Diyarbakır Kitap Fuarı üzerine

Birçok kitap fuarında bulundum; ancak Diyarbakır Fuarı'ndaki gibi içeride volta atan polislerle karşılaşmadım. Bu durum, sistemin Kürtlere yönelik çifte standartlı yaklaşımının küçük bir yansımasıydı.

Çayan Okuduci - Gazeteduvar

Şair ve yazar A. Rahim Kılıç’ı gittiğim Diyarbakır fuarında göremedim. Lakin son kitabını Lîs Yayınları’nın standında gördüm. İlk Kürtçe şiir kitabıydı. Heybemde yeri olması gerekiyordu. Çünkü daha önce Türkçe şiirlerini okuyan biri olarak kendi dilinde nasıl seslendiğini merak ediyordum. Acaba Türkçede olduğu gibi Kürtçe şiirlerinde de liriğin zirvesini bize gösterecek miydi? Kitabın ismi "Qesra Nifiran/Bedduaların Sarayı". Yıllardır ağzımızda bir "saray" sözcüğüdür gidiyor. Ortadoğu’daki sarayların diğer adıdır beddualar. Buralarda saraylar, saltanatlar çöküyor. Çöken sarayların, saltanatların altında kalan halkın sırtına yeni saraylar dikmek arzusu içinde olanların ellerini ovuşturduğu karanlık ve sürprizli bir süreçten geçiyoruz. Karanlık günlerde ne olur, diye düşündüğümde yaşadığım en karanlık yıllar olan doksanlar ve olanların fragmanı gözlerimin önünde belirdi.

Yaşadığım kötü koşullar içinde yok edilmek istenilen bir varlıktım. İki türlü yok etme arzusu vardı: bilinçten ve dilden yok oluş, diğeri de fiziki yok oluş. Hâlâ bu tehdit devam ediyor. Her tarafta, yaşadığımız her yerde bu tehditler katlanarak kapımıza geliyor. Dünü bugünden ayıran ise artık gelenleri karşılama iradesinin oluşudur. Bugün dünden daha sağlamdır; tıpkı şair Kılıç’ın dizesinde olduğu gibi: "Akşam gündüzle, ölüm yaşamla savunulur" diyor. Bugün halkın yaptığı da budur: ölüme karşı yaşamı inşa etmek. Yaratılan, yediden yetmişe emekle inşa edilen özgürlük bilincini alt etmek, ele geçirmek mümkün değildir.

Gönlünüzü ferah tutun; onca emek, onca bedel boşuna verilmedi. Yaşam, mücadele edene güler; direnene selam durur. Dört bir taraf işgal edilse bile özgür bilinç yeni yollar, yeni başlangıçlar yaratır. Moralinizi düşürmeyin. Cihadistlerin ve onların ortaklarının yeni dünyaya verecek bir şeyleri olmadı, hiç olacak gibi de durmuyor. Ölümden, işkenceden, talan ve gasptan başka ellerinden bir şey gelmediğini kendi pratikleriyle dünya defalarca gösterdi. Medeni, çağdaş dünyada eski çağın barbarlarına yer olmadığına en sağlam kanıtlardan biri kadın mücadelesinin yarattığı gerçekliktir. Özünde barbar, görünüşte medeni olanların yarattığı düşman kültürü ilkin kendilerini yutacaktır.

Fuarın içinde dolaşan polisleri görünce aklıma Mahmud Derviş şiiri "Kimlik Kartı" dizeleri geldi. Ve şiirlerinin birkaç dizesini günümüz durumuna çevirirsem belki meramım daha iyi anlaşılır. Şiirde şöyle diyor:

Kayda geçir!

Ben bir Kürdüm

Kimlik numaram elli milyon

Çocuklarım sekiz

Dokuzuncusu yolda bu yaz sonunda

Kızıyor musun?

Renklerin, seslerin tek tipe dönüştüğü ve ağız birliği yapmışçasına tüm güzelliklerin kirletildiğine, ayaklar altına alındığına şahit oluyoruz. Bunu meslek ve yaşam biçimi haline getirmiş olanlardan hiç bahsetmiyorum. Geçen yazımda insanın karanlık diplerinde saklı olan zalimliği gösteren edebiyatın karakterlerinden örnekler vermiştim. Bugün Ortadoğu’da gördüğümüz; tehditler savuran ve daha ötesine giderek yaşamlarımıza müdahale eden, göç ettiren, çöken pratikler sergileyenler gücün gölgesinde saklı tuttukları zalimliklerini pervasızca dışa vuruyor. Zalimliklerin ortaya çıkması için muhakkak zalim bir gücün gölgesine ihtiyaç vardır. Ortam, saklı tutulan zalimliklerin ve düşmanlıkların ortaya çıkması için hazır. Bugün gördüklerimiz, seyrettiklerimiz ve yaşadıklarımız bunu kanıtlıyor.

Zalimliği terbiye etmemiş, kontrol altına almamış gruplar, oluşumlar yaptıklarının doğruluğuna o kadar inanmışlar ki her şeyi kendilerine hak görüyorlar. Tıpkı Nazi Almanya’sının Yahudi halkına yaptıkları gibi, bugün saraylardan verilen fermanların sahaya yansımasının getirdiklerini ve götürdüklerini yaşıyoruz. Yıllar önce hazırlanmış ortamın hızlandırılmış geçişlerini yaşıyoruz. Kimin eli kimin cebinde, kim kimin adamı çözmeye çalışırken kendimi Diyarbakır Kitap Fuarı’nda buldum.

Bir kitap fuarında bu kadar çok polisin görevlendirilmesi şaşırtıcı değildi; lakin bunu görmemiş biri için ilginç gelebilir, kabullenmesi zor olabilir. Meseleyi biliyoruz. Geçen seneki fuarda yine polislerin gövde gösterisine şahit olmuştuk. Gövde gösterisi girişte yapılıyordu. İçeriye girenlerin hepsini video ile kayıt altına alıyorlardı. Bugünü öyle saklı falan değil, ulu orta ve herkesin görebileceği bir biçimde yapıyorlardı. Bu sene dışarıda bekleyen polisler ve girişteki küçük el kamerası yoktu. Dışarıyı içeriye taşımışlardı. Yayınevlerinin stantları arasında ikili polis ekipleri dolaşıyordu. Memnuniyetsiz bakışlar özelde Kürtçe kitaplar üzerinde yoğunlaşmıştı. Polis eşliğinde insanı değiştiren, gönüştüren düşüncelerin arasında dolaşma duygusunu sonuna kadar yaşıyorsunuz. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Aram Yayıncılık’ın kitaplarına el konuluyordu. Bandrolleri Kültür Bakanlığı’ndan alınmış ve yayımlanmalarında herhangi bir sakınca bulunmayan bu kitaplara, ne hikmetse, şov niteliğindeki operasyonlarla el konulduğunu basından öğreniyoruz. Şovu seven bir toplumdan beklenilecek hareketler bunlar…

Öğle vakti ve hafta içi olması münasebetiyle ortam pek sakindi. Bu sakinlikte dostlarla, arkadaşlarla ayaküstü sohbet fena olmazdı. Girişte Nûbihar Yayınları’nın standı misafirleri selamlıyordu. Rengârenk kitap kapakları ortamı renklendirmişti. Her zamanki gibi standın arkasında güler yüzüyle misafirleriyle ilgilenen, çalışmalarıyla, emekleriyle, alçakgönüllü tavrıyla Nûbihar Yayınları’nın genel yayın yönetmeni Süleyman Çevik’le kısa bir sohbetimiz oldu. Şair Berken Bereh’in de şairliğinin ellinci yılıydı. Avesta Yayınları’nın standı, okurları ve sevenlerini tatlı diliyle karşılıyordu. Avesta Yayınları, şair Berken Bereh’in tüm eserlerini "Botanname" adıyla bir araya getirmişti. Elli yıldır Kürtçe şiirin gelişmesi için verdiği emeğe bir teşekkür, bir armağan olarak okudum. Bu tür saygıyı gösteren pratiklerin, kıymetli çalışmaların daha fazla olması, edebiyatın motivasyonunu yükselttiği aşikâr.

Lirik şiirin üstatlarından Berken Bereh’le ayaküstü sohbetimizde gösterdiği yakınlık ve özellikle Kürtçe şiir üzerine söyledikleri umut veriyordu. Geleceğe olan inancı ve söylemleri fuarın sıkışık havasını dağıtmayı başarmıştı benim nezdimde. Tabi herkesin morali ve motivasyonu yüksek değildi. Hoşnutsuz, kendisiyle bile barışık olmayan şairler ve yazarlarla da karşılaşmamak elde değildi. Diyarbakırlıların bu tür asık suratlılar ve hoşnutsuz kişiler için güzel bir tabiri ve deyimi var.

Şöyle ki: "Sanki yüzünde şey akıyordu" denir. Onlar da öyle seviyor, deyip polisleri gözlüyorum bir süre. Tüm ara koridorlarda polisleri görmek mümkün. Halkın güvenliği için orada olmadıklarını herhalde en çok onlar biliyordur. Fuarın geçen senelerdeki enerjisini, coşkusunu kıskanmış olmalılar ki dışarda bekleyen polislerin içeride volta atmaları emredilmiş. Yayıncıların bu seneki fuardan çok memnun olmadıkları şikâyetlerinden anlaşılıyordu. Tabii, bu şikâyetler her yıl olduğu gibi bu yıl da ezberlenmiş çıkarımlar üzerinden dile getiriliyordu. Ekonomik krizlerin yayıncılığı olumsuz etkilediği bir gerçekti; ancak bu krizlerin Kürt yayıncılığını çok daha derinden vurduğu da ortadaydı.

Şikâyetlerinde haklıydılar, fakat çözüm üretecek, somut öneriler sunacak bir yaklaşımları yoktu. Bu dönemde Kürt yayıncılığına daha fazla destek ve moral vermek zorundayız. Dört bir yandan değil, yetmiş yedi cepheden saldırılara maruz kalınan böyle bir süreçte daha fazla kenetlenmeli ve Kürt yayıncılığının gelişimini sağlamak her Kürt’ün boynunun borcudur. Birçok kitap fuarında bulundum; ancak Diyarbakır Fuarı'ndaki gibi içeride volta atan polislerle karşılaşmadım. Bu durum, sistemin Kürtlere yönelik çifte standartlı yaklaşımının küçük bir yansımasıydı. Her ne kadar fuar atmosferi polisler tarafından baskı altına alınmak istense de bunda pek başarılı olduklarını söylemek zor. Belki de sadece ben kafayı bu duruma takmış olabilirim. Yine de Kürtçe ezgiler eşliğinde MAmüzik sanatçıları ve müzisyenlerinin sesi, ortamı coşkuyla dolduruyordu. Alkışlar ve ezgilerle çocuklar ve gençler en çok coşanlardı. Baskı varsa direniş kaçınılmazdı; fuarın direnişi ise MAmüzik’in omuzlarındaydı.

Şu sıralar uçaklar bana fazlasıyla güvensiz göründüğü için İstanbul’a karayoluyla dönmeye karar verdim. Neyse ki yol boyunca okuyabileceğim kitaplarım da yanımdaydı. A. Rahim Kılıç’ın son şiirlerini okuyarak yolculuğumuzu tamamladık. Yirmi bir şiirden oluşan bu eserlerde lirizmin bayrağı zirvede dalgalanıyor. Aşkı, umudu ve hasretleri sade ve anlaşılır bir üslupla bir araya getirmiş. Şiirlerinde özlemlerini açık ve aleni bir şekilde dile getirdiğini görüyoruz. İmge ve metaforlarla fazla oynamadan, şiirlerini olduğu gibi, içinden geldiği şekilde yansıtmış. Qesra Nifiran, güçlü bir lirizmle yazılmış. Aşk ve hasret etrafında dönen anlatımı, kitabın ana damarını oluşturuyor. Hoşgörü, özlem ve özgürlük gibi temalar, şiirlerinde zaman zaman ön plana çıkıyor ve bu temalar insan sevgisiyle bir bütün hâline geliyor. Kapatmadan şuraya Kılıç’ın iki dizesini bırakıyorum:

Bir heykelden düşüyor gözlerime bir yiğidin rüyası

Birkaç kırık dökük kelimeler düşüyor hançerimin üzerine

KÜLTÜR -SANAT Haberleri

Ahlat Ağacı
750 yıllık han ve köprü bulundu
Ah! Sevgili Gazze…
Kürt Dil Platformu: Bütün çalışmalarımızı Kürtçe yapalım
Kazene Köyü'nden Nemrut’un sofrasına….