorum.

Gerçekten suç işleyenlerin sayısı faraza on binse, (daha fazla da olabilir) bu on bin suçlunun önemli bir kısmının herhangi bir takibata uğramadığını ya da firar etmeyi başardığını zannediyorum.

Parası olanların bir kısmının da ‘Fetö borsası’ tabir edilen mekanizmalar vasıtasıyla kurtarıldığını zannediyorum.

Başından sonuna kadar bütün bu hikâye en büyük tahribatı dini alanda yaptı.

Hileler, hurdalar, kumpaslar, yargı yoluyla işlenen zulümler, Allah rızası için yapılan haksızlıklar, liyakati değil cemaat mensubiyetini önceleyen kadrolaşmalar, soru çalmalar, ayak kaydırmalar, sonra yine bir ucu varsayılan, bazılarınca itikat edilen mevhum bir dini otoriteye dayandırılan darbe teşebbüsü, temiz olduğu varsayılan dini alanı lekelemiş, hatta kirletmiş oldu.

Bu entrikacı, kumpasçı, hile-i şer’iyeci karakter siyasete ve bürokrasiye de sirayet etti.

Artık kimse siyasetten dürüstlük beklemiyor. Hele dini referans almaya çalışan siyasetten hiç.

Liyakatsizlik, nepotizm, yolsuzluk, adaletsizlik… Şikâyet ettiğimiz ne varsa hepsinin üzerinde bu arızalı karakterin etkisi var.

Sonunda dinle az veya çok irtibatı olan her şey itibar kaybetti.

Din diye diye dine verilen zararı herhalde hiçbir harici kuvvet vermemiştir.